İlişkiler

Aşk mümkün

Sen benim sarhoşluğumsun, ne ayıldım, ne ayılabilirim, ne ayılmak isterim…

Nazım Hikmet

 AŞK PARALEL EVRENE GİRMEKTİR

Âşık ol, tek biletle hem cennete hem cehenneme gidersin der, unutulmaz Parfümün Dansı kitabının yazarı Tom Robbins. Bugüne kadar aşkı tanımlayan en beğendiğim tanımlama olabilirdi ama dahası var. Aşk hikayesinde ‘aşk hiçbir zaman pişman olmamaktır’ der. Doğru ama dahası var. Dualite dünyasının iki kutbunda gönüllü bir bipolar bozukluğa razı olmaktır belki de. Ama dahası var. Semanın ilahi katlarına yükselmek ve bazen de alt dünyada sürgüne gönderilmiş bir melek olmak. Yeraltı dünyasının Tanrısı Hades’in ölümcül nemli ve soğuk öpücüğünü hissetmek. Koşullu sevgi diyarından soyunup anadan üryan koşulsuz sevgiye geçebilmek. Aşk bunların hepsi ve belki de hiçbiri değil. Hormonların zalim olduğu yaşlarda belki daha dünyevi, daha mutedil olduğu yaşlarda ise daha uhrevi belki. Belki hem o hem de o değil.

Hormonlar açısından bakarsak aşkı bir biyokimyasal reaksiyona indirgersek şöyle anlatabiliriz, şunları söyleyebiliriz belki…

Dopamin, oksitosin, noradrenalin, feniletilamin, vazopressin ve serotonin. Bunlara aşk hormonları deniyor. “Dopamin ödül sisteminin temel molekülü. Özlemek, sevgiliyi görmeden duramamak ve tutku, onun işlevi. Oksitosin eşler arasında bağlanmayı sağlıyor. Normalde emzirme ve orgazm sırasında artıyor ve sosyal bağlanmaya hizmet ediyor. Eşler arasında sevgi, şefkat ve empati yaratıyor. Noradrenalin, sevgi ve aşk esnasında yüz kızarması, göz bebeklerinde büyüme, çarpıntı ve heyecandan sorumlu. Adrenalinin etkisi de eklenirse mide krampları, ellerde titreme ve terleme görülebiliyor. Vazopressin de oksitosin kadar olmasa da bağlılığı ve sadakati sağlıyor. Feniletilamin aslında bir dopamin türevi, aşığın heyecanından ve her an enerjik olmasından sorumlu. Serotonin ise mutluluk hormonu, eksikliğinde depresyon ve panik atak gibi nevrotik bozukluklar baş gösteriyor. Testosteron, androjen, östrojen, progesteron seks hormonları. Aşk ve seks hormonlarını birbirinden ayırmak gerekir. Çünkü bu hormonlar, bazen zıt etki bile gösterebilir. Örneğin oksitosin tek eşliliği, sadakati, şefkati temsil ederken, testosteron ise aksine çok eşliliği teşvik ediyor. Testosteron kadınlarda az erkeklerde çok olan bir hormon. Bu hormon bir erkekte ne kadar yüksekse, onun çapkın olma ihtimali de o kadar yüksektir.”

Hormonları oraya bu kadar milimetrik kim koydu, kimse burasına bakmıyor. Neyse konumuz bu değil, biz kolektif bilinçaltı kavramının babası Carl Gustav Jung’a bakalım biraz.  Jung şöyle diyor aşkla ilgili, “İki kişinin karşılaşması, iki kimyasal maddenin birleşmesi gibidir, eğer bir reaksiyon oluşursa, her ikisi de değişime uğrar.” Yine onun kuramına göre

Anima erkek zihninin dişi, animus kadın zihninin eril yönüdür. Erkek içindeki duygusallığı, kabullenişi, bakma, besleme ve yaratma güdülerini bir kadına yansıtarak kendi iç dünyası ve dış dünya arasında bu kadın aracılığı ile bir köprü kurar. Erkekte ‘anima’ genelde içindeki ‘yaratma gücü ile gelişir. Genelde anne imajını çevreler. Aynı şekilde kadının içindeki ‘animus’ ona hedeflerine ulaşmada yardım eder, zihinsel netlik sağlar, limitlerini belirler. Kendi egosu ile bilinçaltının bir aracısı olur. Kadınlarda ‘animus’ genelde ‘Baba’ imajı ile gelişir. 

“AŞK BİR BAŞKASININ GÖZLERİNDE KENDİ HAYALİNE RASTLAMAKTIR”

Erkeğin içindeki dişi yön ona ben senin içindeyim fakat varlığımın farkında değilsin demektedir. Hatta haykırmaktadır, rüyaları ve arzuları ile mesaj gönderir. Bu arzu iç dünyasının önceden ne kadar ölü olduğunu kişiye hatırlatır. Kendi benliğini tanımaya çalışmayan, özünde gerçekten kim olduğunu, ne istediğini bilmeyen insanlar bu içlerinde kaybolmuş hayatı başkalarına yansıtır. İçimizde patlayan volkan misali -eğer bu iç dünya ile orta yaşa kadar bağlantı kurulamamışsa özellikle orta yaşlarda- bütün kontrollerimiz kaybolur. Artık kendi benliğimizi anlamanın zamanı gelmiştir ya da büyük bir hüsrana uğramaya hazırlanmalıyız. Picasso boşuna dememiş her yaratım eylemi önce bir tıkım gerektirir diye. Aşk yaratımların en güzeli, yaratıcıya bağlanmanın kapısı olduğu için önce yıkımını yapıp senin benliğini namı diğer egonu bir yıkar. Ama oraya sonra geleceğiz.

Bu kuramı daha da geliştirirsek aşk aslında bir kendini bulma yolculuğudur.

Örneğin Adorno şöyle der: Aşk bir başkasının gözlerinde kendi hayaline rastlamaktır. Keza Dostoyevski de aynı cümleleri şöyle ifade etmiştir, “Sevmek, güzel birine âşık olmak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın, beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.”

Milan Kundera ise aşkın bir metaforla başladığını söylüyor. Bir kadın tek sözcüğü ile sizin romantik hafızanıza dokunduğu anda aşk başlar diyor. Aslında aşk bir başka paralel everene girmek. Alice’in harikalar diyarında olduğu bir evren. Renklerin daha canlı, tepelerin daha yeşil, tavşan deliklerinin de daha derin olduğu bir oyun bahçesi. Ölümlü olduğunu unuttuğun bir yükselme, bir halden hale geçiş. Çocukluğundaki gibi bir yükseliş. Düştüğünde ise ama… o şimdi bu yazının konusu değil. Düşüşün de bir tadı var zaten. Şimdi biz Sabahattin Ali’nin “Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş,” dediği bölümün tadını dumanı tüten az şekerli koyu bir Türk kahvesi gibi yudumlayalım. Tarçınlı keklerimizi dilimizle damağa yapıştıralım. O evreyi biraz uzatalım.

Ne demiş Emily Bronte Uğultulu Tepeler’de “Ruhlarımız her neden yapıldıysa seninkiyle benimki aynı,” demiş. Yine Sabahattin Ali’nin “Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum görmeden, meydana çıkıyordu. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk,” dediği gibi. Ya da Osho’nun dediği gibi aşk birisinin seni tamamladığını hissetmektir. Peki o birisi? O kim? Narcissos gibi o’nda kendimize mi âşık oluyoruz, yoksa Jung’un dediği gibi kendi gölgemize mi? Booşveer, harikalar diyarı çok harikasın. Gölge et yeter diyorum…

“BEN OYUM Kİ GÜCÜMDEN KAİNAT TİTRER”

Hayatımda çok kitap çok aşk tanımı okudum ama hiçbir kitap hiçbir aşk tanımı biraz sonra burada okuyacağınız aşkı anlatan pasaj kadar kalbimi titremedi, bütün ruhuma inmedi, bütün benliğimle hiçbir metni böyle anlamadım. 

Filibeli Şehbenderzade Ahmet Hilmi’nin Amak-ı Hayal’indeki bir pasaj benim aşk tanımımdır. Şimdi özetini aktardığım, Hürmüz ile Ehrimen’e dairdir. Zerdüşt inancına göre iyilik ve aydınlığın temsilcisi Hürmüz ile kötülük ve karanlığın temsilcisi Ehrimen’in yandaşları Temaşa Bayramı’nda büyük meydanda ortada duran kristal kürenin işgali için cenk ederler. Kristal kürenin bir yanı aydınlık, bir yanı karanlıktır. Ama aralarında öyle bir denge vardır ki ne aydınlık karanlığa ne de karanlık aydınlığa karışır. Ehrimen cengi kazanıp küreyi karanlığa Hürmüz ise aydınlığa çevirmek ister. Kâh Ehrimen’in yiğitleri, cengaverleri, atlıları kazanır kâh Hürmüz’ün yiğitleri…

Cenk sürerken birden göz kamaştırıcı bir şey olur, kalabalık dalgalanır.  Zira Ehrimen öyle bir cengâver çıkarmıştır ki onu yenmek mümkün değildir. Sorarlar kimdir diye? Adım ‘Nifak’tır der kendini tanıtır. Öyle güçlüdür ki tam Nifak önüne geleni yere serip, tüm küreyi karanlığa boğacakken, Hürmüz taraftarlarından gösterişli mi gösterişli bir yiğit çıkagelir. Benim adım ‘Muhabbet’ der ve Nifak’ı yere serer. Küre yeniden aydınlanır. Derken Ehrimen’in taraftarlarından başka bir yiğidin namı yürür, o meydana gelir, kendini tanıtır, adım ‘Gazap’tır der. Küre karanlığa kesecekken, Hürmüz’ün yiğidi ‘Hikmet’ Gazap’ı yenip, kürenin kararmasını engelleyecektir. Derken kalabalık dehşete kapılır, Ehrimen tarafından gelen çok görkemli bir yiğit çıkagelmiştir. Cengâver öyle gücüdür ki neredeyse yenilmesi mümkün değildir çünkü. Gelir kendini tanıtır, benim adım ‘Ego’ der.  Der ki “Şimdiye kadar yenemediğim kimse olmadı, beş bin değişik şekle girerim, bin türlü silahım vardır. Ey Hikmet gel kendi rızanla teslim ol.” Yapacak bir şey yoktur, kalabalık bu cengavere teslim olacaktır, kristal küre ebediyen kararacaktır ki uzaktan bir ses duyulur. Kanatlı bir ejderhaya binmiş gelen bu süvari bir güzellik abidesidir. Öylesine göz kamaştırıcı öylesine güzeldir ki bütün kalabalık büyülenmiş gibi ona bakmaktadır. Şarkı söyleyerek söze başlar ve der ki: “Ben oyum ki, gücümden kâinat titrer. Ben oyum ki, bileğimin gücü her canlıya hükmeder. Ben oyum ki adalet terazimde herkes eşittir. Ben oyum ki benim önümde cihana hükmeden padişahlar da fakirler de aynı derecededir. Ben aşkım, gücümden kâinat titrer.”

Aşk egoyu yener ve kristal küre tekrar aydınlanır.

Tasavvufa göre varlığın yaratılış-oluş sebebi aşktır. Tüm mevcudat aşk ile yaratılmıştır. Tüm mevcudat aşk ile ayakta durmaktadır. Aşk, Tanrıdır (Tanrının Kendisi). Aşk tanrının sırrıdır. Aşk her şeydir. Tüm insanlığın aldığı her nefes, tüm canlıların ve cansızların her an muhtaç olduğu kudrettir. Tanrı alemi kendi zatına duyduğu aşk sebebiyle meydana getirmiştir.

Son sözleri Halil Cibran Ermiş’ten anlatsın…

Aşk sizi çağırdığı zaman izleyin onu, yolu çetin, sarp olsa da.

Aşk sizi çağırdığı zaman izleyin onu, yolu çetin, sarp olsa da.

Ve kanatlarıyla sizi sardığında, kendinizi ona teslim edin, tüylerinin içine gizlenmiş keskin kılıç sizi yaralayacak olsa da…

Ve aşk sizinle konuştuğunda, inanın ona; sesi, kuzey rüzgarlarının bahçeleri darmadağın ettiği gibi, düşlerinizi dağıtsa da…

Aşk sizi taçlandırırken, çarmıha da gerebilir, hem büyütür hem budar sizi…

Yükselip tepenize, güneşte titreyen en körpe dallarınızı okşadığı gibi, alçalıp köklerinize, toprağa sıkı sıkı tutunan bağlarınızı sarsabilir de…

Ve buğday demeti gibi bağrında birleştirir sizi, kabuklarınızdan soyup çıplak bırakır, apak edinceye kadar öğütür, kolay biçim alacak kadar yoğurur.

Ve sonra koyar sizi kutsal ateşine, Tanrının kutsal şöleninde okunmuş ekmek oluncaya kadar.

Aşk bütün bunları, siz yüreğinizin sırlarına eresiniz ve bu bilgiyle hayatının yüreğinin bir parçası olasınız diye yapacaktır.

Ama eğer siz, korkuya kapılıp, sadece aşkın güvencesini ve hazzını isterseniz, çıplaklığınızı örtüp aşkın harmanını terk edin daha iyi.

Güleceğiniz, ama doyasıya gülemeyeceğiniz ve ağlayacağınız, ama tüm gözyaşlarınızı dökemeyeceğiniz mevsimleri olmayan bir dünyaya dönün.

Aşk kendinden başka hiçbir şey vermez ve kendinden başkasından da almaz, aşk ne sahip olur ne de sahip olunur; çünkü aşk yeter aşka.

Aşka yol çizebileceğinizi düşünmeyin, çünkü aşktır size yol gösterecek olan, sizi kendine layık bulursa eğer.

Aşkın bir arzusu yoktur kendini gerçekleştirmekten başka.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.