Fotoğraf çekerken çantamızın markasının da poz vermesi gerektiğini ilk nereden ve nasıl öğrendik? Ya da arabalı hikayelerimizde direksiyondaki markanın görünür olması ne zaman böylesine önemli hale geldi hayatımızda?
Herkeste olan ayakkabı markası gerçekten trend miydi? Yaza zengin girmek için, en pahalı terlik markası mı tercih edilmeliydi? Güneş gözlüklerimizin markası, yan profil fotoğraflarımızla belgelenmeli miydi?
Soframızda eskitilmiş kaşar varken havalıydık, köylülerden aldığımız tuzsuz lorlarla sönük mü kalırdık?
Görünürlük, tercihlerimizin ilk sebebi miydi? İspat etmeye gerek duymamızın sebebi, bir yarışta hissediyor olmamız olabilir miydi?
Ya da eksik kalan yanlarımızı, markalarla tamamlama çabasına girmiş olabilir miydik? Aynı parkurda yürümek ya da koşmak için, parkura alınmak için bazı şartları tamamlamak gerekirdi belki de.
Şartlar tamamsa yapay bir yarış yoluna hazırdık. Oysa samimiyetle yürünecek yollarda kalite, eşyaların markasına ait değildi. Dostluğun tek bir markası vardı, o da sevgi ve içtenlik. İşte bunlar gözle görülmez, uzaktan okunmazdı. Ancak, hepsinden pahalı ve zengin değerlilerdi.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.