Kuzeyin kuzeyinde bir halk kütüphanesindeyim.
Oldukça erkenciyim çünkü bana bu öğretildi. İlk sırada koşan olmak, güne olabildiğince erken başlamak, en iyi, en çalışkan, en çok iş bitiren, en en en olmak. Kendim olmak, zamanın içinde ona benim atfettiğim hızda salınmak ne demek yeni keşfediyorum.
Oldukça erkenci olduğum için kuzeyin kuzeyinde yaşayanların zamanının ritminden çokça önce varıyorum kütüphaneye, kütüphaneyi açan kişiyle birlikte giriyoruz içeriye.
Ve en erkenci, en en bir şey olmanın haklı bir sonucu olarak en güzel yerdeki en güzel masaya oturuveriyorum.
Acaba koşmasaydım da bu masada oturur muydum?

Yerime yerleşiyorum, bilgisayarımı açıyorum ve dışarıdaki ağacın rüzgârla salınan dallarını kuzeyin ışık oyunlarıyla birlikte seyre dalıyorum. Çalışmak için harikulade bir köşedeyim ve esasında her yanı yerden tavana camlarla çepeçevre sarmalanmış bir binada hangi köşecikte otursam sırf ben öyle olsunu tercih ettiğim için zaten en verimli, en keyifli, en çok işi bitirecek şekilde çalışacağım. Oh, içim bir anda aşırı rahatladı! En en en olunca en en en olunmuyor aslında, ben neyi seçersem o oluyor(um).
Yaklaşık 1 saat geçti ve ben belki de geldiğim yerde şehrin sesinden, inşaatların sesinden, kafamın içinin sesinden zor odaklanıp iki saatte bitireceğim işlerden daha fazlasını bitirdim bile. Acaba geldiğim yerdeki tüm sesler benim içimdeki seslerin bir yansıması mı? Yoksa daha fazlası mı?
Tam suyumu doldurmak için yerimden kalkıyorum ki katın görevlisi ile göz göze geliyoruz. Başka diyarlardan geldiğini görüyorum, zaten burada bizim oralardan birinin çalıştığını duymuştum. Gurbette vatanından bir parça bulan çoğu insan gibi hemen Türkçe sesleniyorum.
– Merhaba!
Anlayamıyor önce, şaşkına dönüyor.
– Hei hei.. Ay pardon. Merhaba?
– Ya ben burada bizim oralardan birinin çalıştığını duymuştum da acaba o siz misiniz diye merak ettim ve belli ki sizsiniz çünkü burada ikimizden başka Türkçe konuşan yok gibi.
– Evet, bir tek ben varım. Memnun oldum.
Bizlere çok ait o sıcacık hissettiren misafirperverliğiyle yüzünde geniş bir gülümseme beliriyor, hemen bir sandalye çekiyor yanı başına ve sohbete dalıyoruz.
Hikayesi ilginç, aslında pek duyulduk hikayelerden. İkimizin de işi var, bu yüzden bu kısa sohbette kuzeyin kuzeyine gelişiyle ilgili sebepleri sıralarken benim içimdeki Yargı Queen (ki Türkçesini kullanmayı çok istesem de içimdeki hanımefendinin ismi bu) bir yandan yine içimdeki makul tarafla âşık atışmasına başlıyor:
Yargı Queen (YQ): Hiç de öyle birine benzemiyor ama…
Makul Queen (MQ): “Öyle” biri mi?
YQ: Nasıl olmuş ki bu iş, kesin yardım almıştır birilerinden, kesssin tanıdıklar falan…
MQ: Yahu belki durum zannettiğin gibi değildir, daha 3 dakikasını dinledin hikâyenin!
YQ: (Duymuyor) Zaten böylelerini alıyor bu ülkeler, senin benim gibi normal bir işi, düzgün bir geçmişi olanı ne yapsınlar…
MQ: “Böyleleri” kim, “normal” kime göre normal, bahsettiğin şeyleri ben anlayamıyorum ki. Bir sakinleşsek mi birlikte, bir dinlesek mi sessizce olanı biteni – hiç başvurmadan aklımızın kütüphanelerine?
YQ: !&%?^%)=^?’ (Mavi ekran. Çünkü “sessizce ve akıl kütüphanelerine başvurmadan dinlemek” mi dedi o?)
İkimizin de vakti dar, zaten 10 dakikalık konuşmada yeterince helak oldu benim kraliçeler. Ertesi gün kahve için sözleşiyor, işlerimize dönüyoruz. Kalpler (bence) sıcak.
Ertesi gün.
Tam söz verildiği dakikada “Müsaitseniz hadi!” diye bir ses duyuyorum, yüzünü görmüyorum ama bir seslenişin gülümsemesini o gün ilk defa görüyorum. “Aa tamam!” diyorum. Kütüphanenin tatlı minik kafesinde kuzeyce kahvelerimizi sipariş ediyor. Benim Yargı Queen “mesafe” diyor, mesafe. “Neye mesafe kızııım, alt tarafı bi’ kahve içip sohbet edeceksiniz, bi’ insanın hikayesini, yolculuğundan ona kalanları duymaktan niye bu kadar tedirgin oluyorsun?” diye çıkışıyor makul kraliçe. Acaba o da mı yargılara düşüyor?
!&%?^%)=^?’ Mavi ekran.

Kahveler geliyor, kütüphanedeki 9 köşeden bir köşecik bulunuyor, tavana kadar yükselen pencereye komşu minik koltuklara oturuluyor ve yolculuk başlıyor.
Karşımdakinin nereye doğduğunu, nereden geldiğini, nasıl bir ailede büyüdüğünü, hayatın içinde nasıl seçimler yaptığını ve yapmak zorunda kaldığını, özgürce yaptığı seçimlerin bazılarından pişmanlık duyduğunu, zorla dayatılanlardan nasıl koptuğunu, bugüne kadar olduğu ve olmadığı şeylerin tümünün onu bugün ile buluşturduğunu ve ama geçmişin tümünün değiştirilebilir olduğunu çünkü insan denenin zaten sürekli değişen, dönüşen bir varlık olduğunu dakikalarca içsel bir sarsıntıyla sessizce dinliyorum.
Tüm zanlarımın yüksek seslerle parçalandığını, tane tane yargıladığım her şeyin yoldaki düşüşler ve kalkışlar olduğunu “görüyorum”. Hepsi çok insanca, insana dair. Ve hepimizin başına hepsi ve daha fazlası ya da farklısı gelebilirdi.
Sohbetin devamında eşinden bahsederken aniden geçen yıl aynı zamanlarda ziyaret ettiğim bu topraklardaki çok belirgin bir ana ışınlanıyorum.
Kuzeyin kuzeyinde yaşayan, kuzeyli arkadaşım geçen seneki ziyaretimde beni yerli sanatçıların işlerini destekleyen bir kafeye götürmüştü ve sıkça gittiği bu yerdeki tanıdıklarına benden şöyle bahsetmişti: “Türkiye’den arkadaşım beni ziyarete geldi”. Bunu duyan ve bir tabağa özenle pasta koyan bir hanımefendi hemen dönüp bana Türkçe seslenmişti: “Aaaa hoş geldiniz, nasılsınız? Sevdiniz mi burayı? İlk defa mı geliyorsunuz?” ve daha birçok şey. Yan yana bulunduğumuz 10 dakika içinde eşinden bahsetmişti, yanına ancak birkaç sene sonra gelebildiklerinden, uzaktayken bir başına ne çok zorluk çektiğinden, sıcaklardan soğuklara gelmenin yarattığı alışma sürecinden…ve ben hayran kalmıştım kalbini tanımadığına bu kadar açmasına, onur duymuştum benimle dünyasını tüm çıplaklığıyla paylaşmasına. Ayaküstü bir dostluk başlamıştı. “Seneye yine gelirseniz beklerim, ben buraya arada yardıma geliyorum ama gelirseniz bana haber verirler, sizi ağırlamak isterim” demişti. Sözleşip kucaklaşıp ayrılmıştık. Bu geldiğimde 2 defa o kafeye onu görme ümidiyle gitmiş, 2’sinde de bulamamıştım. Adını hatırlayamadığım için kimseye de soramamıştım.
Kütüphanedeki o 9 köşeden bir köşecikte otururken geçen sene duyduğum hikâye ile az önce dinlediğim hikâyenin birbirine benzerliğiyle şaşkına dönüyorum ve soruyorum:
– Ya çok pardon, sizin eşiniz ne işle meşgul?
– Öğretmen kendisi.
– Hadi ya.. Peki acaba geçen sene bu zamanlar hiç bi’ kafede çalışmış olabilir mi? Yarı zamanlı filan?
– Yok, benim eşim hep öğretmenlik yaptı buraya geldiğinden beri.
Hayal kırıklığına uğruyorum galiba, ne komik. Çok benziyordu anlatılanlar, sanki tek ruhun iki farklı veçhesi aynı şeyi farklı kelimelerle anlatmış gibiydi.
– Bir dakika… siz şu sanat galerisinden mi bahsediyorsunuz? Ufak bir kafesi var hani?
– Evet?
– Sahipleri bizim dostlarımız, eşim de arada yardım etmeye gidiyordu, evet.
İçimde kelebekler, kalpler, çiçekler.
Eş o an aranıyor, geçen sene tanıştığın hanımefendiyi hatırlıyor musun diye teyitler alınıyor ve evet; O!
Aynı gün okuldaki derslerinin bitiminde, kuzeyin kuzeyine göç etmiş bir öğretmenle, bir kadınla, bir anneyle, bir Amazonla, güzel bir insanla buluşuyorum. Birbirimizi hiç unutmamış olduğumuz gerçeği içinde sarıp sarmalıyoruz birbirimizi.
Tam o an Ruh’un böylesi bir karşılaşmayı yeniden, bu defa hikâyenin öteki yarısı vesilesiyle bana hediye etmesine duyduğum coşkuyla ağlamaya başlıyorum. Ben ağladıkça yargılaya yazdığım kişinin de doluyor gözleri.
Sırf aynı dili konuşuyorlar diye bir kahve içimlik sohbete niyetlenen iki kişi çoğalıyor, 3 oluyor, çok oluyor, o an itibariyle bambaşka parçalarıyla aynı anda buluşuyorlar; ruhun şahitliğinde.
Ve çıkış görünüyor.

Pırıl Sahil Tekin
Kendini bildiğinden beri yazıyor, yazarken onun için her şey duruyor. Bilinmeyene olan koca bir merakla büyüdü, bir yandan da bilinmeyenden hep korktu. Büyürken korku denen şeyin korkulandan daha fena bir şey olduğunu fark edince rahatladı; yoluna korkmaya, korkuya rağmen yürümeye, büyümeye devam ediyor. Kalbinden geçenleri paylaşmaya niyet ediyor.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

