pexels-polina-sirotina-1217237-mod
Farkındalık

Bana biraz mesafe…

Farklılık katidir. Bu sebepten seni anladığımı ifade ettiğimde aynı zamanda anlamamışımdır. Senin eyleminden sebep içime düşen, hissediyorum dediğim duygu, adı aynı olsa da sendekinden farklıdır.

Benlik mesafe istiyor…

Bir diğerinin beni tümümle ışıklandırmasını istemek bir anlamda tükenmek gibi.

İçi görülmeyen, tümüyle aydınlatılmamış iletişimden uzak bir yaşam kendimi bir başkasının gözünden görmemi, duymamı ve şekil almamı engelleyecek elbette. Fakat kendimle “o” arasına koyduğum mesafe, istenildiği kadar şeffaf olmayışımdır belki de kendiliğinden olana izin vermenin formülü.

Pürüzlerimin (bir başkasının gözünden) bir başkasının elleriyle düzeltilmesi, her bir başkanın bir başkayı düzeltmek için çabalaması ve benim buna direnç göstermemem “beni” şeffaflaştırıyor. Bir tür şiddete maruz kaldığımın farkında bile olmadan özgürlüğümün sömürüldüğü bir hayatı yaşamaya “yaşam” diyorum. Güven değeri üzerine kurgulandığı pompalanan bu oldurma halinin tam anlamıyla bir kontrol mekanizması olduğuna ayamadan, kurgunun bir parçası oluveriyorum.

Olgunlaşması için zamana ihtiyaç duymamın doğal olduğu hiçbir şeyin kabul görmediği, hızlı olmanın, yetişmenin marifet sayıldığı, adına dijitalleşme denilen bu kavramın “özgürlük” kelimesinden sık sık bahsetmesi otantikliğimin bildiği “özgürlük” kelimesinin anlamından çok uzak. Dijital olanın içinde şeffaflık vardır. Şeffaf olan insanı pürüzlerinden arındırır. Bir bakıma şiddeti de buradan gelir. Çünkü ben törpülenip düzleştiğimde, pürüzlerinden sıyrıldığımda daha kontrol edilebilir, ne tarafa bakacağım veya gideceğim hesaplanabilir, istenilen tarafa çekilebilir olurum.

“Her şeyi düzenlenmiş veya düzenlenebilir olmak bizi kendimizden olan, ucu başı esneyebilen, bazen kendimize göre karmaşık hayal gücünü yaşamaktan alıkoymaz mı?”

Aynı olmak zorunluluğu…

Benim ağzımdan çıkan sözün sendeki yansıması neyse, sözümün anlamı senin ondan ne anladığın veya ona ne anlam yüklediğinle şekil değiştirir. Tek bir kelimede bile kelimenin senin ağzından çıktığı anlamıyla, benim ki bambaşka ifadeleri içinde barındırabilir. Farklılık katidir. Bu sebepten seni anladığımı ifade ettiğimde aynı zamanda anlamamışımdır. Senin eyleminden sebep içime düşen, hissediyorum dediğim duygu, adı aynı olsa da sendekinden farklıdır. Kendiliğinden olan budur. Olmasına izin verilenle ilgisi yoktur. Bu da insanı işlevsel bir nesne olmaktan korur. Peki sistem ne istiyor; tümüyle görünür oldurmak… Şeffafı olgunlaştırmak…

İnsanın doğasına aykırıdır bu ortam. Ego bile kendiyle kendi içinde uzlaşamaz. Uzlaşamamasıdır doğal ve kendiliğinden olan. Peki kendi içinde bile ayrılık yaşayan insanın bir başkasına şeffaf olması mümkün müdür? Değildir elbette. Ve belki de ilişkiyi ilişki yapan, canlı ve doğurgan tutan budur. Sessiz, kendini göstermeye çabalamayan bir mesafe vardır arada. Mahrem olana dokunmamak elzemdir. Hızlandırılmışlığa aykırıdır bu. Dinginlik ve sakinlik hal bulur. Çıplak ve şeffaf değildir haliyle, çünkü mahrem, bir parça giyiniktir. Sergilemek gereği duymaz. Görünürlüğe engellik içinde şüphe barındırır. Bu da sistemin kontrol mekanizmasına taş koyar. Sonuç; şüpheliyi, görünür olmayanı, mesafeyi yok etmektir. İçinde yaşadığımız sistem tam da böyle işlemiyor mu?

Düzenlenebilir bir hayat yaşamak bizim için ne kadar önemli ve gerekli ise muğlaklığın zaman zaman belirsizliğin, planlayamamanın, öngörememenin gerekliliği de bir o kadar önemli ve gereklidir. Her şeyi düzenlenmiş veya düzenlenebilir olmak bizi kendimizden olan, ucu başı esneyebilen, bazen kendimize göre karmaşık hayal gücünü yaşamaktan alıkoymaz mı?

Kendimizden resmettiklerimiz bir parça kutsal ve asimetriktir. Şeffaf olan simetri ve kutsal olmayanı sever. Bu sebepten sistem belirsizliği ve asimetriyi önleyen hamleleri bir bir sıralar önümüze. Seçimlerimizi özgürce yaptığımızı zannederiz. Gerçekten öyle mi?

Peki ya bildiklerimiz… Hazır bilgiyi alıp kullanmak düşünmeye engel değil midir? Düşünme eylemi özgürce gezer, çoğu zaman nereye varacağı, neden etkilenip ne tarafa sapacağı kestirilemez. Bu sebepten düşünme eyleminde olan insan bu sisteme uygun değildir. Sınırsızlık sisteme ters düşer.

Kısacası benlik mesafe ister ve fakat bu, modern dünyanın kurgulamaya çalıştığı düzene çomak sokar.

“Mesafemle toplumda kabul görebilir bir hale bürünmek korkutucu ama mümkün.”

Şeffaflık içinde bir dünya düzeni yaşatılmaya çalışırken, mesafeyi korumayı daha nasıl mümkün kılacağız; düzen içinde bir cümle ile bunu açıklamak zor. Her şeyin temelinde değerleri hatırlayıp, değerler ekseninde kendiliğinden bir dünya yaratmak elzem gibi görünüyor. Mesafemle toplumda kabul görebilir bir hale bürünmek korkutucu ama mümkün. Bir “şey” yazılabilir, hayal edilebilir veya hissedilebilir olabiliyorsa oluşu mümkün değil midir zaten?

Acıya temastan kaçmadan, bu dünyanın dertli bir yer olduğuna onay verip, kendiliğinden oluşumlara, pürüzlere, zaman zaman belirsizliğe sahip çıkmaya cesaret gösterip, mahremiyetimin kutsallığının beni aynılıktan otantikliğe götüreceğine inandığımız/ hatırladığımız gün belki dünya gördüğümüz yerden daha başka görünecek…

Bu yazı, Mümkün Dergi’nin Dergilik platformundaki 1. sayısında yayınlanmıştır. Ocak 2022

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

pinar-salahoglu
Farklı dallarda çift lisans ve yüksek lisans yaptıktan sonra doktora eğitimini tamamladı. Yıllarca üniversitelerde akademisyen ve üst düzey yönetici olarak çalışmanın ardından kendi eğitim danışmanlık şirketini kurdu. İşletme, wellbeing, nörobilim ve psikoloji alanlarında çalışmalar yapıyor.