Bora Ercan Türkiye’ye yogayı gerçek felsefesiyle getiren adam, aynı zamanda Hariom Yoga Merkezi’nin de kurucusu. Batı’yı okuyan, Doğu’yu deneyimleyen, ruhunda Ay ve Güneş’i, Batı’yla Doğu’yu birleştiren Bora Ercan’la aşkı konuştuk, rüzgâr Doğu’dan esti.
Hayatımı değiştiren 2004 kışında, karşımda bulduğum muhteşem bir adam oldu. Tesadüf olmayan tesadüflerin beni getirdiği kapıda, bilmediğim bir dilek gerçekleşmişti. “Öyle bir başlangıç yapayım ki benim doymak bilmeyen entelektüel zihnim de mutlu olsun ve bugüne kadar hiç sesini dinlemediğim bedenimi ve ruhumu da duyayım” demiş olmalıyım. Dileğim gerçek oldu, Hariom Yoga Merkezi’nin kapısından hiçbir şey bilmeden girdim, kapı kapıyı açtı, ne diyarlara geldim. O kapının başında, çok sevgili ilk öğretmenim Bora Ercan vardı. Bilenler bilir ama, demek gerekirse, o yogayı Türkiye’ye adabınca getiren, bu işin felsefesini anlatan, meşaleyi ateşleyen, ilmik ilmik işleyerek saygınlaştıran, bu noktalara gelmesinde büyük emeği, alın teri olan bir adam. ODTÜ Matematik Bölümü mezunu bir ruh yolcusu. Yazdığı birbirinden güzel kitaplarla da ruhumuzu besleyen Bora Ercan aşkı anlattı ben dinledim.
“AŞK TANIMLANDIĞI ANDA BÜYÜSÜ KAÇAR”
Aşk bir idea mı gerçek mi?
İdealar da gerçek. Tanrısal gerçeklik. Gerçeğin mükemmel modeli, bir tür arketipal hali. Aşk ise ideal ya da gerçeğin de ötesinde bir yerde. Tanımlanamaz. Tanrısallığın da ötesinde. Tanımlandığı anda sınırlanır ve büyüsü kaçar. Aşk akıllı insan işi değil, delilik; deli olan aşık akıllanınca aşk da söner gider. Bu dünyaya ait bir şey değil aşk kısacası.
Aşk ateştir. Aşk ateşi doğru bir tanımlama değil zira aşk Arapça aşakadan gelir. Sarmaşıktır. Sarar kurutur. Hint Avrupa dillerinde daha çok arzu, izin, inanç gibi anlamlardadır ki “libido”, “believe” gibi kelimeler hep “love” kelimesiyle bağlantılıdır.
Dilden konu açılmışken; aşk tek bir kelimeye sığmaz. Örneğin Yunancada “Erotas” romantik aşka, “Agape” ruhani aşka, “Philia” dostluğa, “Storge” aile arasındaki sevgiye işaret eder. Sanskrit dilindeyse anne sevgisi “Sneha”, erotik aşk “Kama”, tutkulu aşk “Anurakti”, (cinsel) arzu “Rati”, olarak karşılık bulur. Bu birçok dilde böyle farklı kelimelerle açıklanır.
Dediğim gibi kalıba sığmaz aşk…
ARTIK ERKEKLİK DE KADINLIK DA YOK
Erkeğin aşkı kadının aşkı dersem ne derdin?
Artık erkeklik de kadınlık da yok Aycancığım. Başka bir kuşakta kaldı bütün bunlar. Aşk enerjisi farklılaştı. Haz anlayışı, zevk eşikleri değişti. Teknoloji aşk heyecanını yok ediyor. Hem dış dünya o kadar renkli, o kadar tatminkâr ki aşk öncelik sıralamasında her geçen yıl gerilere doğru ilerliyor.
Tabii aşk emek ister, hani Selvi Boylum Al Yazmalım misali, fakat kim verecek o emeği bu devirde…
Peki aşk bitince nereye gidiyor?
Aşk yön değiştiriyor. Başka bir yere doğru yöneliyor. Ancak bu çağ malum narsistik bir çağ dolayısıyla ekranlarda kendimizle aşk yaşadığımız için o hep kalıcı oluyor.
Doğu felsefesinde özellikle tasavvufta aşkın nihai amacı Tanrı aşkına ulaşmak. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Buradaki Tanrı aşkı tabii ki simgesel. Bir Nirvana, bir Samadhi hali. Aşk enerjisinin gelebileceği en son nokta. Bu da o enerjiyle bütünleşmekle olur. Samadhi hali de haz halidir. Beden kendi içinden amrita (iksir) üretir. O da varlıktaki hazzın en üst noktasıdır, ötesi yoktur, orada artık insan, insan olmaktan da çıkar. Tanrısal bir varlık olarak yaşama az bir süre daha devam eder ve sonra veda eder. Tabii dediklerim işin teorisi, deneyimlemediğim için bilemiyorum. Şimdi herkes yogaya sardırdı, her derde deva ilaçmış gibi. Bunu anlıyorum, her şey o kadar yavanlaştı ki yoga bir yanıyla egzotik bir şeymiş gibi algılanıyor. 18. ve 19. yüzyılda hamam, saray, harem, dans, müzik, meyveler, şarap, o dönem Batılı bir erkeğin algısının sınırlarının dışına taşan cinsellik, bugün güncellenmiş bir şekilde oryantalizm adıyla bütün bu new age akımlarda kendine bir renk olarak yer buluyor. Öte yandan, fitness kültürüyle de harmanlanarak tüketim kültürünün bir parçası halinde. Bugün aşk da yoga da küresel kapitalizmin ezici hegemonyasından kaçamaz.
Büyük bir hastalık yaşadın, çok büyük bir dönüşüm sürecinden geçtin o dönem sana müthiş kitaplar yazdırdı. Bu süreçte sevginin, aşkın yeri neydi sende?
Dostlarım, arkadaşlarım yurt içinden yurt dışından herkes elinden geldiğince bir şeyler yaptı. Kimi telefon etti, kimi yemek pişirdi, kimi arabasıyla beni hastaneye taşıdı ama tabii işin içinde ciddi stratejik durumlar da vardı. Kemoterapiler, ameliyatlar, ilaçlar vs. Onda da eşim Gül büyük bir sorumluluk yüklendi. Bu hastalık insanın çevresini çok yıpratır, o da çok yıprandı. Bütün bunlar sevginin, aşkının ötesinde gerçekten büyük emek, büyük yoldaşlık.
Yazmak da sağaltma sürecinin bir parçasıydı. Bundan sonra sınır deneyimini son noktasına kadar yaşamış bir insan olarak hayata farklı bakıyorum. Aktif çalışma hayatını bıraktım denebilir. Artık hayatımda öncelikler değişti. Müthiş kitaplar sözü için teşekkür ediyorum. O kitapların okunmasının çok da kolay olmadığını söylüyorlar, yazılması da kolay değildi…
AŞKIN TANIMLARINI YETERSİZ BULUYORUM
Biz aslında aşkla kendimizi mi arıyoruz?
Her ne yaparsak yapalım aslında kendimizi arıyoruz daha doğrusu eksikliğimizi bütünlemeyi… Ne yaptığımız çok da önemli değil isimlere takılmayalım, önemli olan nasıl yapıyoruz yaptığımızı…
Bugüne kadar en çok etkilendiğin aşk tanımı neydi?
Tanımlayamıyorum…. Aşkın var olan tanımlarını yetersiz buluyorum. Belki bir Mona Lisa tablosu….
Aşk zaman ilişkisi hakkında ne düşünüyorsun?
Aşk zamanla nereye yol alır gibi mi? Şunu söyleyeyim aşık insanın zaman algısı da değişir çünkü nörolojik olarak farklı bir faza geçer beyin.
Aşk olmasaydı sanat olur muydu?
Eros anlamında yaratıcılık, doğurganlıktır sanat. Eros olmasa ne yaşam olur ne de sanat. Sanatçı yazmasa, çizmese delirecek, çıldıracak olan kişidir. Onu delirten bu enerji aşktan başka ne olabilir.
AŞK ACI ÇEKİYOR
Aşk aslında herkesin en temel konusu olduğu hâlde, aşk, neden siyasette, felsefede bu kadar az…
Siyaset, Eros’un tersi Thanatos’tur yani ölüm. İktidar aşkı öldürür. Aşk yatay bir ilişkidir, iktidar dikey! İktidar bir tür fallokrasidir. Aşk kucaklar, sarar sarmalar, döver ama ezmez. İktidarsa işaret parmağını sallar durur. Bizim birbirimizi nasıl seveceğimizle değil kaç çocuk yapacağımızla ilgilidir.
21. yüzyılda aşk değişti mi?
21. yüzyıl, Covid19 ve kapıda bekleyen savaşlarla Thanatos çağıdır. Aşk her şeyin gösterildiği bir dönemde gösterilemeyen bir şey olarak acı çekiyor.
BATI’DAN ÇIKA ÇIKA 14 ŞUBAT ÇIKTI AMA DOĞU’DA HER GÜN 14 ŞUBAT
Doğu ve Batı felsefesi açısından aşka baktığımızda ne gibi benzerlikler ve farklar görüyoruz?
Aşk bir haz halidir. Batı’da 400’lü yıllardan 1900’lere kadar cinsellik üzerine olan baskılar aşkı da köreltti, örseledi. İslamiyet’te ve Asya dinlerinde cinsellik ve bedenle ilişki Batı (Katolik-Hıristiyan) dünyasında olduğu gibi tabularla, yasaklamalarla dolu değildi. Örneğin, Batı’da Kama Sutra ya da Itırlı Bahçe yazılmadı.
400’lerden günümüze kadar Batı dünyasında sağlık sistemleri de Doğu’daki gibi gelişmedi. Beden yasaklıydı.
Dağları delen bir Ferhat da çıkmadı Avrupa geleneğinden. Dön dolaş Romeo ve Juliet. Biz saysak sayfalara sığmaz Tahir’le Zühreler, Kerem’le Aslılar…
Batı’dan çıka çıka 14 Şubat çıktı, ama Doğu’da her gün 14 Şubat. Koskoca oryantalizmde Doğu’nun haz ve aşk anlayışı büyük bir yer tutar. Kısacası aşk Batı’da değil Doğu’dadır. Doğu dünyası Batılılaştıkça aşk da bitiyor.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.