İNSANLIK, ENGELİ AŞMA DÜRTÜSÜNÜ CENNETE TERCİH ETTİĞİ BIR YERDEN KÖKLENDI
Kitap

İnsanlık, engeli aşma dürtüsünü cennete tercih ettiği bir yerden köklendi

Sevgili Saba Deniz Uzun ile E.L.M.A kitabı hakkında samimi ve keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisiyle ne zaman konuşsam not tutarım. “Sen atalarının hayalisin.” sözü hep aklımdadır mesela. Kısa zamanda ondan öğrendiklerim için buradan da çok teşekkür ediyor ve uzatmadan siz sevgili okuyucuları sohbetimizle baş başa bırakıyorum.

Öncelikle beni en çok etkileyen cümlelerinizden biriyle başlamak istiyorum. “İnsanlık, engeli aşma dürtüsünü cennete tercih ettiği bir yerden köklendi.” Engelleri aşma isteği herkes için mutlak bir arzu mudur?

Mutlaka bu engellerin bir mükafatı oluyor. Yani bize aslında anlattığı bir şey var ve bir hikayeyi lütfediyor, bir meziyeti lütfediyor. Ben şuna inanıyorum, Niyetleri Gerçekleştirme Kitabı’mda da yazmıştım, insan denen varlık dünyaya erdem geliştirmek için geliyor ve bu erdemleri geliştirip ortak alanda da birbirimizle rezone olup yaymak için varız. Benim inancım böyle ve biz gelirken burayı, bu erdemleri seçiyoruz. Hatta astrolojide kuzey ve güney ay düğümleriyle bu belirleniyor. Yani kuzey ay düğümleriyle yapmamız gereken, varmamız gereken anlatılıyor. Engellerin sonu mükafattır, ben buna inanıyorum. Böyle baktığımızda toplumsal olarak yaşayamıyoruz yani gerçek mutluluğu biz bulamıyoruz çünkü bir sürü mutsuzluk veren hikaye var geçmişimizde. Hatta çok güldüğümüzde ağlayacağımızla ilgili bir inanç var biliyorsun.

Evet, her güzellik için zorluk çekilmesi gerektiği inancını taşıyoruz sanırım.

Büyük erenlerden, evliyalardan acıyla tekamül etmeyi yükselmeyi duymuşuz, bu şekilde öğrenmişiz. Çok büyük bir acı olduğunda aslında birçok meziyetimize ulaşıyoruz, birçok erdemimize ulaşıyoruz bunlar zaten bizde var ama biz o anda kullanmak zorunda kalıyoruz. Koronada eve kapandığımızdaki interneti 70 yaşında insanlar kolayca öğrenmesi gibi düşün bunu.

Mesela haksızlığa uğramanın acısıyla hakkaniyetli biri olmayı, adaleti gütmeyi, bir kadın olarak ezildiğimizde yaralandığımızda diğer kadınları kollayabilmeyi öğreniyoruz, sevilmediğimizde gerçekten sevebilme kapasitemizin arttığını görüyoruz.”

Engellerden sonra bize bir lütuf sunuluyor ve lütfu mükafat olarak alabiliriz ama bunun için, tabii ki kalp açıklığı ve gerçekten görmeye izin vermek gerekiyor. Bu kitap da bunun üzerine tasarlanmış durumda. Yani birilerine bir hikaye olduğunda öfkelenmek, ağlamak, kızgın olmak, nefret dolu olmak mı? Yoksa bu hikaye tasarımının bize sunduğu lütfu ve mükafatı görebilmek mi?

Bunu gördüğümüzde engeller kalkar mı ortadan gerçekten? Peki ya değiştiremeyeceğimiz engeller?

Evet çünkü zaten dışarıda hiçbir şey yok. Ben buna inanıyorum: İçeride ne varsa dışarıda da o var. Dolayısıyla ben, içeridekini gördüğüm zaman iyi kazanmak için bu serüvene başladığımı ya da bu serüvenin içinde çırpındığımı, devam ettiğimi gördüğüm zaman o oyundan çıkıyorum. Tabii bazı engeller de bizim yarattığımız içsel engeller.

Bir de benim oğlum gibi gerçekten bana bağlı olmayan engeller var. Değiştirilemeyecek engeller… Değiştirilemeyen engellerde de hayatta aslında duruşumuzun erdemini de gerçekleştiriyoruz. Engelli bir oğlum var ve bu kadar büyük acının içinde bile kendi merkezini bulabilmek, merkezinde kalabilmek, bana iyi geleni yine de bulabilmek ve anı yaşayabilmek benim öğrendiğim lütuflar. Hayatın içinde çaresiz olanla kalabileceğimi ve rağmen de hayatın içine keyifle var olabileceğimi keşfettim.

Bunu keşfetmenin yolu nereden geçiyor?

Bunların hepsini yapmak için de o A harfindeki adanmışlığa ihtiyacımız var yani aslında kendimizi belki de bu formülün içindeki yolculuğa adamamız gerekiyor çünkü yolculuğun mantığı bu. Yani Tanrı’nın yukarıda oturup da bizimle uğraşmak, bize zulüm etmek içinden çıkılmaz çaresiz şeyler verip acımızı kıvranışımızı görmek gibi bir maksadı yok. Dolayısıyla bizim adanışımız çok kıymetli. Bu hikayeyle mi kalacağız yoksa hikayenin dışına çıkabileceğimize bakabilir miyiz? E.L.M.A tam da bunu anlatıyor.  

Tezimde de yazıyorum kişisel gelişim uygulamalarının etkilerini çalışıyorum biliyorsunuz. İnsanı kendine döndüren bu uygulamalarının etkilerini gözlemlediğimde kendi içinde debelenmekten ve kendini fark etmeye çalışmaktan yorulan bir sürü insan var. Çünkü alan gitgide kirleniyor ve yanlış bilgiler, insanları umutsuzluğa da sürükleyebiliyor. Bazıları da pes ediyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir öneriniz olur mu?

Bu, hakikaten bu çok güzel bir soru ve bunu burada açıklamak isterim. Söylediğin kirlenmiş fikirlere çok karşı duran birisiyim çünkü kendi hayatımda kendimi yerden yere vururken öz şefkatin önemini gördüm. Yani benim inancıma göre insan olmakla ilgili öncelikle. Debeleniyorsak debelenmeye de alana açmak gerekiyor bence.

Her hikayenin bir yası var, her olamayanın bir yası var. Biz de herkes gibi her şeyin güzel olmasını isterdik dolayısıyla bu yasın içinde öncelikle inkar geliyor. İkincisi de bir şekilde halletme isteği geliyor yani problemi çözmek. Fakat bunların hiçbirisinin olamayacağı yerler var. %95’i hasarlı bir beyne sahip ve şu anda hiçbir uzunluğu kullanamayan bir çocuğa sahibim. Baktığında şimdi bu da isyan etmeye sebep olabilecek bir şey. Ben isyan sürecinden de geçtim debelenme sürecinden de geçtim. Bunların hepsine bir kere evet demek, alanı açmak, bu acıyı görmek, acıyı kabul etmek, insan olduğumuzu önemsemek çok kıymetli benim için.

“Mükemmel olamayanla barışmak ve olduğum hale evet diyebilmek çok büyük bir lütuf.”

Olamayanlarımla kalabilmek ve ben buyum demek, benim de bir acım var demek ve bunun içinden çıkamıyorum demek o kadar şefkat getirir ki bana Aslıcığım… O güçsüz yanımı kabul edebilmek de zaten mükafattır. Gerçek acıtmaz, der Hellinger. Gerçek iyileştirir, gerçek acıtmaz, der.

Kitabınızda “rağmen” neşeyle devam edebilmek ve var olabilmek nasıl tanımlanıyor? Engellerden lütuflara doğru bir yolculuk için kendi elmamdan nasıl bir ısırık almalıyım?

Hayatın içinde olamayanla var olmak neşedir. Hayatın içinde kimleri tercih ediyorsun dersen neşeli insanları tercih ediyorum. Hayatımdaki arkadaş tercihim hep rağmen var olabilen insanlardır yani bir hikaye var ama rağmen ilerliyoruz gidiyoruz. Acı çektiğimi inkar etmiyorum, benim hikayem içinde bir acı var ve bununla baş etmeye çalışıyorum ve bazen baş edemiyorum ama rağmen hayata devam ediyorum. Bazen duruyorum , bazen yok olmuş hissediyorum. Bunu bilmek ve kabullenerek ragmen devam etmeyi anlatıyor kitap aslında. Hayat çok lütufkar Aslı’cığım. Ben her zaman aslında o acıyla kalabilmek üzerine çalıştırıyorum sitemimi yani bak öldürmüyor, bak birlikteyiz diyorum.

O zaman engellere aslında ihtiyacımız mı var bir anlamda?

Zihin takıntılıdır ve sürekli bir aşmak ister. Sınava girersin 100 tane soru vardır 97 tanesini yaparsın 3 tane soruyu cevaplayamadığın engelli üzerine alıp savaşırsın. Hani demezsin ki afferin sana ya 97’sini yaptın ya rahat uyu. İşte şimdi bu bu bağlamda engeli aşmak çok hoşumuza giden bir şey ve aşınca başarmış hissediyoruz. Kendimize bir engel yaratıyoruz sürekli ancak o çıtayı aştığımızda başarmış hissediyoruz. Aile dizimlerinde de şunu söylüyoruz: Burada var olmak ve bu hayatta kalabilmek bu düzenin içinde var olabilmek, yaşıyor olabilmek, yola devam edebilmek, yeterince kıymetli. Soyumuza bakıyoruz işte bütün kadınlar erkeklerden acı çekmiş atıyorum ben de bana acı veren erkeği tercih ediyorum ve engeli ben yaratıyorum onlara ait olma isteğimle. Oysa doğaya ait olduğumu ya da inanıyorsam Yaradan’a ait olduğumu hissettiğimde, evrenin bir parçası olduğumu hissettiğimde dönüşmeye başlıyorum.

E.L.M.A formülüne göre dikkatimizi engellerden hatta engellere yüklediğimiz anlamlardan tam olarak nereye getirirsek kendi formülümüzü oluşturabiliriz?

Tekrar şefkatle söylüyorum ben bütün oyunlardan, koca koca dosyalardan çıktım, haksızlığa uğradığım yerlerden çıktım. Kitapta verdiğim formül de acıya tutunmaya izin vermeye saygı duymaktan geçiyor. O deli hallerden de geçeceksin, o deli hallere de izin vereceksin. İster erdemini görürsün istersen de ömür boyu bu acıyla kalmayı seçersin. Her şey bir seçimdir.

“Annenin dikkati neredeyse çocuk oradadır.”

Aile diziminde şöyle bir prensip vardır: Annenin dikkati neredeyse çocuk oradadır ve biz hep bunu anlatırız çünkü çocuk küçüklüğünde yani kendi kendine yetemeyeceği zaman annesi ona bakım vereceği için annesinin dikkatini almaya çalışır. Annesi onu varlığıyla göremiyorsa, annesinin dikkati neredeyse çocuk o tarafa geçer. Örneğin, ayrılık acısındaysa, yalnızlıktaysa çocuk orada rol alır ki baktığı yerde olsun ve bakım alabilsin. Bu noktada hala kendini bir bebek çocuk gibi annensiz var olamayacağına inandığın bir yerde tutmak istiyorsan sana hiçbir şey diyemem. Bu hikaye, sana iyi geliyor ve devam et derim. Bu şekilde sürekli ilişkilerde acı çekeceksin çünkü senin maksadın annenin baktığı yerde durmak derim ve buna saygı duyarım.

Çocuk bilinciyle hareket ederiz yani. Kitabınızda da evrenin 3 bilincini çocuk, ergen ve yetişkin bilinci olarak anlatmışsınız. Bunu anlattığınız tabloya baktığımda fark ettim ki bugüne kadar yetişkin bir erkekle birlikte olmamışım hiç. J İlişkilerde neyi bilirsek bu halleri dengeleyebiliriz?

Bu üç bilinci farkında olarak pekala dengelemek mümkün. Benim bilinç evreleri diye bir eğitim modülüm var. Aile diziminde o yedi bilinçtir aslında fetus bilinci de vardır. Biz üç bilinçten gittik kitapta. Fetusta anne ile çocuğun ayrımı yoktur. Fetusta şöyle bir şey vardır: Sadece annem var ben yokum. Sonraları bu sadece kocam var ben yokum.

Yani annenin çocuğu kendi uzantısı olarak görmesi fetüs bilincinden mi kaynaklanıyor?

Tabii, çocuğun kendi varlığını bilmiyor ve sadece annenin duyguları var. Mesela diyelim şimdi sen kocamın ihtiyaçları diye bir kavram biliyorsun ama burada kocamın ihtiyaçları bile yok kocam var sadece anladın mı? Yani o var ve ben yokum.  Yetişkinlikten sonra olgun yetişkinlik var yani bizim varmaya çalıştığımız yer. Şimdi yetişkiniz ama bilinçli bir yetişkiniz, bir acı var ama işte bu hikayenin altında da bir şeyler. Şu anda seninle konuştuğumuz aşama, olgun yetişkinlik aşaması. Kitaba pratik olması açısından sadece üç kısmını aldım. Hellinger’in dediği gibi Bazı şeyler, sadece kalple kabul edilir.” Bazen yaranı görürsün ama o yarayla kalmayı seçersin.

Peki en büyük istediğimiz engeli aşmak mıdır? Yani yasak elmayı yemek ve devamını yaşamak? Anneden ayrışmak bunun ilk adımı sanırım.

Hayır, tek engel aşmak değil aslında. Sen bunlarla ilgili bir şey okuduğunda engeli cennetten kovulma, anneden ayrışma olarak da alabilirsin. Anneden ayrışmak da senin dediğin gibi kendi gerçeğinin hayatına adım atmak. Her ayrışma, cennetten kovulmak gibi. Dikkatimizi engellerden hatta engellere yüklediğimiz anlamlardan tam olarak nereye getirirsek kendimize bir formül oluşturabiliriz. Özellikle kadınlara şunu söylemek istiyorum: Zihin, erkektir yani stratejiktir, strateji kurmayla ilgilenir. Bir kere sadece bundan vazgeçtiğinde hayatın her şekilde güzel olduğunu ve her şeyin engel olmadığını, aslında hayatın içinde var olduğunu keşfetmek yeni bir boyut, yeni bir neşe ve yeni bir varoluş sevinci getirecektir.

“Yağmur yağıyor ve bitiyorsa, güneş açıyor ve kapanıyorsa, dolu yağıyor ve bitiyorsa senin hikayen de böyle, daha fazlası değil.”

Bazen de öğretilen bir şey değil mi bu? Yani hayat mücadeledir öğretisi. Hayat  bir maceradır diye öğretilseydi değişmez miydi her şey?

Kesinlikle. Mücadele ile önemli hissediyorlar çünkü. Bu da yine savaşı yaratıyor. Kendimizle savaşıyoruz, hayatla savaşıyoruz sonra da dünyanın bir yerinde savaşlar devam ediyor çünkü içsel olarak merkezlenemiyoruz, huzuru veremiyoruz engel aşmadığımızda boşlukta hissediyoruz. Savaştığımızda önemli olduğumuzu,  annemizin babamızın başını sıvazlayacağını, benim kızım sürekli çabalar ya da işte ne çektin sen diye yükseleceğimizi zannediyoruz. Uzun zamandır zaten bütün kitaplarımda bunu anlatmak istedim ve gerçekten bunu vermek istiyorum insanlara. Oğlum Çağatay’ın hikayesi en büyük armağım çünkü bunu hakikaten bana öğretti ve insanlarla da bunu paylaşmayı seçiyorum.  

Şu soruyu herkesin kendine sormasını istiyorum:  Hangi fırtına sürekli fırtına olarak kaldı? Hepsi geçmedi mi, hepsi değişmedi mi, hepsi yine gelmedi mi? Hayat böyle bir yer. Biz, doğadan büyük değiliz. Yağmur yağıyor ve bitiyorsa, güneş açıyor ve kapanıyorsa, dolu yağıyor ve bitiyorsa senin hikayen de böyle yani daha fazlası değil. Sonsuz bir mutluluk da sonsuz bir mutsuzluk da yok. Bunların hepsi yağmur gibi yağıyor geçiyor, bulut gibi geliyor gidiyor. Bu geliş gidişlere izleyici olmak ve bunun içinde yer almak, o anki duygu durumlarına izleyici olmak ve bunun içinde yer almak, hem içeride hem dışarıda olabilmek adanmışlıktır. Dikkatini hikayenin gerçekliğine, kendine farkındalığını yönelttikçe bir süre sonra bu beyin yapısına sahip oluyorsun.

E.L.M.A, verdiği bilgilerle tam da bunun formülünü anlatıyor bize aslında. Engelden mükafatlara kaygısız bir halde geçmek diyebilir miyiz?

İnan hikayeler böyle oluyor zaten ve kaygı duymuyorsun o aşamada evet. Hemen özgürleşiyorsun ve bu dönemlerin hediyesi de bu. Evet gelecek, zaten yaşanacak diyor ve bugün olan hediyeleri kabul ediyor. Böylece, bütün formülü çözmüş oluyor zaten Zamanı geliyor yine kaygılanıyorsun, insansın ve bedenin geçmişte öğrendiği reaksiyonu veriyor. Sonsuz bir kaygısızlık hali de vaad etmiyoruz ama kaygı halindeyken kendini regüle etmeyi sakinleştirmeyi de öğreniyorsun. Yani onu yüksek bir noktada yaşayıp da içinden çıkılmaz bir hale getirmiyorsun. Acı seni kontrol etmesin, acı duy ama sen acıyı kontrol edebil. Kaygılan ama kaygı seni kontrol altına alıp da etmesin. Tüm öğreti bu.

Bunu başta sormak istemedim sona sakladım: Kendi elmamdan ısırık almakla neye sahip olurum?

İnsanın kendi elmasından ısırık alması kendi gerçeğine bakmak, ona adım atmak, onu sevebilmek ve onunla neler yapabileceğini görmek, sadece kendi gerçeğinle kalabilmek demek. Yani annenin, babanın, toplumun içinden çıkıp, ısırığı alıp kendi hikayenin içine girebilmek demek. Kendine hikayene sahip olmak demek.

Sevgili Saba Deniz Uzun’a bu şahane röportaj için teşekkür ediyorum. Herkese, kendi hikayesine ve kendi gerçeğine ulaşacağı, kendi elmasından ısırak alacağı bir yıl diliyorum.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ASLI ŞENGÜN
Üniversitede aldığı iletişim ve edebiyata dair kuramsal alt yapı ve tekniklerle fikirlerini çeşitli sitelerde yazarak pekiştirmeye ve herkesle paylaşmaya çalışıyor. Bir yandan içerik üretirken bir yandan aldığı eğitimlerle iletişim tekniklerini referans alarak yol arkadaşlığı yaptığı koçluk sistemiyle yetişkinlerin ve öğrencilerin hayatına dokunuyor. Düzenlediği eğitimler ve atölyelerle de evrendeki iyi yaşam çemberinde yeni nesil rehber ve öğrenci olma görevine devam ediyor. Sosyal medya hesabında içerik üretip yazmaya devam ederken aynı zamanda Mümkün Dergi bünyesinde yazı işleri müdürlüğü ve editörlük yapıyor.