Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed, “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisiyle insana, kendine dönük derin bir yolculuğun kapısını aralar. Bu söz, her birimizin içinde saklı olan İlahi hakikate işaret eder. Ancak burada bahsedilen “nefis,” insanın kötülüğü emreden Emmare nefsi değil, onun ötesindeki özdür. Bu öz, marifet yolculuğu boyunca çeşitli mertebelerden geçerek Rabbini tanıma potansiyeline ulaşır.
İçimizdeki Beş Katman: İnsan Ruhunun Derinlikleri
Yunus Emre’nin o meşhur “Bir ben vardır benden içeri” ifadesi, tasavvuf yolunda ilerleyenlere bir ayna tutar. Bu mısranın derinliğini anlamak için insanın iç dünyasındaki farklı benlikleri keşfetmek gerekir:
- Şeytanın Vesveseleri: Kötülük tohumlarını eken, insana şüphe ve korku telkin eden bir ses.
- Heva-i Nefis: Dünyevi arzuların ve geçici heveslerin tekrar tekrar dile gelmesidir.
- İlham Meleği: Gönlümüze düşen iyilik ve hayır ışıklarıdır; insanı doğruya yönlendirir.
- İnsani Ruh: Akl-ı selimle hareket eden, Allah’a aşkla bağlı olan ruhtur.
- Hakiki Benlik: İlahi bir sırdır. “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrım” kudsi hadisiyle işaret edilen, Allah’a teslim olmuş benliktir.
Bu katmanların her biri, insanın bir iç terbiye sürecinden geçmesiyle ayrışır. İlk bakışta karışık ve anlaşılmaz gelen bu benlikler, manevi bir yolculukta saflaşır ve ilahi bir armoni oluşturur.
“Deniz dalgaları kendinden değil, denizin emrindedir.”
Nefsini tanımak, sufi için yalnızca bir başlangıçtır. Bu yolculukta kişi hem kendi sınırlarını hem de İlahi aşkın sonsuzluğunu keşfeder. Rabbini tanıyan bir kimse, kendi varlığını İlahi iradenin bir tecellisi olarak görmeye başlar. İnsan da varlığını bu perspektifle görmelidir. Bir örnekle düşünelim: Karşınızda büyük bir dağ var. O dağı anlamak için yalnızca yüzeyine bakmak yeterli değildir. Onun derinliklerine indikçe kaya tabakalarını, zengin madenleri ve saklı mağaraları keşfedersiniz. İnsan ruhu da böyle bir dağdır. Dışarıdan görünen benlik, bu derinliğin yalnızca yüzeyidir.
İlahi Aşkın Uyanışı
Bir sufi, İlahi aşkı keşfettiğinde bu, karanlık bir mağaranın aydınlanmasına benzer. Artık o kişi, ibadetlerini cennet beklentisiyle ya da cehennem korkusuyla değil, Allah’a duyduğu saf aşk ve teslimiyetle yerine getirir. Bu aşk, sufiye hiçbir dünyevi sevginin veremeyeceği bir huzur getirir.
Bir hikayeyle açıklayalım: Ünlü sufi Rabia el-Adeviyye, bir gün elinde bir kova su ve bir meşale ile sokakta yürürken sorulur:
- Ey Rabia, bu ne haldir? Rabia cevap verir:
- Cennet ateşini söndürmek, cennet nimetlerini yakmak için. Ben yalnızca Allah için seviyorum.
Rabia’nın bu hali, saf teslimiyetin ve ilahi aşkın zirvesini gösterir. Bu anlayış, tasavvufun özünü oluşturur.
Modern Dünyada Tasavvuf
Bugün modern insan, içsel huzuru yakalamakta zorlanıyor. Bize dayatılan benlik algısı, çoğunlukla dünyevi başarılarla sınırlı. Ancak tasavvuf, bizi bu yüzeysel algının ötesine geçmeye çağırıyor. İçimizdeki İlahi hakikati tanımak, aslında bu dünyanın ötesindeki gerçeği anlamak demektir. Tasavvuf, insanı şöyle bir durup kendi içine bakmaya davet eder. Elindeki bir çiçeğe odaklan, onun renklerine ve kokusuna dikkat et. Bu küçük detay, sana İlahi tecelliyi gösterebilir. Aynı şekilde, bir gün batımını izlerken hissettiğin huşu, sana Rabbini tanıma yolunda bir kapı aralayabilir.
Her insan, bu dünyaya bir yolcu olarak gelir. Yolculuk, bir varış noktası değil, bir keşif sürecidir. Nefsini tanıyan ve içindeki “Ben”i anlayan kişi, İlahi hakikati bulur. Bu yolculuk, bazen karanlık mağaralardan geçer, bazen de göz kamaştırıcı ışıklarla doludur. Ancak her adım, insanı Allah’a daha da yakınlaştırır.
“Bir ben vardır benden içeri.” O ben, İlahi aşkın ve hakikatin kaynağıdır. Onu bulmak, bu dünya yolculuğunun en büyük gayesidir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.