Zeytin Ağacı açtığı kapıyı insanların üstüne kapattı
Aktüalite

Zeytin Ağacı açtığı kapıyı insanların üstüne kapattı

Zeytin Ağacı, ilk sezonu ile tüm dünyada büyük yankı uyandıran ve aile dizimini hayatımıza sokarak popülaritesini arttıran bir dizi olmuştu, bugünlerde ikinci sezonu yayınlandı. Ben de soluğu hemen Sabri Salış’ın yanında aldım. Kendisi bu dizinin esin kaynağı ve danışmanı. Bu projede bol bol onun da yaptığı “Köken Aile Açılım’’larını görüyoruz. Bana göre de ikinci sezon birincisi kadar parlak değil, yer yer sardırarak izledim. Belki artık konuya aşina olduğumdan belki de Salış’ın sohbetimizde değindiği konulardan olsa gerek. Sabri Salış, ikinci sezonla çok büyük fırsatın kaçırıldığını düşünüyor.

Bakalım bu röportajı okuduğunuzda siz ne diyeceksiniz?

İlk sezon yayınlandığında “Zeytin Ağacı” fırtınası esmişti. Şimdi ikinci sezon başladı. Bu fırtına sizce hala devam ediyor mu?

Maalesef estiğini söyleyemem. İlk sezonda birçok ülkeye ulaştık, orada izleyenlerin kalbine ulaştık, ruhlarına dokunuş yapabildik. Birinci sezon büyük devinim getirdi ve geri dönüşümleri çok olumlu olduğu için ikinci sezona devam etmek istedik. Fakat, kendi yola çıkış amacımızla yapımcıların, film sektörünün, piyasanın beklentisi arasında bir kopuş oldu. Biz, aslında kapı araladığımız ruhsal dokunuşları güçlendirmek istemiştik. Fakat insanların beklentilerinin farklı olduğu söylendi, bir yol ayrımına girdik.  O sebeple ikinci sezonda sadece “danışmanlık” yaptık, istenen bilgilerin ışığında oradaydık ama onun dışında çalışmanın içinde bulunmadık. İşin ruhunu kaybettiğini söyleyebilirim. Danışmanlık alınanlar da dizide tam anlamıyla verilememiş o nedenle çok yüzeysel kaldığını düşünüyorum.

Nihayetinde amaç bütüne hizmet, bütüne bir dokunuş yapabilmekti. Sektörün beklentisini gözetmek ve nabzını tutmaya çabalamak da sizi orta paydada buluşturmakta zorlaştırıyor. Geri bildirimlerden de aldığımız kadarıyla fırtına durmuş durumda.

Aslında birinci sezon da tutmuştu, milyonlar izledi.

Tutmuştu. Onun ikinci etabını açmak lazımdı. Çocuk doğar, bir süre sonra büyür, ergenlik aşamasına girer, yetişkin olur, yaşlanır ve bilge olur. Bu doğanın içindeki evrimdir. Çocuk doğduktan sonra onu çok sevimli, çok tatlı diye hep bebek tutmak istersen bir süre sonra büyümesinin önündeki engel olursun. Bizim amacımız onu büyütmek, bir sonraki etaba geçirmekti ama nihayetinde sektör farklıymış onu anladık. Biz de ona göre yeni bir plan, yeni bir proje hazırladık, altyapısını oluşturuyoruz. Yeni kalemlerle bir araya geliyoruz. Bilgeliği yaymak lazım çünkü çağımızda en eksik şey o. Bilgi fazlasıyla var ama işin deneyim ve pratik halini paylaşmakta eksiğiz.

ÜÇÜNCÜ SEZONDA TEKLİF GELSE DE İÇİNDE OLMAYIZ

Yani birinci sezon ile bir doğum oldu ama büyümedi, çocuk kaldı?

Evet, biraz önce dediğim gibi, gelişim yeni deneyimler ister, aynı yerde dönüp durduğumuzda çocuğun yaşama katılmasını engellemiş oluruz. Yaşamı kolaylaştırmak güzel gelir, ama risk alıp, girilmemiş alanları keşfetmek hakiki büyümeyi getirir.  Büyüyüp serpilmesine bu sezon pek izin verilmedi, sizin de izlediğiniz gibi aynı gündemlerde dönüyor hikâye ki diyaloglar ve oyunculuklarda çok çocukça durmuş bu sezon.

Oysa amacımız gelinen yerden daha ileriye ilerlemek, cesaretle daha derin dokunuşlar yapmaktı. Herkesin kendinden daha etkili eşlikler bulacağı bir buluşma olmasını isterdik. Biliyorsunuz, birinci sezon sonrasında maalesef adım başı aile dizimcisi türedi. Sağlıklı bir büyüme olmadı. Bir şey elbet popülarite kazandığında orada bir sağlıksız büyüme olabiliyor. İkinci sezonda bunun önüne geçerek işin koşulları ilerleyişi üzerine eğilebilirdik.  Çağımızda tohumlara da daha çabuk verim alabilmek için hormon veriliyor ama doğal koşullarda büyümeyen her şeyin ömrü de kısa oluyor. Bunlar hassas konular. Biraz bilmek, biraz sabırla nakşedip dokuyabilmek lazım. Bir örümcek, ağını nasıl sabırla etap etap örüyor ve büyütüyorsa bunun da böyle büyütülmesi lazım. Şu an ikinci kitap çıkıyor, bu konuları derin derin ele aldım.

3. sezon da olacak diye biliyorum, siz olacak mısınız projede?

Muhtemelen bize teklif gelmez, gelse de biz de içinde olmayız.

Siz büyük bir şekilde itiraz ettiniz o zaman?

İtiraz değil, milyonlara dokunabilecek bir kapının açılıp sonra insanlar üzerine bu kapının kapanması bana göre olmayacak bir şey. Ben çok saygılı birisiyim ve burada bana göre kişilere, topluma ve ruha büyük bir saygısızlık var. Çok sert bir kapıdır bu. Geri bildirimlerin hepsinden şunu alıyorum: “Sardıra sardıra izliyoruz.” Birincinin yazıldığı ilk andan tutun da çekim sürecinde hep içindeydik. İlk sezonu izlerken her şeyi bilmeme, senaryonun içinde olmama rağmen yine de ağlaya ağlaya izledim. Ama ikinci sezonda o ruh yok, o duygu yok, oyuncuları da o duygunun içine çekememişler. O canlılığı öldürmüşler.

Beklenen bu değil demişler ama birinci sezon olay yaratmıştı.

Birinci sezon bütün dünyada olay yarattı ve bunun devamını, sonraki aşamasını açmak lazımdı.Dünyada birçok spiritüel bilgi, Anadolu’nun da kendi ruhu var. Bunu Türkiye’ye geldiğimden beri üstüne basa basa söylüyorum. Getirdiğiniz bilgileri Anadolu’ya uyumlarsak hem Anadolu insanını hem de dünyaya açılan kapıları açabiliriz.

Aile dizimi bütün dünyada var. Anadolu’da yaptığımız ise köken aile açılımdır ve aile diziminden farklıdır. Kişi, neyi ve kimi temsil ettiğini bilmeden alana girer ama yüzde yüz neyi veya kimi temsil ettiğini söyler, bu hiç şaşmaz. Anadolu ruhu çok eski medeniyetleri içinde barındırmıştır, bütün bilgileri de bir mozaik gibi içinde tutar ve dünyaya her zaman Anadolu’dan kapılar açılmıştır. Anadolu, bütün dünyaya ışık olmuştur. Birinci sezonda köken aile açılımı ile tüm bakışlar bu alanda aslında bizim topraklarımıza döndü.  Ama ikinci sezonda dediler ki “Biz buna devam etmiyoruz.’’

Neden?

Bazı kişilerin belki kendini öne çekmek istemesi, “Ben görüneyim” demesi, Sabri Salış isminin fazla görünür olması bazı insanları rahatsız etmiş olabilir. Her şeye okey ama yapılan kolektife karşıda bir duruş.  Bir yere kadar geldik ama şimdi onu bir sonraki adıma taşıyamadık. Bu ileriye değil, bizi her şeyi yeniden başlamaya götürecek. Aslında bu kolektif bir çalışma ne Sabri Salış’ın emeği ne de başkasının. Ben sadece bir etkenim. Kendi ismimi hiçbir zaman öne çıkartmadım. Birinci sezon çıktıktan sonra birçok televizyon programından teklif geldi, kabul etmedim, “Öne çıkmayacağım” dedim.

Burada bir kolektif bir oluşum var ve Sabri Salış’ın değil, başkasının da değil. Bu bir ekip işiydi, önemli olan bunun sağlıklı bir temelde dünyaya açılmasıydı. Ancak şu an gündemdeki diğer projelerden pek bir farkı kalmadı. Bu onları küçümsemek değil ama bugüne kadar yapılmaya çalışılan bir projenin ete kemiğe bürünmesi ve köklenerek gitmesi için gereken bir süreçti. Heba oldu diyebilirim. Köken aile açılımına değinen ama rafa kalkan, bir dönem bunu denemiş bir proje olduk sadece. Ama sorun değil çabalamaktan yılmam, yeni kalemlerle yeniden başlarız.

Belgesel mi yapacaksınız?

Şu an için böyle bir bilgi veremiyorum, birdenbire çıkacak. Dışarıdan hiçbir etken olmadan…

İstediğim, Anadolu’nun ruhunu yansıtabilmek. Birçok dünyaca ünlü spiritüel hocadan ders aldım. Bana söyledikleri Anadolu’ya sahip çıkmamız gerektiği. Dünyaya açılacak kapılar, Anadolu’dan açılacak. Türkiye’de iseniz büyük sorumluluklarınız var ve ben bu sorumluluk bilinciyle geldim. Eşim Gülçin’le de el ele tutuştuk, aynı konsepti büyütüyoruz.

Sizi hayal kırıklığına uğratmışlar.

Hayat kırıklığı değil de kolektifin önüne geçmesi üzücü bir olay yoksa ben iki sene sonra tekrar başladığım yerden devam ederim. 2002’den beri Türkiye’de emek veriyorum. İki sene geriye atmış, hiç önemli değil ama insanlık için, kolektif için iki sene büyük bir zaman. Her şeyin hızlı geliştiği, insanların daraldığı, köşeye sıkıştığı, çaresiz kaldığı şu dönemde insanların elinden böyle bir bilginin, böyle bir kapının ve yolun açılmasının önlenmesi büyük bir hakaret, büyük bir eylem. Ben bunu hiçbir zaman kimseye layık görmüyorum.

ALMANLAR, İSPANYOLLAR, FRANSIZLAR ÇEKMEK İSTEDİ SETLERİ PATLADI

Senarist Nuran Evren Şit mi size mi geldi?

O geldi, birçok kişi geldi çalışmalarımıza katıldı. Bir açılım sonrası konuştuk bu projeyi. Almanlar çekmeye çalıştı olmadı, benim bildiğim kadarıyla Fransızlar ve İspanyollar da çekmeye çalıştı. Hepsinin seti patladı. Bunu “Anadolu’dan çıkartmamız lazım” dedim. O dönem herkesle iletişime geçti, mücadele verdi. Senaryo yazarak her tarafa gitti. Hepimiz bütün kalbimizle yol aldık, büyük bir başarı da sağladık.

Ben aile dizimine katıldım, daha önce sizinkine de 2 kere geldim. Ama sizinki çok başka bir şey…

İşte bu Anadolu’ya mahsus ve Anadolu’dan kendini geliştiren bir yapı. Buradaki hikayeler çok farklı. Yurt dışında o temalar veya o konularla ilgili açılımlar yapılmıyor.

Ama yurt dışında da herkesin geçmişi çok kanlı sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil ki. Yanlış mı düşünüyorum?

Anadolu’da çok göç var hep savaş olmuş.

Yunanistan’da böyle değil mi?

Hep böyle çalışıyor, bütün dünyada var. Ama burada açılan bilgiler daha kolektif, daha temel. Yunanistan’da da göç ve Türkiye ile savaş çıkıyor. Temaların çoğu benzer ama Avrupa ülkelerinde isim yok. Mesela benim dedemin ismi Hans diye çocuğuma Hans ismini vermiyorum. Büyük birinin ismini aldığında önce onun kaderini alıyorsun. Onu yaşamaya başlıyorsun. Anadolu’da süt olayı da var. Bu ve birçok tema aile dizimi eğitimlerinde yok.

Bu, Anadolu’ya mahsus bir açılım ve Avrupa’da açamıyorsun. Aile dizimi tekniktir. Sizinle konuşulur. İsminizi söyledikten sonra bütün aile hikayesini anlatırsınız, kişileri, karakterleri anlatırsın, annem böyle, dedem böyle dersiniz. Sonra çalıştırılacak konu bellidir. Herkes bilir zaten hangi konunun çalışılacağını. Köken Aile Açılımında ise alana, katılımcılara bir şey anlatmanıza gerek yok çünkü Anadolu diyor ki ruhunda zaten o bilgi var. Ruhuna güvendiğinde o bilgi kendini görünür kılıyor.

Bana sihir yapıyormuş gibi geliyorsunuz.

Evet, herkes öyle düşünüyor. Ben hep şunu söylüyorum, bunu sen de okuyabilirsin. Sen sadece inanmıyorsun ya da güvenmiyorsun. Japonya’ya gittiğimizi düşünün. Sen hiç Japonca bilmiyorsun ve ben okuyup yazabiliyorum. Şekillere bakıyorum. Sana göre anlamsız gelen bir şeye ben diyorum ki “Sağa dönünce sol tarafta şu bina var.” Ve sen diyorsun ki “Sabri bildi” oysa Sabri bilmiyor. Sabri sadece ruhu okuyabilir yani Japonca biliyor. Bunu sen de yapabilirsin.

Ben inanmayarak ya da yarı inanarak geliyorum zaten…

İnanmanıza gerek yok. Bunun inanışla bir alakası yok. Suya girince ıslanıyorsan bu da böyle. Enerji alanındaysan zaten akıyor.

Morfogenetik alan diyorsunuz siz de, o nedir?

Ben de bilmiyorum sadece işlediğini biliyorum. İçindeyiz ve işliyor.

Siz kimden eğitim aldınız?

Farklı hocalarım oldu, Bert Hellinger’den de eğitim aldım, onlar teknik çalışıyor. Bert Hellinger’den önce de çok farklı formlar vardı. Amerikalı psikolog Virginia Satir, o başlatıyor. Aileleri çağırıyor; anneyi, babayı, çocuğu kaldırıyor. Herkes kendi kendini temsil ediyor. Sonra aralarında aile dizimi yapar gibi konuşturuyor ve çözüyor. Bir gün bir aile çok fazla kaos içinde ve gelemiyorlar. Diğer aileyi kaldırıyor. Onları temsille çalışıyor ve sistemin çalıştığını görüyor.   Diyor ki “Onların gıyabında çalıştığımız halde çalıştı.” Bert Hellinger de Amerika’da buradan eğitim aldı Almanya’ya gelince buna aile dizimi adını verdi, onu büyüttü. Hellinger “Bu böyle ve bundan sonra değişmez” demiyor. Ondan önce vardı. Ondan sonra da var. Şimdi de sistem, köken aile açılımı formuna girdi.

Bu size ait bir şey ama değil mi?

Anadolu’ya ait, bana değil. Benimle sadece açıldı. Şu an sadece ben yapıyorum, henüz eğitimini vermiyorum.

Eğitim verecek misiniz?

Tabii ki, böyle tavuk gibi üzerinde oturup da yumurtaların içinde hiçbir şey çıkmasına izin vermemek gibi bir şey olur eğitim vermemek. Bilgiyi verdikçe çoğalır, verdikçe bana da daha fazlası akar. Kendi önümü de bu bilginin önü de kapatamam. Madem geldi, iyice otursun. Ondan sonra eğitimini de vereceğim ve bu böyle evrilerek gidecektir. Onun için köken aile açılımı biraz daha farklı, biz teknik çalışmıyoruz. Köken aile açılımı, daha ruhsal, daha derinlere dokunuş yapıyor. Onun için kendinde neler değiştireceğini gelen kişiler zamanla görüyor.

AMAÇ SENİ USTALAŞTIRMAK

Ben çok yorgun hissettim geldikten sonra.

Günlerce uyuyan var. Yeniden yapılanma süreci, bir değişim dönüşüme girme sürecidir o yorgunluk dönemi. O bittikten sonra yeniden hazır olursunuz. İleriye de alamıyoruz erteleyemiyoruz da. Kalıpların kalkması zaman ister bazı taşlar yerinden oynatılıyor. Ben de isterim hemen yarın her şey değişsin ama biz bilgisayar değiliz ki bize yeni yazılım yüklensin. Sana bir dokunuş yapıyoruz ve kendin bula bula ilerliyorsun. Sen buluyorsun, sen çözüyorsun. Sen içinden çıkıyor, sen değiştiriyorsun. O zaman da bu konularda ustalaşıyorsun. Bir daha bana ya da başka kimseye ihtiyacın kalmıyor. Bu konular senin için tamamen bitiyor. Amaç, seni ustalaştırmak.

KURTARICI BEKLEMEMELİ HEPİMİZ ATATÜRK OLMALIYIZ

Siz Anadolu diyorsunuz ama Müge Anlı izlediğimde “Anadolu insanının kadimliği nerede?” diyorum. Ya da hayvanlara davranışları… Mardin ve Diyarbakır’da yangın çıktığında köylüler yanan hayvanlarını tedavi için vermediler insanlara, parayla satmaya çalıştılar. O hayvanların bakımı yaptırtmadılar. O hayvanlar acı çekti. Kadim dediğiniz bu insanlar nerede?

Anadolu’nun tarihine baktığında medeniyetler doğar, yükselir, tepe yapar. Sonra düşer. Şu an dibe doğru, karanlığa doğru gidiyor. Karanlığa doğru giderken herkes isyan eder, kavga eder, küfreder ya da saldırıya geçer. Böyle yaptığımız için anlamıyoruz. Biliriz ki karanlıktan ışık doğar. Karanlığa öfkeyle indiğimiz için tam anlamıyla düze çıkamıyoruz. Öfkeyi çözmediğimiz için bir daha bir daha giriyoruz, bu ilahi düzende böyledir. Gecenin gündüzü var. Sıcağın soğuğu var. Bu birbirini tamamlayan bir şey dediğimizde her karanlıkta yeniden doğarız.

Şimdi Osmanlı’nın son dönemini düşünün. Osmanlı doğdu, büyüdü, muhteşem bir şeydi. Son dönemi çok kötü, bunu herkes biliyor: vergiler, savaşlar… Korkunç bir dönem. Şu an yaşadığımız dönemi o zaman da yaşadık, kaç bin defa yaşadık. Sevgiyle oraya gidersek yeniden doğacak şey bir daha çökmez. Bunu bir kişi yapabildi o da Atatürk’tü. Kendini hazırladı “Değişecek, dönüşecek.” dedi. Kendi ödevini, görevini aldı. Ama tek başınaydı, düşün beş bin kişi öyle düşünseydi ve beş bin kişi Atatürk gibi kendini geliştirseydi sonrasında ne olurdu? Anadolu’dan Cumhuriyetin getirdiği bilgi dünyayı değiştirmişti. Biz kadına oy hakkını verdik, Avrupa daha sonra verdi. Şimdi hepsi bizden önde. Bin tane Atatürk olsaydı o dönem şu an karanlığa girmiyorduk.

Ya da biraz daha fazla yaşasaydı?

Yok öyle bir şey. O yapacağını yaptı. Kendisi de “Şayet bir gün, çaresiz kalırsanız bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.” demiştir. İlahi düzen bambaşka çalışıyor. Şu dönem sevgiyle girersen sevgiyle doğacak. Sümerler geldi, Akatlar geldi, hepsi yükseldi ama çöküş dönemlerinde bir Firavun geldi. O da bir hizmettir ve ona kızmana gerek yok. Biz Atatürk’ü ve bu sistemi anlamadık, daha iyisine adım atalım ve bu sefer hiç çökmesin istiyorsak olanı seveceğiz. Zor ama imkânsız değil. Sevgiyle girersen sevgiyle çıkarsın, şu an öldük bittik dersen yeni gelenlere de bunu yaşatırsın. Kolektif düşüncemiz ileriyi etkiliyor.

Ne yapmalı?

Farklı bir bilince geleceğiz. Hayvanlara çok kişi dokunuyor. Bizim için hayvan kedi, köpek, kuş, balık ve çok tatlılar. Hepimiz seviyoruz ve hayvan sevgimiz var diyoruz değil mi? Hayvan sevgisi falan yok, bu sadece bir illüzyon. Gerçek hayvan sevgisi nedir biliyor musun? Eğer hamamböceğini sevebiliyorsan, bok böceğinin sevebiliyorsan, biti sevebiliyorsan bütün hayvanları gerçekten kediler, köpekler gibi koruyabiliyorsan, dokunabiliyorsan hayvan sevgisi var. Yoksa dört tane hayvanı sevip evde hamamböceği çıktı öldürdüm, bit buldum kafanda ilaçladım ile olmaz. O zaman hayvan sevgisi kimsede yok, kimse kusura bakmasın. Köpeklere yapılan saldırılarla bütün hayvanların ilgisini ve sevgisini insanlara aşılayabiliriz. Bu, bir kapı. Bütün hayvanları seveceğiz ve hepsi için ayağa kalkacağız. Böyle bir dönüşüme götürebilirsek yaptığımız eylem yerine gelir yoksa sadece köpekler için eylem yaparız yasa da geri geçilir ama hiçbir işe yaramaz, açmaya çalışılan kapı kapanır. Eğer şu bilgiyi açamazsak biri daha gelecek ve aynı şeyi bir daha yaşayacağız.

Bir daha mı yaşayacağız?

İlahi düzen biraz başka çalışıyor. Bizi öğretilen sistemden farklı çalışıyor işte bunları etap etap açacağımız bir şeydi Zeytin Ağacı ile. Ama şu an bu kapıların hepsi kapalı. Dünyanın daha kötü gittiği bir dönemde milyarlara dokunduğumuz bir kapı kapandı. Daha farklı alanlara taşıyacaktık biz bunu. Bebekti, çocuk olacaktı, yetişkin olacaktı bilgi olacaktı. Bilgi olduğunda dünya tamamen bilgi olarak değişmiş, dönüşmüş olacaktı. Hepimiz Atatürk olacaktık ve bir daha oraya dönmeyecektik. Şimdi bu kapı kapandı. İnşallah iki sene sonra aynı kapıyı açacağız ve öyle bir gelişime koyacağız ama dünyanın iki senesini çaldılar.


Sabri Salış’ın 1. Sezon için verdiği röportajı okumak için tıklayınız.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.