flower-g557866602_1920-pixabay-mod
Farkındalık

Bencillik ve acı bağımlılığı

Yeni Dünya için araştırmamızın anlamlı olacağını düşündüğüm bir kavramla daha karşınızdayım.

Her zamanki gibi bakalım TDK[1] “BENCİLLİK” için ne diyor?

Bencillik: (sıfat) Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist:

      “Bencildir insanoğlu, bencil olduğu için de yalnız kendi dertlerini düşünür, yalnız onlara inanır.” – Nurullah Ataç

Sevgili Nurullah Ataç tam dikkatleri çekmek istediğim noktaya atıfta bulunurcasına yazmış bu satırları. Ben de onun gibi genel eğilimin aksine; kendini önemsediğini gözümüze soka soka yapanları değil de topluma kendini acındırarak, bir türlü kurban psikolojisinden çıkamayan, acılarında kavrulmayı seçenleri olabildiğince bencil buluyorum, yalan söyleyemem. İlk grup bana göre yetersizlik duygularıyla baş edemediği için önemsenme ihtiyacında olan cahil bir grup gibi geliyor bana. İkinci grupsa acıdan beslenerek, dünyadaki tek acı kendininmiş gibi davranmayı bile isteye seçen bir kitle…Bilemiyorum, fazla acımasız olabilirim. Eğer hatam varsa, yazacaklarım bir kişiye dahi hizmet etmeyecekse Yaradan kalbime daha çok anlayış ve şefkat versin ama eğer benim bakış açım birilerinin kendini mercek altına almasına hizmet edecekse ben varlık amacımı gerçekleştirmiş olacağım.

Ben’den BİZ’e giden yolu araştırdığımdan beri BEN’de takılı kalmış olmak bana uzunca bir süredir en büyük bencillik gibi geliyor.  İçindeki canlıları ve doğal örtüsüyle acı çeken bir gezegende artık buna lüksümüz yok gibi sanki. 

Ve ben bunları dillendirdikçe de daha çok BEN’e takılmış insanların karşıma çıkması tesadüf olmasa gerek. O zaman acaba aptalca bir kibir içerisinde aşamadığım bir dersi aşırı bir erdemlilik gibi mi algılıyorum emin olamıyorum. Bu durum, işin içinden çıkamadığım bir paradoks. Aynı zamanda da derinleşebilmem için bir fırsat. Zira burada yazarken neleri “bencillik” olarak adlandırdığımı kendi adıma analiz edebiliyorum. Bunu yaparken de kendimi fazlasıyla “kibirli” olmakla yargılıyorum bir yandan. Çünkü tam olarak neyin hakikat olduğunu bilemiyorum.

Tek bildiğim şey her zaman benim konuşmadığım…Bazen sistem içimden sessizce süzülüp kendi seslerini duyurmak istiyor. Ben de bu şekilde fark ediyorum gezegenimizin kendi bilinç düzeyini yükseltmeye çalıştığını. Bu yüzden kişisel gelişim yazıları yazdığım kadar toplumsal yazılar da yazıyor, sivil toplumda çalışıp, sosyal girişimci olmayı hayal ediyorum. Kendimle ilgili meselelerimi bitirdim mi demek oluyor bu? Hiç sanmıyorum. İnsanın kendiyle meselesi ölene kadar bitmez. Tekâmül muhtemelen öldükten sonra da devam edecek bir yol… Fakat toplum için çalışmayı önceliklendirebiliyorum diye de BEN’in meselelerine fazla takılı kalmış insanları eleştirmeli miyim? Bilemiyorum.

Yardımcı olur umudumla BİRLİK’i anlatıp yazmaya ve insanlara “bir UYANIN artık, siz kendi acılarınızda boğulurken daha önemli şeylerin idrakını kaçırıyorsunuz” demeye devam ediyorum. Bunu elimden geldiğince şefkatli bir yerden yapmaya çalışsam da zaman zaman içimden, vurdumduymazlık karşısında isyan çıkıyor.

Peki bu bilinç bana ne zaman ve nasıl geldi?

Hadi anlayışımı, şefkatimi artırayım. Biraz geriye dönelim ve bakalım ben hangi acılardan geçmişim, geçiyorum?

Otuzumda anne olduğumda hayatımın en büyük mutluluğuyla birlikte en karanlık, en ışıksız ve anlamsız günlerini de yaşamıştım. Varoluş depresyonu denilen cinsten pek de kimsenin derdime derman olamadığı bir karanlık…Çok farklı bir algı düzeyinde seyreden zihnim ve kendini bir arada tutmaya çalışan ruhum, bitkinlikten yorgun düşmüş bedenim paramparça, BEN olmaya çalışıyor ve sürekli “BEN KİMİM?” sorusunu soruyordum kendime. Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Varoluş denilen şey nasıl bir şey? Şu an dünya yörüngesinden çıksa, uzay boşluğunda sürüklenerek bir karanlık deliğin içine çekilsek ne olacak?

Zihnim durmadan endişe üretiyor ve beni yarattığı bu duygu durum bozukluğunun içinde tutuyordu. Anlamsız korkularla baş etmeye çalışıyor ve git gide gerçeklik algımı kaybediyordum. Aslında dışarıdan bakıldığında hiç anlaşılmayacak derecede başarılı bir yeni anne ve iç dünyasında kendini kaybetmiş, doğmaya çalışan yepyeni bir kimlik gibi iki ayrı evrende hayat sürüyordum. Anlatması bile şu an için pek zor. Ancak bunu benzer deneyim yaşamış olanların bilebileceği bir kaybolmuşluk hissi…

Ve sonra bir gün ben ruhumun, irademin orada beni beklediğini ve uyanması gerektiğini fark ettim. İllüzyonu hücrelerime kadar hissettiğim ve adeta yeniden doğduğum bir aydınlanma anı yaşadım. Yaşadığım bu aydınlanma beni tüm bildiklerimi unutup, yepyeni bir kavrayış düzeyine çekmeye yönlendirdi. Çok okudum, çok araştırdım. Kendimi sonsuz bir merakla araştırmaya başladım. Varlığımın gizli kalmış hiç tanımadığım katmanlarını açmaya karar verdim. Ben hazır oldukça her zaman ihtiyacım olan bilgi bana geldi. Daha doğrusu ruhum zaten bu bilgilerle dopdoluymuş ben farkında değilmişim. Hepsi birer birer mühürlü bir kitabın kilitli sayfalarından önüme açılmaya başladı sanki. Ben okudum, öğrendim, kana kana bilgiyi içip iç sularıma kattım. O bilgi zamanı geldikçe ve ben uygulama yaptıkça gerçekliğim haline dönüşmeye de başladı ve böylece ben yepyeni bir bilince uyandım.

Neydi bu bilinç?

BİRLİK bilinci…Her şeyin ama gördüğümüz ve göremediğimiz her şeyin aynı KAYNAK tan geldiğini bilme hali…

Ve bunu bilince insan, artık eskisi gibi olamıyor. Kendini ve tüm yaşamı sorguluyor.  Öğrenilmişliklerin bir anlamı olmalı ve gelecek nesillere hakikat bilgisi aktarılmalı. Nasıl insanoğlu teknolojide sanatta ve bilimde durmadan ilerleyebiliyorsa bilinç konusunda da böyle olması gerekmez mi? Peru’nun dağlarında boşu boşuna mı içimden fırladı o sesler:

“How many lives more? How many lessons more?”

“Daha kaç yaşam, kaç ders lazım?”

İnsanoğlu kendi sorunlarının içine gömülme bencilliğinden ne zaman çıkabilecek?

Evet bence en büyük bencillik sanki dünyada başka hiçbir canlı yokmuşçasına kendi acına saplanıp kalmak. Halbuki o yaranın büyüme yerin olduğunu anladığın an başka türlü bir bilinç de açılmalı içinden. Bu gezegende senden başka canlılar da var ve her Allah’ın günü bambaşka daha büyük acılarla karşılaşıyorlar. Dünya can çekişiyor ve hala bize yuva olmaya devam ediyor.

O zaman başkaları için de bir şeyler yapabilmek nasıl mümkün? Benim ve bütünün hayrına demek ne anlama geliyor? Bütünün içindeki BİR’i, BİR in içindeki bütünü görebilmek nasıl mümkün?

Bunlar hep kafamı kurcalıyor ve sadece kendimi düşünemiyorum ben. Yaptığım her işte durum böyle. Bana haz verecek tüm çabaları elimin tersiyle itip, bütüne hayrı dokunmayacaksa ve egomu beslemekten başka hiçbir işe yaramayacaksa yapamayacak hale geliyorum artık. Bilmiyorum ne yaptım ne ettim de bu kadar toplumsal ve bütünsel bir bakış açısına sahip oldum emin değilim. Bu tek doğru mu bundan da emin değilim ama şimdilik böyleyim. BEN, beni o kadar da çok ilgilendirmiyor. BÜTÜN iyi olamazsa BEN iyi olamayacak durumda artık.

Biliyorum tersi de çok geçerli bazılarımız için ve inanın anlamaya çalışıyorum. Yine de bu iki kutup ortaya doğru bir yerlerde dengede birleşse daha güzel bir dünya olmaz mı? İşte o zaman BİZ de bencil insanlardan bahsetmiyor oluruz. Zannımca…

Nihan


[1] Türk Dil Kurumu

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

nihan-uycan-ozen_
Yazar, sosyal girişimci…”Her yeni adımla kendine biraz daha yaklaşmış, yapmak istediklerini keşfetme yolunda ilerleyen bir ruh. Toplumda sosyal fayda yaratımını @kopruproject ile destekliyor.