Yaşadığımız deprem felaketinden sonra cömertliğe bakış açım değişti. Televizyonda ve sosyal medyada izlediklerimizden sonra birçoğumuz sandıklara, dolaplara koştuk veya para yardımı yaptık. Yardım paketlerinin içinden şuursuz şeyler de çıktı; şortlar, saç şekillendiriciler, yüz yıldır kullanılmayan işli yatak örtüleri, kocaman dantelli masa örtüleri, bikiniler…
Cömert olmak elindekini dökmek değil, elini kalbine koyma hali…
Çoğumuz kıyafetlerimizden, masamızdaki sıcak çorbamızdan utandık çünkü kalbimiz acıyor. Bu yaşadıklarımız kolektif bir travma. Anadolu toprakları yüzyıllardır göç, deprem, acı üzerine acı yaşıyor ve yeniden yeniden ayağa kalkıyor. Kalbin cömertliği ile başarıyor bence. Kalbimizin bir yanı paylaş diyor, elinde ne varsa yarısı senin yarısı benim. Bir yanımız göç. Yokluk torunları “Ya bana kalmazsa, ya şimdiki düzenim bozulur da ben muhtaç olursam” diyor, stokluyor ve harika bir senaryo ile sandıktakileri çıkarıveriyor. Derinlerdeki korkusu öyle kocaman bir kara delik ki kalbinin saf ışığını yutuyor.
Kök çakra yazılarını hatırlarsanız, bu çakranın gölge yanı korkuydu. Hayatta kalma korkusu yaşayan bir insanın cömert olmasını bekleyebilir miyiz?
Bu arada cömert olmaya şöyle bir açıklık getirelim; cömertlik elindekinin hepsini ver sen aç kal, cömertçe sevgini dağıt kendini taşlara vur değil. Cömert olmak istiyorsan önce kendi merkezine gelmen gerekiyor ki verebilme kapasiten çoğalsın yani kabın genişlesin. Bu hayatta var olduğunu hatırlamaya, bedenini fark etmeye, hayatın akışında karşına çıkacak olumsuzluklara yeni bakış açıları getirmek için esnek ve dayanıklı bir sinir sistemine ihtiyacın var. Yaptığın cömertliği sosyal medyada yayınlamayacak dengeli bir egoya, gördüklerini sindirebilecek güce ve iradeye ihtiyacın var ki bu, ilk üç çakranın dengesi demek.
Şimdi kalpte cömert olmayı deneyimleyebilirsin…
13 Şubat’ta İzmir Havalimanı’nda yaşadığım deneyimi anlatmak istiyorum.
223 numaralı kapı önünde uçağın alım yapmasını bekliyorduk. İçerisi genelde olduğundan daha kalabalık ancak insanların birbirine daha saygılı olduğu dikkatimi çekti önce. Ben insanları izlemeyi çok severim. Yine izlediğim bir gündü ki bir kadın telefonda konuşurken ağlamaya başladı. Ortamın sesi yavaş yavaş azalırken kadının sesi yükseldi. “Bu günüm, dünüm, hepsini gömdüm, nasıl dayanılır bu acıya” diyerek ağlıyordu. Herkes sustu. Hepimiz kadına kaçamak gözlerle bakıyoruz, kiminin gözleri doldu, kimi uzaklaştı. Herkes öyle acı içinde kadına bakıyor ki en cömert halimizle acımızı ortaya döküyoruz. Önce bu hali beğendim, vayy dedim acıyı paylaşabilen bir toplum olduk. Telefonu kapatan kadın ağlamaya devam etti, yanındaki eşi ağlama artık dedi, sarıldı, ortalık hala sessiz ve hala acıyan kalplerimizle kadına bakıyoruz. Kadın nefes alamamaya başladı, elleri dizlerine dokunmuyordu. Bir anda topladım kendimi: Heyyyy! Acıyı paylaşmıyoruz, kimse merkezinde değil, herkes kadının acısı ile savruldu ve büyütüyoruz acıyı. Kalbin enerjisi çok yüksek, acının kara deliğine doğru bırakıyoruz kadını, hala nefes alamıyor ve boğazındaki eşarbı çekiştiriyor. Elimi kalbime koydum, nefesimi ve kalp atışlarımı dinledim; üzülüyorum, kalbim acıyor. Sözlerinde ve gözlerinde hissettiklerim acıtıyor beni ancak şu anda bu acı benim değil. Onun acısı ve ona destek olabilmek için onun acısına kapılmak yerine kendi merkezimde kalabilmeliyim. Ellerimi bacaklarıma götürdüm, biraz sıktım ayağa kalktım, ayak tabanlarımı fark ederek lavaboya yürüdüm, yüzümü yıkadım, gözlerime baktım aynada, derin nefes aldım ve ağzımdan verdim nefesimi, döndüğümde kadın daha çok ağlıyordu ama daha sessiz. Karşısındaki koltuğa oturdum ve onun için derin nefesler aldım, reiki şifa enerjisi verdim, bir süre sonra göz göze geldik, benim gibi ellerini dizlerine koydu. Önünde diz çöktüm, ellerimi dizlerine koydum, o da benim ellerimi tuttu. Bir süre birlikte nefes aldık ve o anlatmaya devam etti. Kızını, babasını kaybetmiş depremde, ben sadece dinledim, arada derin nefes aldım ağzımdan verdim, o da benimle birlikte nefes verdi, ağlaması çoğaldı, gözyaşları yanaklarından döküldü. Ellerimi daha sıkı tuttu, kızını, acısını anlattı, ben sadece dinledim. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan nefes alarak dinledim, artık o da rahat nefes almaya başlamıştı, kafamı kaldırdığımda herkes uçağa binmişti ve uçağın kalkma saati gelmişti. Kapıdaki yer hostesiyle göz göze geldik, hiçbir şey söylemeden gözü ile bekliyoruz dedi. Kadın biraz sakinleşti, birbirimize sarıldık ve uçağa bindik.
Sırtımı koltuğa yasladığımda yaptığıma çok şaşırdım; hiç tanımadığım birine yardım istemediyse veya öğrencim değilse yaklaşmam. Üzüntümü kabul edip dönüştürerek harekete geçmek bana da iyi geldi, kalbimi cömertçe açtığımı hissettim.
Bu ay Mümkün Dergi yazılarıma kalbimi konuk ettim.
Cömert olmak açık kalpli olmaktan geçiyor.
Sevgi ve şefkatle kalın, nefes alın, kalbinizi cömertçe açın.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.