balcony-gd9a612a9e_1280-mod
Aktüalite

Mutluluğun Mimarisi: Balkon ya da Düş Odası

Evlerin metrekareleri büyürken düş odaları balkonlarımız ufaldı hatta yok oldu. Bir balkonun, minik bir bahçenin, hatta çiçekli pencerelerin bize verebileceklerinden neden vazgeçtik?

“Gelişen Türk insanı balkonu anlamadı. Onu salon ya da yatak odasına dahil ederken metrekare kazandığına sevindi de her evden bir düş odası eksildiğini fark edemedi” demiş Enis Batur.

Bu sözler bir Facebook postunda karşıma çıktığında, işte ancak bu kadar güzel anlatabilirdi dedim içimden. Evet balkon bir nevi bizim düş odamız çünkü. Elbette düşleyebilenler, düşlemeye zaman ayranlar ve sevenler için en çok. Yoksa, balkonu olup da onu fazla eşyalarını koyabileceği yüklük olarak görenler de var ama konumuz bu değil. Eşyaların da bir ruhu var zaten o ayrı da, bugünün yazısının konusu değil. 

Kendi çelik kozasında, evinde bir düş odası yaratabilmekten, yaratmayı istemekten söz ediyorum.

Bence çiçekli bir balkondan, ister avuç içi kadar olsun isterse lebi derya olsun gökyüzüne bakmanın değeri paha biçilemez. Kendimizle baş başa kalmamızın, küçük dünyalarımızda bir tutam mutluluğu, keyfi, neşeyi gökyüzünden, sokaklardan, martılardan alıp evimize çekmemizin sembolik mekanı balkon. Aşkın da mekânı, değil mi ki Romeo ve Juliet’in buluşmasının da tanığı o Verona’daki balkon.

Evet, metrekareler büyürken düş odaları ufaldı, bir balkonun, minik bir bahçenin, hatta çiçekli pencerelerin bize verebileceği düşlerimizden daha fazla yer açmak, daha hızlı koşmak adına vazgeçtik mi? Şimdi neden vazgeçtiğimizi anlıyor muyuz?

❯❯ “Büyüdüğü açık yeşil topraklardan, bahçelerden İstanbul’a göçünce genç yaşta, evine bahçeyi getirmeyi tercih eden bir Anadolu kadınıydı babaannem.”

Hani herkesin eskiden kartpostallarda şimdi ise Instagram’da özendiği, “İşte bu!” dediği, özellikle İtalya’nın güneyindeki evlerde çiçeksiz bir pencereye rastlanmaz. En yoksul mahallede bile eski tenekelerin içinden yükselen, kırmızı, pembe güllere, karanfillere, begonyalara, ortancalara, kılıç çiçeklerine, kaktüslere, yukalara yer vardır. Onlarsız olmaz. Mahallenin o sıcaklığı, içtenliği en çok güneşin kendini o balkonlardaki ve pencerelerdeki çiçeklerdeki gösterişiyle sağlanır.

Çocukken hangi kitapta okuduğumu bilmiyorum ama “Eşyada varlıklı olmayan bir eve çiçek konulduğunda, o ev zengin gözükür” diye bir cümle okumuştum. Hiç de unutmadım. Unutmamışım. Çocukluğum, babaannemin yanında geçti. Elinden düşürmediği toz bezi yüzünden olsa gerek Başak burcu olduğunu düşündüğüm- çünkü nüfus kağıdında gerçek doğum tarihi yazmıyordu- babaannemin çiçek yetiştirmeye büyük bir aşkı vardı. Büyüdüğü açık yeşil topraklardan, bahçelerden İstanbul’a göçünce genç yaşta, evine bahçeyi getirmeyi tercih eden bir Anadolu kadınıydı o.

❯❯ “Balkon bizim çelik kozamızla dışarısı arasında kurduğumuz köprüdür aynı zamanda.”

O gün bugün gittiğim evde ve balkonda çiçek olup olmadığına bakarım. Balkon düş bahçesidir evet, çiçekler de bu düşün sihirli geçitlere açılan kapıları. Balkon bizim çelik kozamızla dışarısı arasında kurduğumuz köprüdür aynı zamanda. Biraz kendimizle baş başa kalıp azıcık da olsa hayata yukarıdan bakabilmemizi de sağlar elbette.

Başımızı kaldırdığımızda bizi gökyüzüne bağlar, orada mavi semada, dans eden beyaz bulutların temaşasına kaptırabiliriz biraz kendimizi, hayat gailesinin küçüklü büyüklü “dertleri”nden semaya baktığımızda pek de kolay genişleyebiliriz yüreğimizden başlayarak. Göğe bakıp çiçek dikeriz. Bir şeyleri büyütür yetiştiririz hem içimizde hem dışımızda. Balkonumuza koyduğumuz bazen bir taburede, bazen bir salıncakta, yere serdiğimiz kilimde güneşi beklerken, oturup çay içerken kendimizi gerçekten şanslı hissedebiliriz. Evet balkon mutluluğun mimarisidir biraz da. Çünkü ne yazmış Alain de Botton, Mutluluğun Mimarisi kitabında;  “John Ruskin bir binada iki şey aramamız gerektiğini söylemişti. Ona göre binalar bizi dış etkenlere karşı korumakla kalmamalı, aynı zamanda bizimle konuşmalıydı. Evlerimiz, neyi önemli buluyorsak bize onu anlatmalı, neyi hatırlamak istiyorsak bize onu hatırlatmalıydı.” Balkonlar bizimle konuşur çünkü biz orada kendimizle konuşurken, onların, gökyüzünün, sokağın ve çiçeklerin sesini daha iyi duyabiliriz.

İKTİDAR VE DÜŞ!

Tarihçe olarak bakıldığında balkonun amacı biraz daha farklı başlamış aslında. Daha çok imparatorlukların halka seslenme yeri olarak düşünülmüş ilk balkonlar. Açık havada biraz yüksekten bir seslenme, şehri ve kalabalığı kuşbakışı görebilme ayrıcalığı sunuşlarıyla. 

İmparatorluklarda böyle niyetle yapılan balkon  galiba aşkta, hayranlıkta ve seyirde de biraz bu etkiyi veriyor.

“Görebildiğim kadarıyla pek bir şey yapmıyordu. Sadece balkon demirlerine dayanmış duruken evreni de kucaklar gibiydi.”

Böyle diyor, unutulmaz Gönülçelen’nin yazarı J.D Salinger. Aşk mı hayranlık mı? Bilmiyoruz ama başrolde balkon var.

Tekrar tarihe bakarsak; örneğin eski Roma ve Yunan medeniyetlerinde loca anlamını da taşırdı balkonlar. Rönesans zamanı ise balkonlar tam bir sanat eseri haline geldi. Özellikle Floransa balkonlarına baktığımızda bunu çok iyi anlayabiliriz. Hele Sicilya balkonları tam bir festival gibidir.

Balkon kelimesi İtalyanca “balcone” yani “iskele” kelimesinden türemiş. Almanca’da “balcho”, Farsça’da “balkaneh” denen bu kelimenin temel amacının anlamı yüzyıllarla birlikte değişiyor elbette. Örneğin Fransız mimarisinde içe açılan balkon kapıları ışık ve havalandırmanın daha çok odaya dolması için tasarlanmış. İngiltere’de Romeo’nun ya da Shakespeare’in çıktığı balkonlar evlerin prestijlerini artırmak için tasarlanmış.

Balkonlar Akdeniz coğrafyasının vazgeçilmez mimari özelliklerinden biri olmuş. İklim başta İspanya olmak üzere balkonlarla birlikte, güneşle oynayarak tam albenisini gösterebilmiş.

Özellikle Endülüs İspanyasının Elhamra Sarayı taş balkonlarıyla ünlü.

Osmanlı mimarisinde de balkon özellikle Tanzimat’tan sonra bir Batılılaşma ile birlikte bir  iktidar simgesi olarak görülse de düş bahçesi anlamındaki “cumba” Osmanlı mimarisinin mütevazı, vazgeçilmez, karakteristik bir balkonuydu.

Uzun lafın kısası minicik bir çıkıntı bile olsa balkonlarımız bizim düş bahçelerimiz. İçimizdeki düşleri çiçeklendirmek için biraz da mutluluğun mimarisine ihtiyacımız var.

Biraz düş, biraz romantizm, biraz yıldız, biraz güneş, biraz çiçek. İşte balkon…

Yazılacak çok şey var ama son sözü ünlü şair Charles Baudelaire tamamlasın, biz düşlere dalalım.

❯❯ Ya pembe buğulu akşamlar,

balkonda geçen

Başım göğsünde,

ne severdin beni o zaman!

Bu yazı, Mümkün Dergi’nin Dergilik platformundaki 1. sayısında yayınlanmıştır. Ocak 2022

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.