Farkındalık

Büyülü bir adada ruhun yolculuğu

Sevgili Hande Akın’ı 2011 yılında tanıdım. Öğretmenimiz Vernon Frost’un “Labirent” isimli seminerini tamamlamış, üç gün süren seminerin ardından bambaşka bir gerçekliğe adım atmıştık.  Hande o vakitler sıkı bir reklam profesyoneliydi. Vali Konağı Caddesi’ne doğru yaptığımız yürüyüş boyunca o yumuşak sesiyle bana tatlı tatlı hayallerini anlatırken onu dinlemiştim. Maceraya çağrıyı duymuş ve kocaman bir adımla kendi yolcuğuna doğru yola çıkmıştı. Yolculuğunun adını da “Ben Zamanı” koymuştu. O vakitten şimdiye üç kitap, sayısını bilmediğim kadar eğitim ve güçlü bir marka yarattı. Yolculuğuna koyduğu güçlü niyeti ve harcadığı emeği sevgiyle izlemeye devam ediyorum. Onun cesaret ve azminin çıktılarından biri de uzaklara yaptığı kamp seyahatleri, aile konstelasyonu ve regresyon çalışmalarıyla birleştirdiği gezileridir. Bu gezilerden sonuncusunda ben de vardım. İşin doğrusu bu yolculuğu Hande ile yapmaya karar verdiğimde benim için tek bir niyet vardı: Hande’nin liderliğinde bir çalışmada bulunmak, on üç yıl önce birlikte yaptığımız yürüyüşü ve dostluğumuzu onurlandırmak ve Bali adasının büyülü şifasını deneyimlemek.

Tabii işin bu kadarla kalmayacağının ve metaformik  alanda kim bilir neler olacağının kokusunu İstanbul Havalimanı’nda on dört kadın birbirimizle selamlaşırken almaya başladım. Kimiyle birleşen kimiyle mümkünse değmeden kaçırılan gözler beni bekleyen maceranın ön habercisi olmuştu. İçimden kendime gülümsedim. Ah Şebom, bakalım nasıl bir maceraya doğru yola çıkıyorsun?

Daha önce de benzer gezilere katıldığım için grubun enerjisiyle uyumlanmanın bir süre alacağının bilincinde, keşfetmeye odaklanmış halde uçağa geçtim. Normal şartlarda seyahate çıkmadan yaptığım tüm ezberleri bu gezide bozdum. Bali hakkında tek bir satır araştırma yapmadan yaşayacağım deneyimlere hazırdım. Öylesine yoğun bir dönemden çıkmış ve öylesine yorgundum ki sevgili Hande’nin her ayrıntısını planlamış olduğu programı dinlerken teslim olmanın ne büyük lütuf olduğunu fark ettim. 13 saatlik uçuşumuz ardından Denpasar Havalimanı’nda bizi karşılayan güler yüzlü Komang ve ekibiyle otelimize doğru yaptığımız 2 saatlik yolculuğumuz boyunca, Hande yine o yumuşacık sesiyle bizleri farkındalığa davet ediyordu. Ne hissediyorduk, bedenimiz nasıldı, hissimizi tarif etsek tanımı ne olurdu?

Otelimiz Nick’s Hidden’ın personeli saat gece yarısına gelmiş olmasına rağmen bizi yüzlerinde neşeli tebessümlerle karşıladı. Belli ki liderimiz Hande kalpten kalbe bu arkadaşlarla çoktan sevgi köprüsünü kurmuştu. Bunca yıldır, belki de 50’nin üzerinde farklı seyahatle, çıktığım içsel yolculuklarımda tek başıma kalmayı tercih eden ben, birkaç ay önce yaşadığım bir deneyimle artık hiç tanımadığım bir insanla kalabileceğimi biliyordum.

Mahcubiyetim bana iyilik fırsatı sunuyor

Çekilen kuralarla yapılan oda paylaşımının ardından 14 gün yoldaşlık edeceğim arkadaşımla odamıza yerleştik. Sabah 08:45’te lobide olmak gerektiği bilgisiyle kurulan saatlerimize güvenerek kendimizi uykuya teslim ettik. Taa ki bu çalan kapı rüya mı yoksa gerçek mi şaşkınlığına kadar misler gibi uyuduk. Kapıda duran Hande saatin 08.45 olduğunu bize yine o yumuşacık sesiyle hatırlattı. Neee! Ben hayatımda hiçbir gezide geç kalmamıştım. Nasıl bir mahcubiyet ve şaşkınlık. Ne diyeceğimi bilemez halde kaç kez özür diledim hatırlamıyorum. Apar topar lobiye vardığımızda, Hande hemen soruyor: “Ne hissettin?” Yanıtım tek kelime ve net “mahcubiyet”. Bekletmiş olmanın, diğerlerinin zaman hakkına girmiş olmanın verdiği mahcubiyetimin cezasını Hande ekibe bir şey ısmarlamak olarak kesiyor. O vakit içimi bir neşe sarıyor, kalbime gelen mesaj şöyle diyor: “Teşekkür ederim, bana iyilik yapma fırsatını sunduğun için. Mahcubiyetim, sana da teşekkür ederim. Hediyen olan iyilik fırsatını aldım ve sevgiyle kabul ediyorum.”

İlk gün otelimizin de bulunduğu Ubud’u keşfediyoruz. Maymunlar Ormanı’na girerken bedenimde hafif bir gerginlik hissetsem de kökleriyle dünya anneye sarılmış bir ağacın altında huzurla oturmak beni rahatlatıyor.

Yoga Barn isimli merkezde farklı eğitmenlerin terapi ilanlarını hayranlıkla ve bir solukta keşfediyorum. Maymun zihnim oradan oraya zıplıyor, hepsini deneyimlemek istiyorum.  Oysa, aynı akşam katılmaya niyet ettiğim Tibet çanakları seansına motor taksiye atlamış olmama rağmen sınıfta yer kalmadığı için katılamıyorum.  Bu durumu demek ki ihtiyacım olan çalışma bu değil anlayışıyla sessizce kabul ediyor, katılan arkadaşlarımın deneyimlerini dinlemekle yetiniyorum. Ve yolum 12 gün boyunca bir kez daha Yoga Barn ile hiç kesişmiyor.

Otelin etrafında bulunan, dünya mutfaklarının birbirinden lezzetli ve farklı tatlarını deneyimleyebileceğim restoranlar arasında seçim yapmak çok keyifli geliyor. Balili işletmeler turistleri memnun edecek standartları keyifle uyguluyorlar. Tabi ki tercihimi en çok suşiden yana kullanıyorum. İstanbul’da suşi fiyatları malum. Bu sağlıklı lezzeti Bali’de sık sık deneyimleyebilmekten çok mesudum. Her işletmenin güne başlarken kapısındaki sunaklarda bulunan muz kabuklarından çanakların içerisine özenle hazırlanmış çiçekler, pirinç, tatlı ve diğer armağanlar koyarak tanrının rahmet ve bereketine olan saygılarını göstermesi beni derinden etkiliyor. Besmelenin şekil bulmuş hali diye içimden geçiriyorum.

Besakih Tapınağı’nda “ben” yokum, “hiç” var.

Bayramın ilk günü Besakih Tapınağı’nı ziyaret ediyoruz. Ziyaretimizin Endonezyalılar için çok özel bir güne, yılda birkaç kez yapılan büyük ayine denk gelmesi büyük şans. Farklı bir ırka ve dine mensup yüzlerce insanla birlikte tapınağın merdivenlerinden çıkarken onların heyecanlı tevazularını izliyorum. Sırtlarında taşıdıkları renkli çantaların içinde kutsanmayı bekleyen rızık çıkınları var. Rabbinden rezzak sıfatının kutsanmasını dileyen yüzlerce insanın başının üzerinde taşıdığı renkli sepetleri hayranlıkla izliyorum.

Rabbin varlığına inanan bir insan olarak onun varlığını iliklerime kadar hissediyorum. Kulağımda yankılanan, “Her taşın ve her ağacın altında Allah’ı zikredin” cümlesini tekrarladıkça tüm bedenim genişliyor ve sanki evrenin sonsuzluğunda milyonlarca yıldız tozu gibi dağılıyorum.

İçimden yükselen tek ses var: La ilahe İllallah, İlla Allah, İlla Allah.” Tek Rab, tek kalp ve tek secde. Rahip kutsal suyla bizleri kutsayıp iki kaşımızın arasına pirinç tanelerini bastırırken aklımdan şu sözler geçiyor: “Kıyamet günü Allah, minberler üzerinde yüzleri nurlu cemaatler getirir. Onları görenler imrenir. Onlar ne peygamber ne de şehittirler. Onlar çeşitli kabile ve beldelerden olup birbirlerini seven ve Allah’ı zikretmek için bir araya gelen ve zikredenlerdir. “ Besakih Tapınağı’nda tevhidin sırlı kapılarından birinin açıldığını fark ediyorum ve yine kulaklarımda yankılanıyor: “Hiçbir cemaat yoktur ki Allah’ı zikre otursun da melekler onların etrafında dönüp dolaşmasın. İlahi rahmet onları sarmasın, üzerlerine Allah’ın barışı inmesin. Allah onları kendi katında meleklerine anmasın. “

Kendi inancıyla zikre oturmuş binlerin arasında meleklerin etrafımızı sarmasını aramızda dolaşmasını, ilahi rahmetin tüm alanı kaplayışını ve oradan üzerimize inen sükûnet ve selameti izlerken artık “Ben” yokum, “Hiç” var. Otobüsümüze bindiğimizde Hande yine yumuşacık sesiyle soruyor: “Ne fark ettin? Ne hissettin?” Tek kelimelik yanıtım hazır: “La ilahe illallah.”

Gezimiz boyunca suyun şifa gücü konusunda derin bir bilgelik deneyimliyorum. Suya verilen Şafi esmasının taşıyan, arındıran, dönüştüren ve doğuran tüm hallerini deneyimleyebileceğiniz yüzlerce köşe var taşlarının arasından su fışkıran bu güzel adada. Ziyaret ettiğimiz Tirta Empul Tapınağı’nda dünyanın farklı milletlerinden gelen binlerce kişiyle birlikte ben de yedi çeşmeden geçip sekizinci çeşmeden yeniden doğuşu deneyimlemek üzere sıraya giriyorum. Herkes gibi ben de deneyimimi kendi realitemden yaşıyor ve sizlere kendi bilinç algımla aktarıyorum.

Bizi doğru yola ilet, hidayet et

Sırada bekleyen bizler sırat-ı müstakimi yani doğru yolu canlandırıyoruz. Birazdan arınırken 72 millet kendi dilimizde Rabbimize, “Bizi doğru yola ilet, hidayet et,” diyeceğiz. Tıpkı ilk sure olan Fatiha’da olduğu gibi… Deneyimlerimi kendi idrakimle sentezlediğimde kalbim mutmain oluyor. Ve beklerken elbette gözlemliyorum. Yine 72 milletin kendi dilinde dualarını yaparken aralarından bazılarıyla kilitlenen bakışlarımızı, birbirimizi selamlarken aslında kutsayışımızı ve o baktığın gözlerin aslında kime ait olduğu gerçeğini biliyor olmaktan öylesine huzur doluyum ki. Sevgi sırrının burada açıldığını hissediyorum. Sevgi insanın en ince ve en hassas vicdan hislerinin meydana getirdiği merhamet ve şefkat duygularıyla harmanladığı sihirli bir iksir. Bu kapıda, kalpler bu sırra açılmak için bekliyor.

Kalpteki iyi ve kötü bütün varlığı silip, yakıp, yıkıp, atmak ve kalbi bir ayna gibi tertemiz benzersiz hale getirebilmek… İşte o vakit Rabbin tecellisi gelip o kalbe kuruluyor. Böylece benlik, Rabbin sevgisiyle kaplanıyor ve o kimse artık sevgiden ibaret olabiliyor. Suyun içinde kendi halimde beklerken kalbime gelen bu bilgilerin tesadüf olmadığını biliyorum. Bilginin aktarılması için seçilen yer Bali Adası – Mekân Tirta Tapınağı. “Hay Allah’ım, sen büyüksün,” demek geliyor içimden! Yine aklım sekiz çeşmeye takılıyor. Rehberimiz Komang’dan neden sırayla girdiğimiz, neden sonuncusunun diğer havuzda olduğu hakkında bilgileri alıp hoop sentezliyorum. Vallahi de aynı bilgi billahi de aynı bilgi. Tek din, tek Rab. İslamiyet de sekiz esasa dayalıdır. Bunlara “sekiz cennet kapısı” denir: 1.Merhamet ve şefkat, 2. Doğruluk, 3. Sadakat 4. Cömertlik, 5. Sabretmek, 6. Sır tutmak, 7. Fakirliğini ve Acizliğini bilmek, 8. Rabbine Şükretmek. İşte bunlar olmadan her iki dünyada da huzur, mutluluk ve cennet olamıyor. İşte bu yüzden suyun içinde insanlığın farklı suretleriyle birlikte bekleşiyoruz. Ölümsüzlük ve ebedilik ancak bu gerçeklerle mümkün. İnsan hayatının hatta evrenin devamlılığı, huzur ve mutluluğu ancak daima iyiye, güzele ve doğruya dayalı olmasına bağlı.

“Dünya dair bırakmaya niyet ettiğimiz kötü huy ve ahlakımızı bizden al ve benliğin kapısını daima kapalı tut ki yanılıp da girmeyelim.”

O vakit çeşmelerin anlamları içimde tam tanımını buluyor. Bana cehennemin kapılarını açan huylarımdan arınmayı vadediyor. “Işık olun, bana gelin, sırrıma erin.” Birazdan çeşmelerin altında sanırım ben ve benim gibi ışık olmaya niyet etmiş bu güzel ruhlar gurur, hırs, kıskançlık, bölücülük, dedikodu, şehvet ve öfkeden arınacağız.

Bir tarafta hayat sırrının suyunu çeşmelerde ararken, deli şelalelerin altında öfkeyi, acıyı, tüm yas duygularını bedenlerimizden arındırmanın çabasını deneyimlememiz, diğer tarafta içimizde göz kırpan zeytin ve peynir özlemimiz, çamaşır suyuna hasretimizle tetiklenen temizlik ataklarımız, bize kurtulmak istediğimiz hayaletlerimizi anımsatan oda arkadaşlarımız… Tüm bunlar, bize hayat sırrının suyunun aslında çeşmelerde bulamayacağımız bir yerde olduğunu hatırlatmak istiyor sanki. Ve hepimizde zaman zaman şikâyet kanalları açılıyor. 14 kadın bu kanalı bir açıp kapamayı ihmal etmiyoruz. İlginç olan şu ki, zaman zaman açılan bu kanal, şikâyet kanalı olsa da yolun başında oturmaya niyet ettiğim huzur alanımda bu sesler artık bana rahatsızlık vermiyor. Zaman zaman yaşadığımız bu hali Ahmet Kaya’nın şarkısının sözleriyle tanımlayabiliyorum.  

Öyle bir yerdeyim ki
Bir yanım mavi yosun dalgalanır sularda
Dostum, dostum, güzel dostum
Bu ne beter çizgidir
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe

Bak bakalım kaç yaşındasın?

Uluwatu Tapınağı’ na gideceğimizi duyduğum sabah, ilk gün ormanda yaşadığım gerginlik gelip bedenime oturuyor. Nasıl sıcak bir hava. Acaba tapınak yerine gruptan ayrılıp denize mi gitsem ya da otelde kalıp havuzun keyfini mi çıkarsam diye düşünüyorum. Öte yandan, gezinin ruhunun hissettiklerinin ardındaki gerçek konuları keşfetmek olduğunu biliyorum. Sessizce ve içimdeki gerginlikle otobüse biniyorum. Uluwatu Tapınağı’na vardığımızda binler dişi, erkek, bebek maymun etrafımızı sarıyor. Rehberimiz Komang, maymunlarla göz göze gelmememizi, güneş gözlüğü ya da telefon maymunların dikkatini dağıtacak herhangi bir obje elimizde taşımamamızı sağlık veriyor. Benim gerginlik hissim giderek kalbimi ele geçiriyor. Yine de tapınağın ince yolundan yürüyorum, taa ki tepemizden geçen helikopter maymun dostlarımızı galeyana getirene kadar. İşler yolunda gibi görünse de maymunlarla birlikte benim de tüm duygularım galeyana geliyor. Maymunların aniden sürü halinde koşmaya başlamasıyla, “Buradan çıkmam lazım,” diye sessiz bir çığlık atıyorum. “Hem de hemen,” diyorum. Hande sessizce gelip yumuşakça elimi tutuyor ve “Ben buradayım. Derin nefes al, nefes ver,” diyor. Bana Çin Seddi kadar uzun gelen tapınak yolunu el ele yürüyoruz.

Bak bakalım kaç yaşındasın? 13. E, hani ben bu yarayı iyileştirmiştim? Geçti sandığım yerden yaram tekrar açılıyor. Bu kez tuttuğum ele güveniyorum, birlikte geçireceğimiz deneyimin ardından ne olacaksa eskisinden kötü olmayacak biliyorum. Süreç devam ediyor. Şimdi kaç yaşındasın? 7. Bana 50 yıldır kendimi tekinsiz hissettiren tüm ani ve beklenmedik saldırılara karşı içimde ne varsa gözyaşları içinde serbest bırakıyorum. Bu saldırıları başlatan kahramanımı bir güzel anıyorum. Af diliyorum. Affediyorum. Onu seviyorum. Teşekkür ediyorum. Ve artık hem onu hem kendimi bir kez daha serbest bırakıyorum.

O an terapistim olan arkadaşım Hande’nin yanağına bir öpücük konduruyorum. Teşekkür ederim. “Aferin kız,” diyorum. “Nasıl da yakaladın!” Gülüşüyoruz. Hande, “Ne zaman maymun görsem seni hatırlayacağım,” diyor ve ben maymun tapınağında yeniden doğuyorum. Vali Konağı Caddesi boyunca yaptığımız o ilk yürüyüşümüzü hatırlıyorum. Canım Handeciğim, o gün biliyordum ki insanlara iyi gelecek iyi işler yapacaksın.

Otelimize dönerken, tüm içsel çağrıların evrende bir yanıtını olduğuna inancım pekişiyor. Neden bir turistik seyahatin değil de bu grubun parçası olduğumu bir kez daha idrak ediyorum. Bugünün ardından Bali benim için hepten düğün, bayram. Şahane Bali masajları deneyimlediğim, güzel kalpleri yakından tanıdığım, sokaklarında avare dolaştığım, gözümün ve gönlümün yeşile doyduğu, varsa unuttuğum tüm dualarımı tamamladığım, niyetlerimi Hak’la buluşması için sulara bıraktığım bu büyülü ada ve 14 tatlı kadınla yaşadığım deneyim evrensel şifa kütüphanemde kocaman bir “İYİ Kİ” ile yerini alıyor.

İşte böyle sevgili okur, şifa bitti dediğiniz konudan, geçti dediğiniz yerden zamanı gelince mutlaka gelir size bulur. Siz yeter ki niyetinizi sağlam koyun. Rabbiniz ihtiyacınız olanı sizden iyi bilir.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

sebnem-toker
Bournemouth College Büro Yönetimi mezunu. Yaklaşık 30 yıldır üst düzey yönetici asistanlığı yapıyor. 2002 yılından beri kendini kaşif olarak adlandırdığı yolun yolcusu… Yaşamın Direksiyonunda atölyesinin kurucusu ve Profesyonel Jungian Koç. Koçlukta Sanat Terapisi, NLP, metafizik, hipnoz ve Seraphim Blueprint uluslararası uygulayıcı eğitmeni.