Yazıma The Office dizisinden bir sahne ile başlamak istiyorum. Rahatsız edici kibarlığı anlatan en iyi sahnelerden biri bence.
Bob: Hey, Janet, yeni ofis robotunun ne kadar kibar olduğunu fark ettin mi?
Janet: Evet, her zaman gülümsemesi ve o monoton sesiyle “İyi günler” demesi neredeyse ürkütücü.
Robot: Günaydın Bob ve Janet. Unutmayın, üretkenlik başarının anahtarıdır. Harika bir gün geçirin.
Bob: Ne demek istediğimi anladınız mı? Sanki nazik olmak için çok uğraşıyor.
Janet: Huysuz bir iş arkadaşındansa aşırı nazik bir bot daha iyidir, değil mi?
Yapay nezaket, bu robotta olduğu gibi bugünlerde her yerde. Müşteri hizmetleri sohbet botlarından sanal asistanlara kadar, makineler kibar, yardımsever ve bazen de düpedüz büyüleyici olmaya programlanmış durumda. İşin tuhaf yani bir kısım insan da aynı bu robotlar gibi nezakete programlı. Özellikle kişisel gelişim alanında bu tarz sahte bir nezaketin arkasına saklananlardan- bana göre böyle davranan insanlar gölge yanlarıyla sonsuz bir mücadele halindeler – olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum. Peki bu yapay nezaketin ardındaki psikoloji ne ve bize gerçekten faydası var mı?
Botlar İnsan Olmaya Çalıştığında
Şunu hayal edin: Bir müşteri hizmetleri botuyla sohbet ediyorsunuz ve sorununuzu anlamak için elinden geleni yapıyor. Birdenbire o kadar temelsiz bir şaka yapıyor ki gülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bu, yapay nezaketin komedisidir yani botların insan davranışını taklit etmeye çalıştığı ve en sevimli şekillerde yetersiz kaldığı anlar. Peki bu aksilikleri neden bu kadar eğlenceli buluyoruz? Psikolojik olarak insan olmaya çalışan makineler ile onların kaçınılmaz hataları arasındaki zıtlığı görmekten hoşlandığımız için olabilir. Bu tıpkı yetişkin davranışlarını taklit etmeye çalışan bir çocuğu izlemek gibi sevimli, komik ve bize kendi insanlığımızı hatırlatıyor.
İnsanlarla sohbet ederken de bu müşteri hizmetlerindeki botla konuşuyorum gibi hissediyorum bazen. Komik de geldiği oluyor. Gülümsemesi bazen de korku filmindeymişim gibi hissettiriyor. Sanki o gülümsemeyi kapasam ve gözlerine baksam derin bir kibir ve öfke var içinde. Resmen bir robotun insan olmaya çalışmasındaki olmamışlığı hissediyorum. Söyledikleri kibar evet, davranışı nazik evet ama öyle bir hali var ki benden beklediği şeyi alıp kafama fırlatsa daha az rahatsız olacağım. Bu tarz insanların içini açıp bakasım geliyor. Kalbi var mı gerçekten ya da organları yerine kablolar mı var, diye.
Nezaket Paradoksu
Bir restorana gittiğimizde garson bizi sıcak bir gülümseme ve kusursuz tavırlarla karşılıyor değil mi? Nezaketlerinden çok memnun oluyoruz ama sonra nazik olmaları için para aldıklarını hatırlıyoruz. İşte bu, nezaket paradoksudur. Nezaket beklendiğinde veya teşvik edildiğinde gerçekten samimi olabilir mi?
Psikolojik olarak ister insanlardan ister makinelerden gelsin, nezaketi takdir etmek için yaratılmışız. Ancak bu nezaket üretildiğinde özgünlüğünün bir kısmını kaybediyor. Bu, ne söyleyeceği konusunda eğitilmiş birinden iltifat almak gibi. Hoş ama o kişisel dokunuştan yoksun. Robotlar ve işini yaparken nazik olmayı kendine görev edinen insanlarda bununla ilgili bir yapaylık bile aramıyorum diyebilirim.
“Derdim daha çok sahte bir nezaketin maskesini düşürme arzumu asla tatmin edemiyor olmak.”
Yani kendimce bu tarz yapay insanlarla karşılaştığımda bunu bir komedi olarak değil resmen gerilim filmi tadında yaşıyorum. Sahte nezaket, sizin dışınızda herkesin dahil olduğu kötü bir şaka gibi. Samimiyetsiz iltifatlardan pasif-agresif tavırlara kadar, yapay nezaket dolu bir ortamda gezinmek yanlış giden bir komedi skeci gibi hissettiriyor bana.
Hepimiz yaşamışızdır, iş yerinde ya da bir arkadaş buluşmasındaki “Harika görünüyorsun!” haykırmalarını. Bu, esprinin havada kaldığı bir durum komedisi izlemek oluyor işte. Mizah orada duruyor ama rahatsızlıkla iç içe. Birinin ne zaman sahte olduğunu biliyoruz ve yine de kötü yazılmış bir senaryodaki aktörler gibi anları oynuyoruz.
Neden Sahte İyiliklere Kanarız?
Ah, milyon dolarlık sorudur bu! Psikolojik olarak bunun nedeni, başkalarından onay ve kabul görmek istememizdir. Birisi bize bir iltifat ya da yardım eli uzattığında beynimiz dopamin gibi iyi hissettiren kimyasallar salgılayarak kendimizi değerli ve takdir edilmiş hissetmemizi sağlar. Ancak işin püf noktası şu: Beyinlerimiz gerçek nezaket ile sahte pohpohlamayı ayırt etmek de her zaman çok iyi değildir. Bu yüzden, komik olmadığını bilsek bile şakayla birlikte gülmeye başlarız. Bu, gülme bandının döngü halinde çaldığı ve kanalı değiştiremediğiniz bir sitcom’da sıkışıp kalmak bir şey.
İşte bu nedenledir ki hala bizi tüketen o işimizden istifa edemiyor, hala o bizi rahatsız eden arkadaşlıkları sırf vefasızlık yapmamak uğruna bitiremiyor, ailemize saygısızlık yapmamak için sınır çizemiyor, hala iş yerinde hiçbir şeye hayır diyemiyoruz. Oysa hiçbiri ne saygısızlık ne vefasızlık ne de verilmesi gereken bir mücadeledir. Talihsizlik de değil seçim. Seçimlerimiz.
Sizlere de inisiyatif veriyor gibi görünen ama hep kendi istediği olsun isteyenlerden, sevgisini koşullu verenlerden, nezaketine bir türlü inanmadıklarınızdan bir an önce koşarak uzaklaşabilmenizi ve özgürleşmenizi diliyorum. Ben şimdi öyle yapmaya gidiyorum.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.