Farkındalık

Sulu köftenin iyileştirici gücü

Bu akşamki meditasyonum, sulu köfte, bazılarına göre ekşili köfte. Şaka yapmıyorum. Hareketli meditasyon bu, ellerini izleme hali, koku, tat, dokunmak… Burada olma hali.

Önce hikayesini anlatayım. Uzun yıllardır yapmıyordum sulu köfte, en son pandemiden önce yapmıştım. Yağız’ın sevdiği yemeklerden biridir aslında. Yemek diyorum çünkü yanına hiçbir şey yakışmaz. O öğünün tek yemeğidir.

Sulu köftenin pirinçlerini yıkarken aklıma düşer, içine soğan koyuyor muyduk?

Eskiden babama sorardım. “Soğan var mıydı?”

Babam “Köfte soğansız olur mu? Hiç mi bakmadın annen yaparken?” derdi. Lafı bana dokundurmadan o telefon kapanmazdı.

Tuzla’ya geldiğinde işe gittiğim sabahlar bana sorardı. “Akşama ne yesek?” “Bilmiyorum baba.” derdim.

Bu cevap benim kafamın o gün çok karışık olduğunu gösteriyor ki eve döndüğümde sulu köfte olurdu. İçinde bir tutam maydanoz.

“Baba bu yemeğe sence maydanoz yakışıyor mu?”

“Çok yakışıyor.”

“Peki…”

Artık babam yok.

Pandemiden önce kaybettiğim bir dostum çok severdi, artık o da yok.

Aklım Fethi dayıma gidiyor, içine havuç rendelediğim ilk sulu köfteye… Sulu köftede havucun işi ne ama gençlik işte, vitamin olsun demiştim. Köfteler dağılmış, havuçlar erimiş, ama canım Fethi Çokuslu, bir İtalyan lokantasında yediği en leziz yemekmiş gibi, “Enfes olmuş.” demişti. O da artık yok.

Şu an giden herkesi sevgiyle, saygıyla uğurluyorum.

Evet, çok özlüyorum her birini, onların yanındaki, yamacındaki halimi.

Bu meditasyona, bir niyetle oturuyorum:

“Kalbimi acıya, sevgiye, özleme, katlanabileceğim kadar açmaya niyet ediyorum.”

Evren için küçük ama kendi sinir sistemim için büyük bir şey yapıyorum bu gece.

Kıymayı kâsenin içine koydum, yumurtanın akı içine, sarısını terbiye için ayırdım, gene soğan rendelemeyi unuttum. Zihnim hemen yargıya gidiyor. “Gene unuttun.”

Kalbim ıstıraba düşüyor. “Babamı çok özledim.”

Pirinçleri yıkarken kıymaya bakıyorum, zihnim araya giriyor. “Bunun bir ölçüsü var mıydı?”

Kalbim gülüyor. “Sen neyi ölçülü yaptın ki?”

Göz kararı, el yordamı koyuyorum pirinci. Biraz kimyon, fazla kaçırma! Kimyon tadı baskın olmasın, tuz yerinde olsun, karabiber baskın olsun. Bu iyileşme yemeği, öğünün tek yemeği ve içinde her şey var. İyileşmeye ve iyileştirmeye niyet ederek yoğururum her zaman, o yüzden Yağız çok seviyor sanırım. Sulu köfte ona şefkati, anneyi, var olmayı hatırlatıyor.

Sanırım annem de öyle yoğuruyordu. Yemeğe sevgini katmak bu demek olsa.

Zihnim anılara giderken kalbimi müthiş bir şefkat sarıyor. Bu, benim çocukluğum! Hasta yemeği, içinde her şey var ve iki kaşık yeter, biri benim için biri senin için.

Yeniden şimdiye geliyorum, ellerimin arasındaki harca. Yuvarlamaya geçiyorum. Tepsiye unu serpiyorum önce, una bulanmazsa köfteler sıcak suda dağılır.

Un tutunmak demek.

Aynı hamurdan olabilirsin ama kendi merkezinde kalmalısın. Bir nefes veriyorum, ağzımdan “Ohhh!” ne zor bir şey, aynı hamurdan koparak kendi merkezinde kalabilmek.

Zihnim anneme, babama, teyzeme, halama, anneanneme, babaanneme gidiyor, aynı hamurdanız.

Hoppp dur! “Şu anda un var.” Nefesime geliyorum, ellerime ve önümdeki harca.

Bir parça koparıyor baş, işaret ve orta parmağım, avuç içime alarak yuvarlamaya başlıyor. İki elim öyle güzel bir ritim içinde yuvarlaklar çiziyor ki…

Bu öğrenme mi? İçgüdüsel mi? Her bir parçayı unun içine bırakıyor parmaklarım.

Artık yargı yok, zihin yok, parmaklarım alıyor. Tartı gibi ne eksik ne fazla, avuç içlerim yuvarlıyor.

Bir an zihnim devreye giriyor nefes alıyorum “Nefesim nasıl?” İşte o an sıkıntı basıyor, elim şaşıyor “Ne kadar alacaktım?” Gözlerimi kapatıp dikkatimi önümdeki harca ve parmaklarıma getiriyorum. Bu, benim yemeğim. Parmaklarım doğruyu bulur.

Her bıraktığım parça, tepsideki unu da yerini buluyor. Aynı büyüklükte ve aynı formda.

Ellerimin birlikte çalışmasına gidiyor zihnim. Bu nasıl bir ahenk? Aynı şeyi saatlerce yapabilir.

Bu bir kimya mı? İki el nasıl birbirini tamamlıyor? Harca nasıl şekil veriyorlar?

Sağ el yang, eril yanımız, sol el yin, dişil yanımız, harç hayat.

Öyle dengede yuvarlıyor ki hayatı ne eksik ne fazla… Sonra yuvarladığın hayatı, kaynayan suya bırakmak… Pişmesi için ocağın altını kısmak… Tek tek şekil verdiğin yuvarlakların büyümesini, pirinçlerin belirginleşmesini izlemek… Terbiye etmek; limon, yumurta sarısı bir tutam un…

Kalbim yeniden hızla çarpıyor. “İyileştirme yemeği!”

Bazen havuç, maydanoz koyarak bol bol yapıp buzlukta stoklayarak, bazen gözyaşıyla, bazen gülümseyerek yemek…

Aslında bu meditasyonun tek amacı, olanın içinde kalabilmek, kendimi iyileştirmek.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Avatar photo
Yoga eğitmeni. 6 yıldır yoga hocalık eğitimi veriyor. Çakra sever, anlatır, çakra açar. Kendini keşfetme yolunda yürürken önüne geleni yanına alarak yürümeye devam ediyor.