Farkındalık

Çok okuyan mı bilir ya da çok gezen mi? Yoksa kalbi açık şekilde bir yaşam süren mi?

Evet yeni bir tartışma ile geldim. Oyları alalım. Hangisi sizce daha çok bilir? Çok okuyan mı, çok gezen mi yoksa kalbi açık bir şekilde tüm deneyimlerin içinden geçebilen mi?

Yakın zamanda bir yangın düşmüştü yüreğime. Çünkü yakın bir zamanda yargılandım. Evet evet ben, bendeniz, yargılandım. Beni ben olarak göremeyen, yalnızca bir parçamı kendi versiyonu ile yorumlayan biri tarafından. Normalde çok takılmam, normalde kendi gerçeklerim konusunda çekingen değilimdir. İnandığım gibi yaşarım, konuşurum. Ama arada bir olduğu gibi bu sefer de gafil avlanmış oldum. Çünkü fark ettim ki bazı insanların yanında kendimi ortaya koymakta zorlanıyorum. Sanki bazı insanların benim için tuttuğu alan o kadar dar ve kısıtlı ki. O alanların içinde var olmaya çalışmak çok zor. Normalde o kadar dar alanların içinde olmayı reddederim ve o ilişkiden uzaklaşırım ama aile olunca bunu yapan, o zaman bir şey beni engelliyor. Birçoğumuz için de öyle değil mi? Öyle değil mi? Hadi ama öyle öyle, bunu yaşayan bir tek ben olamam.

Ben böyle olmayacağım

Neyse sonuç olarak o dar alana, tüm iyi niyetim ve samimiyetimle sıkışmaya çalışırken üstüne bir de saldırıya uğradığımda, o dar yerden çıkıp “hooop bir dakika” demem çok güç oluyor. O anlarda ben, ben değilim sanki. Küçük bir kız çocuğuyum. Pasif agresif konuşmalar, davranışlar, yargılar ve yorumlamalar karşısında donup kalıyorum. Kendimi savunamıyorum, saldırıyı durduramıyorum. Öfkeden gözlerim doluyor ama öfkeyi salamıyorum. Sebebini sanırım biraz biliyorum. Öfkeyi serbest bırakmak zor benim için çünkü öfkenin çok yıkıcı hallerine şahit oldum.

Sanki o zamanlarda bir yemin etmişim, ben böyle olmayacağım demiştim ve öfkeyi, saf kötü bir şey olduğunu sandığım için dar bir kalıba bu sefer de ben sokmuşum.”

Oysa öyle değil biliyorum. Öfkeyi ifade etmek çok önemli. Bunu hiç yapamıyorum demiyorum ama öfkemi ifade edebilmem için güvenli ve ben olabildiğim bir alana ihtiyaç duyuyorum. Belki de zaman zaman o alanları tutanları yargılayan benimdir he? Belki de ben onları yargıladığım için kendimin küçük bir parçasını paylaşıyorumdur çünkü beni bir bütün olarak anlayamayacağını düşünüyorumdur. Hayır hayır, bunu yapmayacağım izin verirseniz. İzin verirseniz bedenime ve kalbime güveneceğim ve bu sefer parmağı kendime doğrultmayacağım. Zihnim, hemen kendi öz değersizlik yaratan geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak sorunun bende olduğunu söylüyor ama ben kalbimde neler sezdiğimi biliyorum bu insanların yanındayken ve bu geçerli. 

Kalbi kapalı olan göremez ki

Bu yargılanma olayını neden mi anlattım? Çünkü sonrasında düşündüm. Beni bugüne kadar yargılayanları, apaçık bir şekilde tüm samimiyetimle karşılarında durmama rağmen beni göremeyenleri düşündüm. Bu insanların birçoğunun ortak bir özelliği var: Bazısı çok okumuş, bazısı çok gezmiş, bazısı çok bilmiş, bazısı çok bakınmış ama ortak özellik olarak maalesef ki kör insanlar. Körler, çünkü kalpleri kapalı.

Kalbi kapalı olunca ne oluyor bir insana biliyor musunuz? Zihni ile yaşıyor sadece. Ve bu çok kısıtlı bir yaşam çünkü zihin kendi geçmişinden ibaret bir varlık. Zihin bilineni seviyor, bildikleri, deneyimleri üzerinden senaryolar kuruyor. Zihin şartlanmış, kaygılı, yargılı… Zihin, canım sevgili okurlar, modası geçmiş bir varlık. Tüm dünya zihinlerin korkuları, her şeyi bilme ve kontrol etme manyaklığı üzerine kurulu. Kalp ise, canım benim, en başından beri biliyordu hiçbir şeyi kontrol edemeyeceğini, yaşamın bizden büyük olduğunu. Bildiklerimizi unuttukça daha çok bilebileceğimizi ve fakat yine de her şeyi bilemeyeceğimizi. En azından “sandığımız şekilde” bilemeyeceğimizi. Kalp, her şeyle hizalı olan varlık. Anbean her şey ile bağlantıda, her an veri alan bir alıcı ve aynı zamanda veri yayını yapan bir verici. Kalbin güncel, kapsayıcı ve kendine has isyankar hali ile aramızdaki en büyük engel, zihnimiz, egomuz. Bir sürü deneyim, okunan kitaplar, gidilen yerler, keşfedilen diyarlar, bilinen bilgiler bizi geliştiriyor evet ama hangi seviyede? Bütün bunları yaparken kalbimiz açık bir şekilde miydik? Yoksa bilme haline, haklı olma hastalığına bağımlı zihnimiz, aç ve vahşi bir hayvan gibi her şeyi ham yapmayla ve mideye göndermekle mi ilgileniyordu?

Fethettiğimiz, ele geçirdiğimiz tüm o bilgiler, yerler, deneyimler bizi biz yapar mı? Biz denilen şeyin kaynağı nereden gelir? İşte bence uzun bir süredir biz bunun zihnimizden, zihnimizde kayıtlı deneyimlerimizden, bildiklerimizden ve hatta bilmediklerimizden ibaret olduğunu sandık.

“Oysa kalp bilinmeyenle bağlantılı.”

Kalp düşünerek bulamayacağımız cevaplarla dolu. Kalp bir pusula aynı zamanda. O, bilinmeyenin içinde nereye gittiği, nasıl kıvrıldığı bilinmez olan yollarda bize rehberlik edecek olan yegane varlık. Kalp gerçek varlığımızın, olduğumuz şeyin özü. Zihinin toparladığı ama idrake indiremediği hiçbir bilginin bir faydası yok aslında bana sorarsanız. Fakat en tehlikelisi ne biliyor musunuz? Bildiğimizi sanmak. Burada aklıma Vernon’ın bir nasihati geliyor. O der ki “Beni dinlerken hatta başka birini de dinlerken, bir film izlerken ya da kitap okurken anlatılan şeyi daha önce duyduğunuzu, gördüğünüzü, okuduğunuzu fark etseniz bile “ben zaten bunu biliyorum” dediğiniz bir yerden dinlemeyin. Aksine, ilk defa duyuyormuşsunuz gibi dinleyin çünkü bunu yaptığınızda tüm o bilindik hikayenin içinde daha önce hiç duymadığınız şeyleri duymaya başlayabileceksiniz. Çünkü her zaman yeni, güncel bir bilgi vardır. Çünkü bilinç sürekli yükselir ve bu sefer o seviyeye uygun bilgi önünüzde açılıverir.”

Bilmiyorum’un gücü ile buluşmak

İşte bu hal, zihnin ben biliyorum zırvalığından kurtulduğumuz, kendimizi yeni olana, bilinmeyene açtığımız zamandır. Bunu bir hayal edelim mi birlikte? Tanıdığımız insanları, okuduğumuz kitapları, izlediğimiz filmleri, gittiğimiz yerleri ben zaten demeden, ilk kez deneyimliyormuş gibi deneyimlesek? Bunu biliyorum halinden ben şu an hiçbir şey bilmiyorum ve kendimi yeni bir deneyime açıyorum haline geçebilsek? Müthiş değil mi? Bunu yapabilirsek kendimiz de kendimize doğru, kendimize dair hiç haberimizin olmadığı şeylere doğru koca bir adım atabileceğiz. Ayrıca en önemli şeylerden biri ne biliyor musunuz? Başkalarına daha geniş alanlar tutmayı becerebileceğiz. Eğer birine bakıp, söylediklerini dinleyip, kendi bilgi bankamızdan bir şeyler çıkarıp ortaya bir yargı koymak yerine onu ilk defa duyuyormuş gibi dinleyebilirsek, onu gerçekten görmeye açılırsak ve onunla ilgili hiçbir şey bilmediğimizi kabul edersek, yani basitçe açık bir kalp ile onun kalbine bağlanabilirsek, o anın, kişinin hakikatine de ulaşabileceğiz. Çünkü hiçbir şey aynı kalmaz. Bilgi de insanlar da bilinç de…

Hakikat anın içinde gizlidir ve ona zihin ile ulaşılmaz.”

O kapıdan geçebilmek için bilmeme haline geçebilmemiz, tüm yargılardan, yüklerden, bilgilerden arınıp incecik bir hale gelmemiz gerekir. Sonra mı? Sonrası bir buluşma, bir kutlamadır herhalde. Ben de bilmiyorum ki…

İşte o yüzden şimdi tekrar soruyorum: Sizce en çok kim bilir? Ve sonra yeni bir soru daha ekliyorum: Bilmek, o kadar da önemli bir şey midir? Bana sormayın, ben valla bir şey bilmiyorum.

Bu sefer de yazıya bir film önerisi bırakıyorum: The Power of The Heart. Umarım bulabilir ve izleyebilirsiniz. Film sonunda kalbinizde biraz daha genişleme ve açılma hissedeceğinize söz veriyorum.

Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.