Zihnimizin ana görevi bizi tehlikelerden korumaktır. Bu yüzden sürekli geleceği öngörmeye çalışır. Güzel olasılıklardan çok olası problemlere, başarılarımızdan çok hatalarımıza odaklanır. Çünkü hayatta kalmak üzere evrimleşmiş bir organ için önemli olan rahatlamak değil, hata yapmamaktır. Buysa bizim kendimizi, diğerlerini ve hayatı nasıl gördüğümüzü derinden etkiler. Tetikte olmamıza, hislerimize ve hayata güvenemememize yol açar. Fakat sorun zihnimizde değildir; bizim onu gerçekliğimizin tek belirleyicisi yapmış olmamızdır. Düşünceye gereğinden fazla önem atfederken hisleri baskılamış bir sistem yaratmamızdır. Halbuki hissetmek; saflaşmanın, bedende ve anda kalmanın, zihni arındırmanın, enerjiyi korumanın, duygusal regülasyonun, sevgi temelli ilişkiler kurmanın ve ilahi bilgeliğe ve yüksek titreşime ulaşmanın en kısa yoludur.
Öz-Enerji
Duygu ve his birbiriyle eş anlamlı olarak kullanılsa da bu ikisi birbirinden farklıdır. Duygular, birtakım enerjisel kalıplara verdiğimiz isimlerdir. Tanımlayabildiğimiz, dereceleri olan, sebepleri değişse de hisleri herkes için aynı olandır. Hislerinse var olmak için duygulara ihtiyacı yoktur. His, duygudan bağımsızdır. Her an bir hissimiz vardır, fakat her an bir duygumuz olmak zorunda değildir.
Duyu organlarımız hisler yaratır. Onları uyaracak bir uyaran yoksa, asıl hissi hissederiz. Hissettiğimiz bu şey, bizim öz enerjimizdir. İçimizde titreşen, bedenimizi canlı kılan, bize yaşam veren titreşimdir. Chi ya da qi olarak adlandırılır; fiziksel aktivite ve imgeleme yoluyla yönlendirilebilir ve korunması gerekir. Çünkü Nikola Tesla’ya selam olsun, yaşam frekans ve enerjilerden oluşur. Ve farkında olmasak da görünen, görünmeyen her şey mütemadiyen ya bizden enerji alır ya da bize enerji verir. Yaşam enerjimizi en çok tüketen şeylerse; maruz kaldığımız negatif haberler, düşünceler, sosyal medya, etkileşime girdiğimiz bazı insanlar, mekânlar ve düşük enerjiden beslenen alt boyut varlıklarıdır. Bedensel sağlığımız ve yüksek enerjiye sahip olabilmemiz içinse öz enerjimizi ara ara dışarıdan çekip kendimize geri toplamamız gerekir. Bunu yapabilmenin en kolay yolu hislerimize odaklanmaktır. Sessizlikte; gelen düşüncelerin peşine takılmadan, yalnızca bedenimizdeki hislere odaklanarak bunu yapabiliriz. Bu sırada zihnin ve çevrenin uyaranlarına değil, kendi hislerimize odaklandığımızdan öz enerjimizi deneyimleriz; onu koruyabilir ve yükseltebiliriz.

Birlik Bilincini Hissetme Pratiği: Kuantum fiziği evrenin birliğini ve bilinçli oluşunu teorik olarak açıklamaya çalışsa da onun deneyimi ancak şimdiki an farkındalığıyla mümkün olur. Ve bu, dünya üzerinde yaşayabileceğimiz en özel hislerden biridir. Geldiğimiz, bulunduğumuz ve döneceğimiz bir gerçekliği hatırlatır. Anlık gelir, şimşek gibi çakar ve gider. Düalite yazı dizisinde açıklandığı gibi öz-enerjimiz, bu evrensel bilincin bir parçasıdır. Bu sebeple kendi bilincimizi ve öz enerjimizi hissetmek, bizi yaşamın özü olan bilincin, var olan tek bilinç ya da birlik bilincinin, farkındalığına da uyandıracak olan basamaktır. Onu deneyimleme çalışmasını ancak uyaransız bir ortamda sessizlikte yapabiliriz. Pratik, ‘Ne hissediyorum?’ sorusuyla başlar. Cevapsa zihinsel olarak aranmaz; hislere bir “duygu” ile tanım verme zorunluluğu olmaz. Aksine, zihnin böyle şeylerle meşgul olmaması gerekir. Cevap, yalnızca hissederek verilir. Midede, kalpte, bedende oluşan duyumsamalardır cevap. Onu isimlendirmek önemli değildir, zaten hissi isimlendirmeye çalıştığımızda onu kaybeder ve zihne düşeriz. Hisse odaklandığımızdaysa zihnimizde tek bir düşünce dahi barınamaz. Meditasyonda derinleştiğimiz noktada “Hisseden kim?” dersek, birlik bilincini deneyimleriz. Yaşamla, evrenle, herkesle ve her şeyle bir olduğumuzu hissederiz. Vakit ayırdıkça meditatif hale daha çabuk geçtiğimiz için birlik bilincini de daha kolay deneyimlemeye başlarız.
İçsel Bilgelik
Yaşadığımız dönemde unuttuğumuz şey, düşünmenin yalnızca bir araç olduğudur. Biz, tüm çözümlerin ve aradığımız cevapların zihinden ya da dışarıdan geldiğine inanmaya eğilimliyiz. Fakat bilginin tek kaynağı düşünce değildir; içsel biliş de vardır. Hem de bu, tüm olasılıkları değerlendirerek ihtimaller arasında kaybolduğumuz, bizde endişe ve kafa karışıklığı yaratan halin tam tersidir. Sezgide cevap nettir ve kendiliğinden gelir. Eğer yaşamda sürekli aşırı düşüyor fakat yine de neyi, ne zaman yapacağımızı bilemiyorsak, içsel bilgelik kasımızı güçlendirmemiz gerekiyordur. Bunun için de öncelikle onun sesini zihin sesinden ayırabilmemiz… Çünkü içsel bilişimiz her zaman aktif olsa da zihnimiz onu gölgeler.
“Akla ait kayıtları terk et; zira akıl engelleyen, alıkoyandır.”
Gavs-ı Cîlî
Açık olan temiz kanal, ilham ve adeta ilahi biçimde kendiliğinden gelen bilişse; zihin gürültüsü onun arasına karışan, üstüne binen parazittir. Akışı berraklaştırmanın en etkili yolu, hissetmektir. Bunu pratik etmek içinse seçenekler arasında kaldığımızda doğru kararı vermeye değil, doğru hissettireni anlamaya çalışmalıyız. Zihnimizi o seçeneğe ikna etmeye çalışmadan, yalnızca iç sesin rehberliğini duymayı pratik etmeliyiz. Bunu sürekli ve özellikle de ufak kararlarda yapmaya başlarsak, iç sesimizi daha net duymaya başlarız. İçsel bilgelik kasımızı güçlendirdiğimizdeyse sorularını dahi sormadığımız cevapların kendiliğinden gelmeye başladığını fark edeceğiz. Zihnin çatışma ve çelişkilerinden arınarak berraklık kazandığımızı, yaşamın rehberliğine güvenmeyi ve sonucu bilmeden de kararlarımızda özgüven olduğunu göreceğiz.
Anda Kalmak
Anda olmamaya o kadar alışığız ki anda kalmamıza yol açabilecek herhangi bir boşluğu, sessizliği doldurmaya çalışıyoruz. Kendimizi oyalamak için dış dünyayla ilgileniyoruz ya da geçmişe, geleceğe zihinsel yolculuklar yapıyoruz. Fakat yaşamda bizi mutlu eden asıl şey anda olmaktır; çocuklar ve köpekler bu yüzden mutludur. Anda; o sırada kimle, nerede, ne yapıyorsa oradadır. Bir sonraki günde, olayda ya da geçmişte değildir. Halbuki biz, çoğunlukla olmamış olanlarda, olmasını istediklerimizde ya da diğerlerinin yaşamlarındayızdır… Ne var ki ironik olarak yaptığımız her eylem andadır. Gerçekten deneyimlediğimiz tek şey andır. Yaşam andayken zihnimiz zaman diyarlarındadır. Bizi ana getirecek olan şeyse hislerimize odaklanmaktır. Yargısızca andaki akışı gözlemlemektir. Ve anı gözlemlemek, onu kontrol etmeye çalışmamaktır. Sürükleyici bir film izlerken bunu yaşarız. Kendimizi farkında olmadan o ana teslim eder ve bize yaşatacağı duygulara en yoğun haliyle izin veririz. Ve ancak bu sayede, anda kaldığımız için, ondan keyif alırız.
Mindfulness pratikleri örneğin, sırasıyla 5 duyuya odaklanmak, duyusal hislerimize odaklanarak bizi bulunduğumuz ana ve bedene geri getirir. Bütünüyle anda olduğumuz, dikkatimizi tek bir şeye verdiğimiz, “flow state” adı verilen “akış” halindeyken de beynimizin karar verici bölümü durur ve tamamen odağımız anda olur. Bunuysa en çok yaratıcı işlerle, hobilerimizle ilgilenirken sağlarız. Yaratıcı bir hobimiz yoksa işe günlük tutmakla başlayabiliriz. Son olarak yavaşlamak, anda kalmak için harika bir pratiktir. Her ne yapıyorsak acelesiz, sadece o işe odaklanarak; gördüğümüz, dokunduğumuz şeyin tüm hislerine odaklanarak yaptığımızda, onunla bağ kurarız ve bütünüyle ana geri döneriz.

Yemek yerken yapılabilecek bir pratik: Bir sonraki yemeğinizi yerken arkada hiçbir uyaran (müzik, dizi, insan vs.) olmasın. Ve lezzetlerin bir araya karışmadığı yalnızca tek bir şey yiyin; örn. tek bir domates tanesi. Ve sadece onun sizde uyandırdığı hislere; aromasına, yumuşaklığına, ısısına, dokusuna odaklanın. Mümkün olduğunca yavaş, yalnızca onu hissederek yiyin. Amaç ona dair her şeyi maksimum seviyede algılamak. Bunu yaparsanız, bir domates diliminin sizi zevkin doruklarına çıkardığını göreceksiniz. Çünkü bütünüyle anda olup, olanı hissetmeye odaklanmak, herhangi bir şeyden en yüksek hazzı almamızın tek yolu. Ve bu, yaşamdaki istisnasız tüm keyifli eylemler için geçerli.
“Günlük hayatta gereksiz ikincil düşünceler taşımadan her seferinde bir şey yapın.”
Senzaki, Budizm ve Zen
Bedende Olmak
Bedenimizin dili kelimeler değil, hislerdir. Vücudumuzda birikmiş duygusal enerjiler analizle salınmaz, mantıkla rahatlamaz. Bedenimiz tavsiyeye ihtiyaç duymaz. O yalnızca görünmeye ihtiyaç duyar. Anda, onunla bağ kurmamıza… Bu bağı kurmamızı sağlayacak olan şeyse hislerdir. Mikro ölçekte kasılan kaslarımız, tuttuğumuz nefesimiz, sıktığımız karnımız… Bunların tamamı da vücudumuzun bizimle iletişim kurma şeklidir. Onun hislerine odaklandığımızda, birikmiş enerjiyi nasıl atacağımızın bilgisini de bize verir. Spor, koşu, boks gibi aktivitelerle coşkun biçimde mi; somatik egzersizler, yoga ve esnemeyle yumuşakça mı; yoksa reiki, nefes ve tai chi gibi çalışmalarla zihinsel, duygusal ve süptil enerjileri birlikte, çok boyutlu olarak mı… Yola nereden başlayacağımızı bilemiyorsak ideal olan bu 3 gruba da düzenli olarak zaman ayırmaktır. Çünkü hepsi de zihnin sesini kısıp hislerin ve hislerle konuşan bedenin sesini farklı katmanlarda açan aktivitelerdir. Ve bedende olmak bizi köklendirir; sağlam, sakin, güçlü ve güvende hissettirir.

Zihinsel Yük
Bombardıman altındayız. Bilgi ve uyaranla. Ve elbette ki beynimize yüklenen bu kadar yükün bir karşılığı olacak: stres! Bizi her an endişeli, gergin, aşırı düşünen, dinlense de yorgun hisseden insanlara çeviren modern yükümüz. Ve nöropsikolojik açıdan biz bu yükü kaldıramıyoruz. Beynimizin karar verici bölgesi olan prefrontal korteks, sürekli stres altında burnout oluyor ve gücünü yitiriyor. Buysa açık düşünmemizi, konsantrasyonumuzu, hafızamızı, duygusal regülasyonu, doğru kararlar almamızı ve çok daha derin, içsel bilgeliğe ulaşmamızı engelliyor.

Biz aşırı düşünmeyi doğru kararlar verebilmek için yaparız. Fakat ironik biçimde beynimiz tam da tersine ihtiyaç duyar: Biraz düşünmemeye! İşte, beynimizin farklı bölgelerinde biriken zihinsel yükü hafifletecek birkaç meditasyon:
- Yönlendirmeli şefkat meditasyonu (Budizm’de geçen şekliyle Metta meditasyonu ya da loving-kindness meditation) amigdalamızı sakinleştirir. Burası, korkudan sorumlu beyin bölgemizdir. Onu sakinleştirmek; empati, bağ kurma ve iyilik halimizi arttırır. Kendimize karşı nezaket geliştirmemizi sağlar. Kaygıyı ve depresif duygu durumunu iyileştirirken zorlu duygularla baş etmemizi kolaylaştırır. Duygusal dengemizi ve dayanıklılığımızı güçlendirerek kalbimizi açar. Bu meditasyon özünde, önce kendimize, yakınlarımıza, sonra zorlandığımız kişilere ve tüm canlılara iyi dilekler, şefkat ve güvenlik göndermektir. Temel prensibi: “Tüm varlıklar mutlu olsun.”dur.
- Nefesimize odaklandığımızda beynimizin dorsolateral prefrontal cortex adı verilen bölümü aktive olur. Derin 3 nefes alıp verirsek burayı rahatlatırız. Bunu ne kadar uzun süre ve sık yaparsak bölge o kadar hafifler. Çünkü meditasyon sinir sistemimize reset atan en etkili yöntemdir. Onu yeniler, boşaltır ve sıfırlar. Fakat meditasyon sırasında zihni kontrol etmeye çalışmamak, düşüncelerle savaşmamak önemlidir. Çünkü meditasyon düşünceyi yok edebilme becerisi değildir. Düşüncelerin peşine takılmamaktır. Peşine takıldığımızda her düşünce yenisini yaratır, zincirleme reaksiyon ve hikâye oluşur. Fakat onların bulutlar gibi süzülmesine izin verdiğimizde hepsi birbirinden bağımsız düşünceler bir bir yanıp söner. Onlara inanıp takip etmezsek önümüzden geçip giderler. Meditasyon budur. Beyne, “Evet, sus şimdi meditasyon yapıyorum.” demek değil, “Hadi düşün bakalım, neler düşünüyorsun izliyorum.” demektir. Bir süre sonra zaten enerji verilmediği için zihin ve düşünceler durur. Fakat bu, yöntemin yolu değil sonucudur.
Yaşamın her anında düşünceyi değil hissi arttırmayı seçtiğimizde bize ıstırap yaratan asıl şeyin de durmak bilmeden konuşan zihnimiz olduğunu görürüz. Çünkü hissettiğimizde, algılayış biçimimiz değişir. Gerginliğimiz azalır. Anlayışımız artar. Kaygılar susar ve biliş başlar. Bunu yapmanınsa birden fazla yolu vardır. Kişisel gelişimde “mindfulness”, ruhsal terminolojide “öz-enerji”, bedensel pratiklerde “köklenme ve bedeni hissetme”; psikolojide “duygusal regülasyon”, bilimde “vagus sinirini iyileştirme” … Terimler değişse de özündeki bilgi ve bilgelik aynıdır. Hisse yoğunlaşmak. Çünkü hisler, zannettiğimiz gibi zorlu duygular değil, varlığımızın özünü deneyimlemektir. Zihinse zannettiğimiz gibi bir problem çözücü değil, dinlenmeye ihtiyaç duyan bir işlemcidir. Dengeyi bulmamız ve unuttuğumuz içsel bilgeliğimizi, bastırdığımız hislerimizi yeniden duymamız dileğiyle…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

