Bir sabah İkitelli Sanayi Bölgesi’ne doğru yola çıkıyorum. Bir süre önce dükkanımıza müşteri olarak gelen Sarven Bey, babasının doğal taş merakını ve bazı anılarını anlattığında öyle ilgimi çekmişti ki bizzat tanışmak istemiştim. Nihayet o gün geldi. Aslında hepimiz Moda’dayız ama buluşmak için İstanbul’un diğer ucuna gitmemiz gerekiyor çünkü Mıgırdiç Bey’in doğal taş koleksiyonu orada, ofisinde. Geniş otobanlar, trafik, biraz karıştırılan yollar ve sanayi sitesinin bana biraz fazla gelen karmaşasının içinden geçerek ulaştığım ofiste zümrütler, rodokrozitler, ametistler, sitrinler, akuamarinler, çöl gülleri ve fosiller beni karşılıyor. Işıl ışıl… Bu grup taşlara yarı değerli taş denilse de onları bu şekilde tanımlamak içime sinmiyor.
Birkaç saat süren sohbetimiz çok keyifli geçiyor, Mıgırdiç Bey’in hayatını her anlamda yazmak harika olurdu. Öğretmek, anlatmak ve yardımlaşmak için dünyaya gelmiş bir insan olduğunu anlamak zor değil. Ancak şimdilik kendisinin doğal taşlarla olan yolculuğuna değinmekle yetineceğiz. Bu hikâyenin benim için en çarpıcı yanı, hangi taş neye iyi geliyor kalıbından azade, doğanın çağrısına uymuş bir delikanlının 80 yaşına kadar süren yolculuğunda bu çağrıyı asla unutmamış olması.
Mıgırdiç Sertşimşek bir kimya mühendisi. Şu an 80 yaşını sürüyor, “Geceleri saymazsak 40 yaşındayım” diye de ekliyor. İkitelli’deki ofisine her gün gidiyor, çalışıyor. Bazen kendi işini yapıyor bazen de hemen masasının karşısında duran şövalenin üzerindeki tavus kuşu formuna rengarenk doğal taşları yerleştirerek zihnini boşaltıyor. Bugüne kadar buna benzer onca eser üretmiş. Beden ve zihin sağlığını lise yıllarından beri ilgi alanına giren doğal taşlara borçlu olduğunun altını çizmeyi de ihmal etmiyor. Oğlundan aldığımız bilgiye göre bazen işi olmasa dahi cumartesi günleri ofisine gidip taşlarının arasında gözlerini kapatıp sadece oturuyor.
Meslek seçiminizden başlamak istiyorum çünkü birçok ilke imza atmışsınız. Kimya mühendisliği okumaya nasıl karar verdiniz?
İtalyan Lisesi’nde okuduğum dönemde kimyaya karşı büyük bir sevgim vardı. Ve hocam da “Sende cevher var, gel asistanım ol.” derdi. Deneyleri yaparken hep onun yanına giderdim. Bana bir de beyaz gömlek giydirdi, nur içinde yatsın. Oysa ondan bir sene evvel kimyadan ikmale kalmıştım. Sebebi de o öğretmenin dersi sevdirmemesiydi. Sonra bu hoca gelince benim de kimyaya karşı bir sevgim olduğu için ilerledik. O dönemde İtalyan Lisesinin müfredatı çok ağırdı. Kimya dersinin yanı sıra bir de mineraloji dersi vardı. Hocanın taşları vardı, dolabın içinde dizili. Çift olanlardan birini bana vermesini isterdim, “Ne yapacaksın?” derdi. “Çok sevdim, koleksiyon yapacağım” derdim. Bir çikolata kutusu vardı, onun içinde biriktirmeye başladım. 1964 yılından bugüne hala biriktiriyorum.
Kendiniz hiç mineral çıkardınız mı?
Bazı arkadaşlarımın babalarının madenleri vardı. Adapazarı Karasu’ya gittim mesela, kurşun madenine. Kafamda kaskım, lambam, çekicim, murcum hepsi çantamın içinde. Epey mineral de topladım ancak biraz daha ileride yılan görünce ne var ne yok bırakıp kaçtım. Orada bir korku geldi bana, artık mağaraya girmem dedim ama olmadı. Üniversitede yine girdim. Küçükçekmece’de mağaralardaki fosillere girdim. İtalya’da mağaralara girdim. Epey mineral de çıkardım.
Meslek seçiminize dönersek…
Benim üniversiteye girdiğim sene imtihanın ilk senesiydi. Ondan evvel herkes serbest giriyordu. Ben 128 puan almıştım. Kimya mühendisliği 131 puandı. Kimya lisansı 129 puandı. O dönemde de tıp 125 puandı. Ben istemedim ama oraya aldılar. Oysa sen kan görünce iki seksen bayılırım. Sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Bölümüne geçtim. Prof. Dr. Ahmet İsfendiyaroğlu’nun asistanı oldum. Çok severdi beni, nur içinde yatsın. Sonra doktoramı aldım. Bir doktora da yurt dışından aldım. Kimya benim her şeyim. Bugün Türkiye’de plastiğin üzerine kaplama yapan ilk firma benim. Paslanmaz çatal kaşıkların üzerine direkt altın kaplamayı yapan da…Bu alanda Türkiye’de 400’den fazla firmaya, İtalya’da da 8-9 tane firmaya bu sistemleri kurdum. Bugün hala gümüş kaplamada 100 mikron kaplama yapan benden başka adam yoktur.
İkitelli’deki ofisin dört bir yanı taşların sergilendiği camekanlarla dolu. Yaklaşık 900 parça taşın bir kısmının da görünmeyen yerlerde depolandığını öğreniyoruz.
Peki lisede doğal taşları biriktirdiğiniz kutu ne zaman büyümeye başladı?
O kutu zaman içinde raflara, sonra da dolaplara dönüştü. İlk olarak ailemin evindeyken bir dolabım vardı, üzerine dört basamaklı merdiven yapmıştım. Kırmızı kadifeyle de kaplayıp tüm taşlarımı oraya dizmiştim. Annem “Toz olur, temizlemesi zahmetli olur.” diyordu. Sonra epeyce birikmiş olan taşlarımı Levent’teki ofisimize götürdüm. Sonra da buraya, İkitelli’ye taşıdım. Şimdi de burada görüyorsunuz vitrinlerim var ancak görmediğiniz bir bu kadar daha vardır, hepsini sergileyemiyorum, sığmıyor. 900’den fazla çeşit mineralim var burada.
Nerelerden topluyordunuz taşları?
Nasıl ki pul koleksiyonu yapılırken değişik tokuş olur, biraz öyle topluyordum. Madenlerden alıyorduk. Gittiğim her ülkede de dayanamam alırım. Gerekirse aç kalırım ama beğendiğim bir taş varsa mutlaka alırım. Mağazalar, büyük sergiler, fabrikalar vardır, araştırırım, dolaşırım. İtalyan’ın her deliğini bilirim mesela. 150-160 kere İtalya’ya gitmişimdir. Bu konuda almadığım kitap kalmadı.
Aklınıza kalan ama almadığınız taş oldu mu hiç?
Bir kere bir hata yaptım. Almanya’da pahalı diye almadım sonra çok pişman oldum. Bir rodokrozitti, fotoğrafı var hala telefonda, arada açıp bakıyorum.
Türkiye’deki toptancıları tanıyor musunuz?
Hepsini tanırım.
Size kalitesiz ya da boyalı, sahte bir taş satmaya çalışan oldu mu?
Yanlış isimle satmaya kalkan oldu. Mesela sodalit veriyor ama lapis lazuli diyor. Cumartesi günleri genellikle Eminönü’ne gider, taş satan dükkanları gezerdim. Bir gün de yine böyle Eminönü’nde bir mağazanın vitrinine bakıyorum. Üzerimde de blue jean pantolon var, sakalım 2-3 günlük, biraz istirahat etsin cildim demiştim. Vitrine bakıyorum, bir delikanlı çıktı dışarı. “Moruk, ne bakıyorsun ya, sen anlamazsın bunlardan” dedi. “Haklısın oğlum, ben moruk, sen delikanlı. Sen ne anlarsın bundan?” dedim. “Ben anlarım. Yürü yürü, hadi vitrinin önünde durma” dedi. Ben de “Oğlum bak bu sodalit, bu malakit, bu bilmem ne” diye saymaya başladım. Şaşırdı, kalakaldı öylece. Ondan sonra ben başladım aksileşmeye. Sesimi yükselterek konuşmaya başladım. Patron dışarı çıktı, anlattım ne olduğunu, çocuğu azarladı.
Kimya mühendisi olduğunuz için sormak istiyorum, taşlar şekillendiriliyor, parlatılıyor, bu aşamalar taşın yapısını bozar mı?
Bozmaz. Bir taşın yapısını bozamazsınız, o kendisidir. Sadece şekli değişir.
Taşlarla insan vücudunun etkileşime girmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Hayatımda tek roman okumamışımdır ama hep teknik bilimleri okurum, takip ederim. Bu konuda yazılmış çok sayıda kitap vardır. Mineroloji kitapları vardır. Bakın ben 80 yaşındayım, 60 yaşındaki adamın enerjisi var bende. Bütün bu taşların bana verdiği enerjidir bu. Bunu kabul etmek lazım. Dört ayrı ilaç firmasında da çalıştım, bazı şeylere hakimim. Taşlarla haşır neşir olmak insanı mutlaka destekler.
Mineraller hakkında yıllar içinde yüzlerce kitap okuyan Sertşimşek, taşların varlığının dahi insana iyi geldiğini söylüyor.
Aile fertleriniz arasında taşlara sizin kadar bağlı olanlar var mı?
Doğrusu benim kadar meraklısı ve inananı yok. Oysa doğal taşlar bence çok değerli, mukaddes bir şeydir. Fakat biz kıymetini bilmiyoruz. Tabiatı bozuyoruz. Mermer ocaklarında bile nasıl haince vururlar, kırarlar. Yazıktır.
Size hediye olarak da doğal taş getiriliyor mu?
Tabii getirdiler. Çok getirdiler. Ben de insanlara çok hediye verdim.
İtalya Konsolosu’nun masasından bile taş aldığınızı duydum.
Evet doğru. 1970’lerde Bir dönem sağlık kısıtlamaları nedeniyle hocalar İtalya’dan Türkiye’ye gelememişti ders vermeye. Bahsettiğim konsolos o zaman rica etti, üniversitede asistanlık yapıyordum. İzin aldım ve 28 hafta İtalyan Lisesinde kimya öğretmenliği yaptım. İşte aynı konsolosu ziyaret etmiştim bir gün. Baktım masanın üzerinde harika bir taş duruyor. Nedir bu, dedim. İşte getirdiler, dedi. Sen bundan bir şey anlamazsın, ben alıyorum dedim aldım. Büyük bir parça zümrüt! Bilmeyen için davul zurna ama benim için çok değerli! Sonra kimyasal özelliklerini anlattım, koleksiyonumdan bahsettim. Onlar da memnun oldular aldım diye.
Özellikle kullandığınız, yanınıza taşıdığınız bir taş var mı?
Taşımaya lüzum kalmıyor çünkü her gün bu taşların içindeyim. Zaten ayırt da etmiyorum artık taşları. Hepsinin ayrı bir güzelliği var. Hepsinin kimyasal yapısına göre farklı görünüşleri var, bunu herkes bilmez. Fiyatı belirleyen de kimyasal yapıdır.
Mıgırdiç Sertşimşek, kendi seçtiği doğal taşları yine kendi tasarladığı eserlerde kullanıyor. Bu ikinci tavus kuşu tasarımı da bitmek üzere.
Mıgırdiç Bey’in anıları tabii ki sadece doğal taşlarla sınırlı değil. Staj için gittiği Almanya’da ünlü bir otomobil markasının tamponlarının kaplamasındaki hatayı fark ettiği için önce “Sen ne anlarsın, eşek kafalı Türk” denilip ardından üst yönetimden nasıl iş teklifi aldığını, İkitelli’deki sanayi sitesinin nasıl kurucusu olduğunu, iki öğrencisinin ömür boyu mutluluğuna nasıl katkı koyduğunu, öğrencileri ile hala devam eden ilişkilerini ve daha nice hikâyeyi buraya aktarmak mümkün olmadı. Mümkün Dergi olarak kendisine sağlıklı ve verimli nice yıllar diliyoruz.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.