İç sesimiz duyamıyoruz. Farklı olmaktan korkuyoruz ve yüksek benliğimizle bağlantıda değiliz. Henüz hayatımızın ikinci baharını yaşamıyoruz çünkü davranışlarımızda kendimiz değiliz. Mevsimimizde çiçekler açması için özümüze dönmeliyiz. Aydınlanmak ve taviz vermeksizin kendimiz olmak; işte hayatımızın dönüşümü bu.
Pek farkında değiliz ama gördüğümüz insanlar çoğunlukla olduğu kişi değil. Olmak istediği bir biçim var; bir persona, örnek aldığı bir aile bireyi, arkadaş ya da ünlü, içgüdüsel olarak insanlığın kolektif bilinçdışından aldığı bir model. Bulunduğu duruma bağlı olarak da bu maskesini değiştiriyor ve yeni personanın eylemlerini özüymüş gibi benimseyerek benliği haline getirebiliyor. Bu, şizofrenik ya da patolojik bir problem değil; insanların çok ama çok büyük bir çoğunluğu bu realitede yaşıyor. Kendi benliğini deneyimlemediğini asla bilmiyor. Bireyleşmemiş; birey gibi gözüküyor, birey gibi davranıyor ama gölgelerini bilinçli hale getirmediği için kendisi değil. Bunu bir şekilde hissetse de bilinçli olarak adlandıramıyor. Model aldığı personaya uyum sağlamak için sürekli kendinden taviz vermek zorunda; iç sesini, yüksek benliğini duyamıyor, dışarının baskı yaratan aynılığına ayak uyduruyor. Karakteri, duyguları, beğenileri ve eylemleri zincirlere bağlı; negatif olaylarda kolayca sarsılabiliyor, beklentileri, istekleri ve özü birleşmiyor. Eksiklik hissediyor çünkü, henüz bütün bir insan olma deneyimini yaşamıyor ve asıl sorun ne henüz anlamıyor. Bu bir benlik illüzyonu ve çıkışın da tek bir yolu var: Bireyleşmek.
“İlahi Nizam ve Kâinat” kitabına göre dünyaya 300 ila 500 kez arası bedenleniyoruz ve gezegen üzerindeki tüm bu yaşamlarımız boyunca da toplam yedi tekâmül basamağından geçiyoruz. Birbirinden zorlu, yoğun ve öğretici olan bu basamakların tümünü tek bir yaşamda geçmemiz mümkün değil ve her seviyenin kendine has davranış kalıpları, deneyim, test ve dersleri bulunuyor.
Tekâmül basamakları başlı başına ele alınacak bir konu olsa da bu yazıda ufak girizgahını yapmamın sebebi konumuz bireyleşme ile olan doğrudan bağlantısı. Çünkü, hepimiz bulunduğumuz tekâmül seviyesinden bir üst seviyeye yükselene dek karşılaştığımız olaylarda çoğunlukla gölge yanımızla hareket ediyoruz (zaten gölgenin yerini bilinçli farkındalık aldığında o aşama tamamlanmış oluyor). Gölge; psikiyatr ve mistik Carl Gustav Jung’a göre hepimizde bulunan yaratıcı, yıkıcı ya da negatif öğeleri temsil eden temel arketip. Yani, karanlıkta kalan yanlarımız. Gölgeden gelen davranışlarımız bizi illa daha kötü, bencil ya da olumsuz biri olmaya itmiyor; ailemiz baskılamamız gerektiğini öğrettiği için öfkemizi göstermemeyi öğrenmemiz de bir gölge; üzüntümüzü ya da coşkumuzu bastırıp bizde bu öğelerin pek olmadığına inanmamız da. Kendimize dair bu yanlış algılarımızın sebebi bu özelliklerimizi bilinçli farkındalığımızdan çıkarmamız ve karanlığa gömmemiz. Gölgede bıraktığımız taraflarımızı bilmeyip kabul etmediğimizde de benliğimizden uzaklaşıyor; neyi neden yaptığımızı ya da neden hep benzer deneyimler yaşadığımızı anlamamız zorlaşıyor. Ancak tekâmül ettikçe yani bilincimiz ve ruhumuz evrimleştikçe bu gölge yanlarımızı fark ediyor; kendimize ait olmayan personaları üzerimizden atıyor ve özümüze dönerek iyileşiyoruz. İşte, bireyleşmek Jung’a göre tam olarak bu; insanın gölgelerini fark etmesi, bilinçli hale getirmesi ve yaşamın yeniden başlangıcı. Bana göreyse dünya planındaki simülasyondan çıkış anı.
GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL
Çözüme kavuşmamış travmaların yarattığı savunma mekanizmaları, kabul görmek için edinilmiş davranış biçimleri ve çocukluk deneyimleri gibi sebeplerle kendi özümüzü gölgede bırakabiliyoruz; ona yabancılaşıyor ve ondan uzakta bir ömür geçirebiliyoruz. Öyle ki; en derin inançlarımız, en kuvvetli isteklerimiz ve canhıraş kavgalarımız, onlara o değeri verip vermediğini sorgulamadan yaşamımızın en önemli parçaları haline gelebiliyor. Yarı yapay, yarı idrakli bu yaşamda negatif insanların etki alanına da daha rahat girebiliyor, çok daha savunmasız kalabiliyoruz. Çünkü; biz kendimizi bilmediğimizde bizi bizden daha iyi bilenler ortaya çıkıyor ve değer verdiklerimizi, yumuşak noktalarımızı, korkularımızı ve koşullandıklarımızı kullanarak kararlarımızı ve geleceğimizi manipüle edebiliyor. Bunu yalnızca tanıştığımız insanlar yapmıyor; sağlığımızı ve doğamızı tehdit eden markalar, insanlığın faydasını gözetmeyen politikacılar hatta yakın gelecekte de yapay zekâyla elimizdeki teknolojiler yapıyor.
Ruhsal yolculuğumuzdan en yüksek verimi almak istiyorsak ego seviyesinde de iyileşmeli ve olgunlaşmalıyız. Bunu yapmak için kendi doğamızın tüm yönlerini bastırmadan ve yargılamadan kabul etmeliyiz; ego odaklı davranışlarımız ve gölge yanlarımızı tanıyarak kişiliğimizle bütünleştirmeliyiz. Gölge çalışması (shadow work) adı verilen bu süreçte kendimize karşı acımasız ya da yargılayıcı değil; anlamaya çalışarak, açık, dürüst ve mantıkla yaklaşmalıyız.
Felsefe, psikoloji, tasavvuf, meditasyon, dinler ya da Uzak Doğu öğretileri; bilgeliğin olduğu her alanda içe dönüşün yeri var ve aslında hepsi bilincin gölgede kalan yanlarını fark etmekle ilgili. Zihni dinlemek ve aklına geleni olduğu gibi akışta yazıya dökmek, psikoloji kitapları okuyup o güne kadar fark etmediğimize şaşırdığımız bariz davranışlarımızı ve sebeplerini fark etmek, terapiye gitmek ve psikoloğun sorduğu sorularla benzer iç görüleri edinmek, meditatif haldeyken anlık farkındalıklar yaşamak ya da bir yakının gönülden uyarılarına kulak vererek üzerine düşünmek… Tüm bunlar bizi bize yaklaştıran, bizden içeri olan o ben’e ulaşmamızı sağlayan, gölgelerimizi aydınlığa kavuşturan haller. Yöntemi ne olursa olsun, “bireyleşmek” kendimizin bilincine varmak demek ve ancak o zaman insan özgür, mutlu ve negatif olayların yıkamadığı o huzurlu yüksek benliğine ulaşıyor ve özüne kavuşuyor. Kendini fark eden insan, yaşadığı deneyimler ve öğrendikleriyle kaybettiği güç merkezini yeniden şifalandırıyor.
TEMET NOSCE-KENDİNİ BİL
Aydınlanmış, kendisini gerçekleştirmiş ve bireyleşme sürecini tamamlamış kişi artık geri dönüşü olamayacak biçimde farklılaşır diğerlerinden. Onların taktığı maskeleri takmaz artık; kalıplaşmış davranışlara ihtiyacı yoktur ama tümünün ardındaki anlamı görür. Herkesin gittiği o yoldan geçmiştir ve bu ruhuna merhamet ve anlayış verir. Kendi benliğini ortaya çıkarabilir ve taviz vermeksizin kendisi olabilir. Tavır, tepki ve hareketlerinde bütünüyle dürüsttür. Bu dürüstlük en çok da kendisine karşı oluşuyla özeldir. Kişi benzersizliğini görür ve bastırdığı benliğini hatırlar. Jung’a göre bu hayatın ikinci baharıdır ve analitik psikolojide terapinin amacıdır.
Simülasyon benzeri bir gerçeklikte yaşadığımızı düşünenler var ve onlara göre Matrix filmi bunun bir belgeseli.
İlk filmde baş karakter Neo, Kahin’in odasına girer; onun ve mentorunun hayatlarını kurtarmak ve Birliğe ulaşmak için yapması gereken duvarda yazıyordur; tıpkı Yunanistan’daki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazdığı gibi: Temet Nosce yani “Kendini bil.”
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.