İçimde yeni bir idrak yeşeriyor
Farkındalık

İçimde yeni bir idrak yeşeriyor

6 Şubat…
9651 kilometre ötede, Güney Afrika’da, doğanın ortasındayım. Vernon Frost tarafından bir beyaz aslan fotoğrafı eşliğinde yapılan “gücü geri alma” çağrısını duyup gelen uluslararası bir grup ile beraberim.

Telefonlarımız kapalı, enerjimiz açık.

Kruger Safari Park’ın içinde özgürce yaşayan hayvanların enerjileri ile temas ediyoruz hem manada hem maddede. İkinci gün yani 7 Şubat’taki bir meditasyonda vizyonuma Anadolu Parsı geliyor, Türkiye haritasının üzerine oturuveriyor. Tam Ankara’nın üzerine. “Ben de varım, hatırlayın” diyor. Evet, böyle diyor. “Haklısın, seni görüyorum, varlığını onurlandırıyorum ama şimdi Kruger’a dönmem lazım” diyorum.

Çarşamba günü safaride bir gün önce aslan enerjisi ile uyumlanmakla kalmayıp adeta aslanın kendisi olduğunu hisseden, tam göğsünün ortasında onun kükremesini duyan mini minnacık Annette,  bir aslan çifti metrelerce öteden fark ediyor. Şans bu ya, ben de cipte onun tam yanında oturuyorum. Bize doğru yürüyüşlerini ama aslında bizi hiç de umursamadan kendi yollarına gidişlerini, kaslarını, gözlerini, tüylerini, güçlü hallerini izliyoruz hayranlıkla. Bir süre bize rehberlik edercesine onlar önde biz arkada yavaş yavaş ilerliyoruz. Otele, tüm grupta aslanları gören az sayıda kişi olarak gururla dönüyoruz. Biz gördük, biz gördük!

Akşam yemeği sonrası dahil eğitimin devam ettiği yoğun günler son sürat geçiyor.

11 Şubat…
İnzivanın son saatlerinde, telefonlarımızı açmaya çok az kala yapılan duyuru ile ülkemizi bıraktığımız gibi bulamayacağımızı öğreniyoruz. Anadolu parsını hatırlıyorum. Gözyaşlarımız kendiliğinden boşalsa da ne yaşandığını anlamamıza imkân yok. En zorlu süreçlerin yaşandığı o gerçekliğin içinde yoktuk, zamanı geri alamayız.
Peki biz ne yaşadık? Neden yoktuk? 6 Şubat sabahı başka bir ülkede izole olacağımızı, kendi aramızda dahi Türkçe konuşmayacağımızı aylar önceden biliyorduk. Gücümüzü kaptırdığımız yerlerden geri almayı, kilit taşlarını, insanlığın şikâyet eder göründüğü sessiz anlaşmalarını, öğretmenimizinkiler dahil bugüne kadar öğrendiğimiz her şeyi yıkıp yok etmeyi ve bambaşka realiteleri konuşurken, deneyimlerken ne oldu böyle? Tesadüf diye bir şey yoksa bu neydi?
Bu sorunun cevabı şimdi hepimiz için ayrı ayrı yeniden şekilleniyor.

İçimde yeni bir idrak yeşeriyor.

Aynı günlerde Başar Başaran’ın Amsterdam kitabını okuyorum ve “Derginizin adı neden Mümkün?” dediklerinde vermeye çalıştığım cevabı onun bu kadar güzel tarif edişine hayran kalıyorum.

Kitabın isimsiz kahramanı şöyle diyor:

Her şey mümkün. Ne dedim. Her şey mümkün. Bunu mırıldanıyorum. Kafamın içindeki ses bu. Mümkün. Mümkün diyorum kendime. Sevişirken içimden sürekli bunu söylüyordum.
Mümkün. Nedir mümkün olan? Başka bir şey. Bildiğimden başka türlü. Hani insan kendini bir an muktedir hisseder de her mesele halledilebilirmiş gibi gelir; öyle değil yahut esrik bir sarhoşluk da değil her şeyi mümkün gösteren. Bu mümkünlük yükseklerde erişilecek, yolların sonunda varılacak bir yerde değil. Tam göz hizamda. Kol mesafemde duruyor. Öyle çabadan ari. Zaten mümkün olan, mümkün olduğu kadar var olanın içinde saklı. Senin onu olabilir kılmak için hiçbir şey yapmana gerek yok. Nasılsa her şeyin olması gerektiği gibi olacağına kani olmakla varılan bir yerde duruyor. Bunu düşünüyorum mümkün derken. Eşyanın tabiatıyla barışmak. Ondan olmayacağı istemenin saçmalığından kurtulduğunda geriye kalan her şey mümkündür zaten, öyle değil mi, bunu Siyah Kız’a sordum mu, yoksa sadece içimden mi düşündüm; bir önemi yok; olanlar değil hatırladığın duygular gerçektir, ben o anda artık hiçbir şey için hiçbir şekilde yapılacak bir şey olmamasını; çaresizlikle, karamsarlıkla, kaybetmişlikle değil, huzurlu bir kabullenişle, handiyse eşyaya hak vererek, o büyük fikre katılarak kabul etmiştim. Teslim olmuştum. Siyah Kız’a ve dünyaya aynı anda. İşte o sırada. Mümkün olan bendim. Tek başına ben ve aynı anda bütün kâinat. Siyah Kız’ın evinde daha önce hiç görünmedikleri gibi bana olabilir geldiler.

Benim “Siyah Kız”ım Güney Afrika oluyor.
Ve orada bana her şey olabilir, her şey mümkün geliyor.
Ülkeme özlemle dönüyorum.

9651 kilometre yol gidip bağlandığım aslanlar tam bir hafta sonra görünmeyen ipler ile çekiyorlar, duyulmayan seslerle çağırıyorlar, kendimi İstanbul’da, evimin 30 kilometre ötesinde bir alışveriş merkezinin içinde, cam kafesler içinde yaşayan aslanlar ile karşı karşıya buluyorum.

Ben buraya nasıl geldim?

Hissettiğim acının tarifi yok. Daha önce gitsem de üzülürdüm elbet ama bu seferki başka, anlıyorum. Çok ağlıyorum ve bir an için aslanlar için mi, kendim için mi yoksa ülkem için mi ağladığım karışıyor. Hepsi aynı anda oluyor, birbirinin içinden geçiyor.
Baskılamış ve hapsedilmiş gücün insanlık için de aslanlar kadar büyük bir acı olduğunu hissediyorum.
Hapsedilmiş ve hareketsizlikle uyuşturulmuş aslanlar, bin bir çeşit inanç sistemine -sadece çarpıtılmış dinî inançlar değil, bugüne kadar bize öğretilmiş her şey- hapsedilmiş ve uyuşturulmuş biz insanlar!
İzliyorum; hapsedilmiş güç bir süre bezgin şekilde yatıyor, daha sonra ayağa kalkıyor, dolanıyor ve hatta yan kafeslere bağırıyor ve sonra pes edip tekrar bezgin şekilde uyumaya başlıyor. Nadir olarak tepesindeki tavana zıplıyor ancak tellerdeki elektrik bunu bir kez daha yapmasına engel oluyor.
Belki de doğru kelime güç değil, kudret!
“Muhtaç oluğun kudret, damlarındaki asil kanda mevcuttur” demiş Atamız.
Biz o kudreti cam kafeslere, dayanıksız binalara, illüzyon hayatlara ne ara kapattık?


Her kafesin önünde dakikalarca kalıyor, aslanların, kaplanların, leoparların varlıklarını onurlandırıyor ve özür diliyorum. Bu konuda atacağım adımlar zihnimde belirmeye başlıyor.

Ama o acının içinde uzun süre kalmıyorum. Kalamıyorum. Çünkü ardından müthiş bir ferahlık geliyor. Görünmeyen alanda onlar için de hepimiz için de bir şeyler yapabildiğimi biliyorum. 40 kişilik grupta aslanların, yaşı en ileri, bedeni en küçük olana geldiklerine şahit oldum. Kimin içindeki aslanın daha güçlü olduğunu gözle göremeyeceğimizi anladım.
Beklenmeyeni kabule açığım.
Gücümü kabule hazırım.
Gücümüzü kabule hazırım.
Zihnimin bunu inkâr etmesi artık mümkün değil çünkü ben mümkünler diyarına gittim ve oraya biletler tek yön…

İçimde yeni bir idrak yeşeriyor.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…