Psikolog ve Dışavurumcu Sanat Terapisti Suzi Amado’ya göre hayatımızın gidişatını üç şey belirliyor: Zorlukları nasıl karşıladığımız, kendi kırılganlığımızı nasıl koruduğumuz ve kaynaklarımızı ne kadar artırdığımız… Bunları nasıl yapacağımız ise ruhumuzun bağışıklığı ile doğrudan bağlantılı…
Hayat üstümüze üstümüze geliyor. Kalbimiz kırılıyor. Zorlukların altında eziliyoruz. Kalbimiz kırılıyor. Hayır diyemiyoruz. Kalbimiz kırılıyor. Sınırlarımızı çizemiyoruz. Kalbimiz kırılıyor. İşleri yetiştiremiyoruz. Kalbimiz kırılıyor. Kırılan parçaları toplayıp yola devam etmek her zaman kolay olmuyor. Kendimizin ya da başka birinin kırık kalbimizi tutmasına, sevmesine, sarıp sarmalamasına ihtiyaç duyuyoruz. Peki, kırık bir kalp nasıl tutulur? Klinik Psikolog ve Dışavurumcu Sanat Terapisti Suzi Amado, Kırık Bir Kalbi Tutmak kitabında bu sorunun olası cevaplarıyla okuyucuya ulaşıyor.
Koç Üniversitesi’ndeki psikoloji eğitiminin ardından Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde klinik psikoloji alanında yüksek lisans yapan Suzi Amado, sanat terapisi yüksek lisansını da California Institute of Integral Studies’te tamamlamış. ABD’deki yüksek lisansının son yılında da California Pasifici Medical Center’da kanser hastaları, organ nakli bekleyenler ve yoğun bakımda kalan kişilerle çalışmış. 2012 yılında İstanbul’a dönen Amado, halen terapistlik yapmaya, süpervizyon vermeye ve mindfulness, zaman yönetimi, duygusal ilkyardım ile psikolojik esneklik eğitimlerine devam ediyor.
Neredeyse sekiz yıla ulaşan tanışıklığımızın ilk anından itibaren hissettiğim güven ve samimiyet duygusunu bu kez kitabı ile okuyucularına aktaran Suzi Amado, ruhumuzun bağışıklık sistemini güçlendirmeye yönelik davetleriyle kendimize, içimize ve dış dünyaya daha farklı bakabileceğimiz pratikler sunuyor.
“Bu kitap öğrendiklerimden, deneyimlerimden süzüp okuyucuya sunduğum bir davet. Çünkü çoğu zaman kırık bir kalbin ona sahip çıkan birine ve onu seven insanlara ihtiyacı var. Bunca yıl içinde birinin iyi olmasını içtenlikle istemenin, iyileşme sürecinin en önemli unsurlarından biri olduğunu gördüm. Dilerim, senin kendini daha iyi hissetmene yönelik içten isteğin, bu satırların arasından sana ulaşır” diyor Amado.
Ben de birazdan okumanızı ümit ettiğim satırların Amado’nun da dileği olan “Kırık bir kalbi tutmak mümkün” cümlesini gerçek kılmasını dilerim…
Kırık Bir Kalbi Tutmak kitabının yazım serüveni nasıl başladı? Bu kitabı yazmak ne zamandan bu yana aklınızdaydı, kalbinizdeydi?
Aslında ilk kitabım “Ruhuna Pansuman”ı yazmadan önce böyle bir kitap yazmak istemiştim. Tohumları yıllar önce atıldı yani ama o zaman içimdeki bilgileri kendi istediğim duruluğa gelecek kadar süzmemişim, belki deneyimim yetmemiş ya da özdisiplinim yeterli değilmiş yahut -ki bence esas açıklama bu- zamanı değilmiş. Zamanı gelince yolum Doğan Novus ile -bence çok sihirli bir şekilde- keşisti. Yıllar önce bulduğumuz ad, içine katmak istediğim içerik derken beni çok büyüten ve heyecanlandıran süreç başladı.
“Bu kitap öğrendiklerimden ve deneyimlerimlerinden süzüp sana sunduğum bir davet” diyorsunuz. Davet, bizim çok sık karşılaşmadığımız bir yaklaşım. Genellikle öğüt verme, yorum yapma aşamasından ulaşmaya çalışıyoruz karşımızdakine. Davet kelimesinin sizin için anlamını ve neden özellikle daveti tercih ettiğinizi anlatır mısınız?
Ben davet kelimesini çok seviyorum. Terapi odasında da yaptığım tüm atölyelerde de çerçeveyi bu şekilde çiziyorum; benim araştırmalarım, eğitimim ve kişisel deneyimlerimden süzdüklerim ve sunduklarım bunlar. Siz içinize sineni alın, kalanını salın… Hiçbir pratik, uygulama ya da terapi yaklaşımı herkese iyi gelmez ve öyle olduğunu iddia etmek pratiği deneyen ve fayda görmeyen kişiyi zor durumda bırakır. Sanki pratik işe yarıyor da kişiyle ilgili bir sorun var gibi… Herhangi birine bunu hissettirmeyi istemem. Kendim de geçmişte denediğim onyüzbin şeyin çoğunda böyle hissettim ve çok rahatsız oldum. Ve bazen, bize faydalı olacak bir şeyden keyif almayız. O zaman da o şeyi yapmamız gerekmez. Demek istediğim, bize iyi gelecek, kendimize özel bir pratik ve deneyim kombinasyonumuzu bulabiliriz ve uygulayabiliriz. Amacım ikna etmek değil, olasılıklar sunmak, kapılar açmak, kişinin kendi kendine yapabileceği pratikleri önermek ve kendi pratiklerini yaratmaları için ilham olmak… Bir okur, kitabın sadece bir pratiğini faydalı bulsa ve bununla hayatını kolaylaştırsa bile bu çok güzel bir şey. Ben kendi hayatımda ilginç ve faydalı bulduklarımı yazdım. Kendi hayatım derken de, profesyonel hayatımı, içinden geçtiğim eğitimleri, okuduklarımı ve gözlemlediklerimi kastediyorum… Dilerim tüm bunlar birilerine ilham olur, birilerinin hayatını kolaylaştırır.
Daha önce “Ruhuna Pansuman” adlı kitabı yazan Suzi Amado’nun Doğan Kitap etiketini taşıyan Kırık Bir Kalbi Tutmak kitabı kısa bir süre önce raflarda yerini aldı.
Kitabın alt başlığı da “Ruhunun bağışıklık sistemini güçlendir”. Ne demek ruhumuzun bağışıklık sistemini güçlendirmek? Ya da şöyle sorayım, ruhumuzun bağışıklık sistemi güçlenince ne olur?
Hayatımızın gidişatını üç şey belirliyor; zorlukları nasıl karşıladığımız, kendi kırılganlığımızı nasıl koruduğumuz ve kaynaklarımızı ne kadar artırdığımız… Bu kitapta, zor deneyimleri biraz daha yumuşak karşılayabilmemiz için ruhumuzun bağışıklık sistemini nasıl güçlendirebileceğimizi anlatıyorum. Zor bir deneyim yaşadığımızda onu kalbimizde ve zihnimizde bir yere yerleştirme süreci nasıl oluyor, bu noktada kendi kırılganlığımızı nasıl koruyabiliriz ve genel olarak kaynaklarımızı nasıl artırabiliriz? Bunlardan bahsediyorum ve ruhumuzun bağışıklık sistemini güçlendirebilecek pratikler sunuyorum. Bu sayede zor bir deneyimle karşılaştığımızda bununla daha rahat baş ediyoruz. Normal hayat akışlarımızda da daha keyifli, üretken ve rahat olabiliyoruz. Bağışıklık sistemi güçlü bir vücutta olanların bağışıklık sistemi güçlü bir ruhtaki karşılığı diyebiliriz.
Kitabın yazma sürecine gelirsek çerçeveyi nasıl belirlediniz? Hangi kriterleri göz önüne aldınız?
Aslında bu benim hiç öngörmediğim şekilde çok akışkan bir süreç oldu. Önce psikolojik esneklik (resilience) ile ilgili bir kitap yazmak istedim. Kırık bir kalbi tutmak ise hikayesini kitapta da anlattığım yıllar öncesinden bir imaj benim için. Yazdıkça içine başka şeyler katma işteği uyandı içimde ve her aşamada editörüm Handan Akdemir’i arayıp “Böyle bir şey de eklesek nasıl olur?” dedim. Kendi kırık kalbini, başka birinin kırık kalbini ve profesyonel olarak kırık bir kalbi tutma çerçevesi oluştuğunda Handan herkesin yapabileceği bol bol pratik yazmamı önerdi. Ben de özellikle kolay ve kendi kendine uygulanacak bol bol pratik ya da davet yazarak şekillendirdim.
Yazarken çok zorlandığınız anlar oldu mu? Nasıl aştınız zorlukları? Yani sizin için en çok işe yarayan yöntem hangisi oldu?
Kitabı yazarken çok zorlandım. Çok yoğun çalışıyordum ve bir teslim tarihim vardı. İlk kez bir yaratıcı işim için teslim tarihim oldu. Şimdiye kadarki tüm yaratıcı projelerimde kendi zaman akışımda çalışmıştım. O yüzden altı ay boyunca çalışmadığım ve uyumadığım zamanların çoğunda kitap ile ilgilendim. Sık sık evde misafir varken sohbetin ortasında kalkıp yazmaya gittim. Gece 12’de günün yoğunluğundan beynimi boşalttıktan sonra sabahın ilk saatlerine kadar yazdım. Bu arada sürecin bir kısmında ailemle yaşadım ve onları da bol bol darladım. Zorlandığımda bir noktada kitapta anlattığım pratikleri uygulamaya başladım. Yaz dönemi bilinçli olarak açık havada arkadaşlarımla vakit geçirmeye zaman ayırmak iyi geldi. Ailem gerçekten çok destek oldu. Odaklanmakta zorlandığım için sürekli ASMR dinledim yazarken ve çok iyi geldi. Bir de benim en önemli sığınaklarımdan biri mindfulness ve meditasyon. Kendi pratiğimi gerçekten çok düzenli yapmaya özen gösterdim.
Mindfulness ile ilgili özellikle sormak istediğim bir konu var. Bu yaklaşım yani mindfulness, sorunu ve sorumluluğu her zaman kişinin kendisine verdiği için eleştiriliyor. Şöyle açıklamaya çalışayım… “Dünyada her şey bu kadar kötü giderken, trafik varken ben onlara tepki göstermek yerine neden kendimi düzeltmek zorundayım? Bu işin sorumluları ekonomiyi, trafiği düzeltmek zorunda değil mi? Mindfulness beni daha pasif bir kişi haline getiriyor” diyenlere nasıl cevap vermek istersiniz?
Öncelikle mindfulnessin amacı kendini düzeltmek değil. Hiçbir şeyi düzeltmek değil. Mindfulness an be an deneyimimizi farkında olma ve kendimizi gözlemleyebilme hali. Ve daha sonra hayatı da gözlemleyebilme hali… Mindfulness kabul odaklı bir deneyim. Kendimi gözlemleyebilir ve olduğum gibi kabul edebilir miyim? Deneyimimle, duygumla, düşüncemle özdeşleşmek yerine onlarla arama bir mesafe koyabilir miyim? Ve sonra o üzüntüde, o düşüncelerle ne kadar vakit geçireceğime karar verebilir miyim? Yani düşünce sarmalına girdiğimde ondan çıkabileceğimi, kendimi bir duyguya kaptırdığımda ondan ayrışabileceğimi bilebilir miyim? Bu sayede hem her deneyimi daha dokulu yaşarım hem de hangi deneyimi salacağıma, hangi deneyimi büyüteceğime dair biraz daha fazla seçim hakkım olur. Biz, bir şeye üzüldüğümüzde, öfkelendiğimizde ya da bir düşünce sarmalına girdiğimizde, otomatik olarak onu büyütecek şeyler düşünmeye meyilli oluyoruz. Mindfulness bu otomatikliği kırıyor; bizi bir mola vermeye ve reaksiyon göstermek yerine yanıt vermeye davet ediyor. Ve bu yolla, kendi hayat kalitemizi yükseltecek yanıtlar arayışına giriyoruz. Mindfulness bize kendimiz olmak için alan açıyor. Ama davet kelimesini açarken söylediğim gibi bu bir davet, herkese iyi gelmeyebilir, herkese uymayabilir. Benim küçük dünyamı güzelleştirdi, beni ferahlattı, ben bu yüzden paylaşıyorum.
TEMENOS: İYİLEŞMENİN GERÇEKLEŞTİĞİ ALAN
Kitap içinde birçok okuyucu için ilgi çekici kavramlardan birinin de temenos olacağını düşünüyorum. Temenosu Mümkün Dergi okuyucuları için de anlatmanızı rica edebilir miyim?
Temenos, Yunanca “kutsal alan” demek. Benim okulumda ve yaklaşımımda yetişen sanat terapistleri için temenos iyileşmenin gerçekleştiği alan demek. Biz terapistler, terapi yaptığımız alanları, destek veren ve destek alan kişinin buluştuğu iyileşme alanları gibi görürüz. Bu noktada odanın içinde olan objeler, koltukların renkleri, kitaplar, diplomaların asılı olup olmaması gibi birçok unsurun terapötik alana etkisi vardır. Temenosa aynı zamanda eğitimimizi, empatimizi, şefkatimizi, değerlerimizi, deneyimlerimizi ve daha bir çok şeyi getiririz. Ortamı kontrol edemiyorsak mesela bir hastane odasındaysak varoluşumuzla o odada bir temenos yaratmaya niyet ederiz. Her terapistin temenosu kendine hastır ama mutlaka etik, empati ve şefkat içerir. Etik bir terapist olmak tabii iyi bir eğitimi ve kendi terapi sürecinden geçmiş olmayı da barındırıyor. Özellikle online terapinin bu kadar yaygın olduğu günlerde bir bilgisayar ekranında biz temenos oluyoruz. Ayrıca her şeyin temenosu olabilir. Yaratıcılığın gerçekleştiği alan, oyun oynanan alan, keyif alanı, okuma alanı gibi… Davet, bizim için anlamlı bir konuda kendi temenosumuzu yaratmaya…
Bölüm aralarında ilham verici sözler var. Bu sözlerin okuyucuları harekete geçirme konusundaki gücü, etkisi hakkında neler söylemek istersiniz? Sizin en çok etkilendiğiniz söz, -bu kitabın dışında da olabilir- hangisiydi? Nedenlerini anlatır mısınız?
Kitaptaki sözler de zaman içinde okuduğumda kalbime değen sözler. Bazıları kitabı yazdığım altı ayda tesadüfen karşıma çıktı, bazıları çok önceden. Birçoğunu ilk okuduğumda içim ısındı. Mesela Eckhart Tolle’nin “Şimdiki an arkadaşın olsun” sözü, biraz o sözle vakit geçirince ilk duyulduğundan çok daha derin gelmişti bana. Sözleri eklerken niyetim insanları harekete geçirmek değildi. Kendi kalbime değenler, belki okurun da iç dünyasında karşılık bulur diye düşündüm. Hepsi farklı zamanlarda çok etkilendiğim sözler… Şu sıralar sanırım Gülten Akın’dan “Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” sözü içimde yankı buluyor ve kendim ara ara durup ince şeyleri anlamaya niyet ediyorum. Bu sayede kalbimi ısıtan ve genişleten çok deneyim yaşadım insanlarla.
Kitabı okuyanlara uygulama ve benzeri konularda söylemek istedikleriniz neler? Yani genel olarak bu kitabın okuyanlarda nasıl bir etki yapmasını arzu ediyorsunuz?
Birinci dileğim keyif almaları, okurken verdikleri zamanın onlar için keyifli geçmesi, bu kitabın içinden istediklerini alıp hayatlarına katabilecekleri bir kaynak olması. Kitabım birilerine iyi gelirse, faydalı olursa, hayatlarını kolaylaştırırsa ne mutlu bana! Bir de ben, yıllar içinde birçok şeyi, içtenlikle yazılmış ve bilgiyi cömertçe paylaşan kitaplardan öğrendim. Umarım okur da benim kitabımı içten ve cömert bulur. Bu beni gerçekten çok mutlu eder.
Şimdi gelelim baskı sonrası sürece… Kırık Bir Kalbi Tutmak’ın bundan sonraki sürecinde neler olacak? Sesli kitap, söyleşi vb. gibi planlarınız var mı?
Sesli kitap benim hayalim. Çok isterim çünkü hayatta düzenli yaptığım iki şey var; biri meditasyon diğeri kitap dinlemek. Uzun yıllardır kendime ayırdığım zamanın ciddi bir kısmını kitap dinleyerek geçiriyorum. Şimdilik pandemiden dolayı her şeyi dijital ortamda yapıyoruz. Ben de heyecanla bekliyorum kitabın yolculuğunun bir sonraki bölümünde neler olağını.
Mümkün Dergi söyleşilerinde genellikle son sorumuz da o kişinin mümkün kavramına yüklediği anlamlara dair oluyor. Sizin “mümkün”ünüz ne olur diye sorsam…
Kendi kırık kalbimizi nasıl tutabiliriz, birinin kırık kalbini nasıl tutabiliriz? Ve kendi kırık kalbimizi bir profesyonele emanet ettiğimizde o bunu nasıl tutabilir? Sanırım sizin sorunuza “Kırık bir kalbi tutmak mümkün” diye yanıt vermek isterim.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.