İlişkiler, Dualite ve Hakikat
Bilim

İlişkiler, Dualite ve Hakikat

“Budistlerin hep bildiğini fizikçiler şimdi doğrulamakta. Vuku bulan hiçbir şey diğerlerinden ayrı bir olay değildir, o sadece öyle görünür. Biz onu daha çok yargıladıkça ve etiketledikçe onu daha çok ayırırız. Her şey kozmos denen birbirine bağlılık ağının bir parçasıdır. Bu şu anlama gelir: her ne olmuşsa, o başka türlü olamazdı.”

Eckhart Tolle

Düalite, mevcut realitemizin en büyük yanılsamasıdır. Bizi kutupluluğa ve ayrılığa inandırır. Bu ayrılık fikriniyse doğru-yanlış, iyi-kötü, üstün-aşağı, haklı-haksız gibi tanımlamaları kullanarak pekiştirir. Fakat tam da bu yüzden, dünya yaşamımız için bir zorunluluktur. Hayatımızı belirleyen sebep-sonuç, hak ediş, tekâmül, karma ve çekim yasası gibi yasaların varlığını mümkün kılar. Çünkü bu tanımlamalar sayesinde dışarıya ve kendimize dair yargılarımız oluşur ve bunlara yönelik deneyimler yaratırız. Bize kök inançlarımızı ve bilinçdışı yargılarımızı “gerçeklik” olarak yansıtan bu dünyada yer alır ve tekâmül ederiz. Ne var ki, “gerçeklik”, “hakikat” değildir. Hakikatte düalite ya da iyi-kötü gibi kavramlar ve ayrılık yer almaz. Her şey yalnızca, bir ve tek bir bilincin farklı yansımalarıdır.

Yaşamımızda gördüğümüz her şey seçimlerimizin birer sonucudur. Tıpkı bir kod gibi, biz öncül sebepleri belirleriz ve bunlara bağlı sonuçlarla karşılaşırız. Seçimlerimizi yapansa bilincimiz gibi görünür; fakat asıl kumandan bilinçdışımızdır. Ve bilinçdışımız, her zaman titreşimimize yönelik olarak, tekamülümüz için ihtiyacımız olanı seçer. Onun deneyiminden iyi ya da kötü bir şey öğrenemeyeceğimiz ya da ona bir şey katamayacağımız kişilere çekilmeyiz. Bu tip kişiler ya ilgimizi çekmez ya da öğrenmemiz gerekeni önceden öğrenmişizdir ve bu deneyimi tekrarlayabilecek biriyle karşılaştığımızda ya bunu fark ederek ondan uzak dururuz ya da bu kez öz benliğimize uygun olarak davranırız. Fakat kendimizde fark etmemiz gereken bir mesele varsa, yaşam bizi mutlaka, biz onu öğrenene dek gözümüze sokacak kişilerle bir araya getirir. Örneğin, birbirini oldukça acı ve zorlu deneyimlerle, fakat mükemmel biçimde, tamamlayan kurban ve zorba ilişkilerine geniş plandan baktığımızda, deneyimin tamamında, bu iki rolün birbirine olan ihtiyacını görürüz. Biri olmadan öteki o rolü oynayamaz, yani ortada bir kurban olduğu için zalim de o kişinin hayatına dahil olabilir.

Aynı merkezden, güç ve irade, hareket eden bu iki kutbun bir ucundaki kişi, bunlara sahip olma arzusuyla zorba deneyimini yaratırken öbür uç gücünü devretme ve kontrol edilmeye olan eğilimiyle mazlum deneyimini yaratır. Ve bu iki kişi adeta manyetik biçimde birbirine çekilir. Çünkü ikisi de birbirinde gölge yanlarını besleyecek bir güven ve konfor bulur. Biri için bu idare edebileceği, yönetebileceği bir aracıyken diğeri için bu sığınabileceği ve ipleri salabileceği bir limandır. Fakat her ikisi de ilahi sistem için aşılması gereken, çünkü sevgiden değil egodan ve korkudan beslenen, uç kutuplardır. Bu iki kutup da kendi öz benliğinin farkında değildir ve onları bir araya getiren de bu öz farkındalık eksiğidir.

“Çünkü benliğinin gerçek gücünün farkında olan birisi, ne bunu başkalarını kontrol etmeye çalışarak ispatlamak zorunda hisseder ne de onu kontrol ve manipüle edecek kişilere izin verir.

Dolayısıyla, geniş plandan baktığımızda bu ilişkinin bir sebebi ve bir amacı vardır. Sebebi, bu iki kişinin birbirine ihtiyaç duydukları için çekilmeleridir. Amacıysa bu iki zıt kutbun, kutuplardan ayrılarak merkeze gelebilmesidir. Eylemlerinin ve kök inançlarının yarattığı sonuçları fark edebilmesidir. Hakiki gücüne kavuşması, bırakması gerekenleri bırakması ve kendine, hayata dair inançlarını yeniden gözden geçirmesidir. Bu yüzden; kendi kıymetini bilmeyen, aşırı verici ve değersizlik yaşayan birinin karşısına onun zıt kutbu olan bencil, kendisinden başka kimseye değer vermeyen ve yalnızca kendini önemseyen biri çıkmalıdır ki, her iki taraf da bu deneyimden düalitenin öbür kutbunu deneyimleyebilsin. Resmin geri kalanını görerek bütündeki yerini fark edebilsin ve yaptıklarının sonuçlarını görebilsin. Dolayısıyla aslında, kurban da zorba da kurtarıcı da aynı şeye hizmet eder. Birlikte yarattıkları deneyimlerle hem kendilerine hem ilişkiye girdikleri diğer kişiye hem de kolektif bilince fayda sağlarlar.

Çatışmanın olmadığı ve iki kişinin de aynı kutuptaki, korku temelli karakteristiklere sahip olduğu bir ilişkideyse kişiler başta çok iyi anlaşsa bile zamanla birbirlerinde kendilerini gördükleri için bundan içsel bir rahatsızlık duyarlar. Özellikle de bu karakteristikler merkezden ve dengeden çok uzaksa… Burada asıl rahatsız oldukları şey, kendilerindeki kutuplu yanların ve rahatsız edici özeliklerin bir ayna gibi kendilerine yansımasıdır. Fakat öz farkındalık gelişene dek odak içerde değil dışarıda olur ve bu sorunların karşıdaki kişiden kaynaklandığına inanmaya eğilimli oluruz. Dolayısıyla benzerlerin birbirine çekildiği bu ilişkilerde de yaşam, aynalama yöntemiyle bizim merkeze gelmemizi amaçlar. Fakat yöntem ne olursa olsun, bizim kendimizi fark edene dek yaşadığımız bütün ilişkiler ve onlara bağlı duygular ve yargılar, bize kendimizde görmemiz gerekenleri açıkça gösteren aracılardır.

“Yaşadığımız olaylar vasıtasıyla kendimize daha yakından bakma cesareti göstermek, tekâmül etmektir.”

Çatışma ve anlaşmazlıklar her ilişkide olsa da farkındalığımız arttıkça zorlu deneyimlerin katılığı hafifler. Çünkü öz farkındalık geliştirmek ve değiştirmemiz gerekenler üzerine çalışmak, negatif döngülerimizi kırar. Ve mucizevi biçimde içerisi, dışarıyı da dönüştürmeye başlar. Sanki rüzgârın yönü değişmiştir ve yaşam bizi arkamızdan desteklemektedir. Çünkü, düalite bakış açısının bize inandırdığı gibi biz dünyadan, yaşamdan ya da evrenden ayrı değiliz. Anda neysek, nasıl biriysek, hangi ruh halinde, bilinç ve vicdan seviyesindeysek ona uygun deneyimleri kendimize çekeriz. Ve bu titreşimsel çekim sayesinde iyi ve kötü olayları, ruhsal ve fiziksel seviyede, birlikte yaratırız. Bu deneyimler vasıtasıyla yeni bilgiye, algıya ve farkındalığa ulaşırız. Yani tekâmül ederiz.

Gölgelerimizle yüzleşmek; verdiğimiz tepkileri, tutunduğumuz inançları, korkularımızı, dışarıya dair yargılarımızı ve kendimize sürekli anlattığımız hikayelerimizi fark etmektir. Bunu yaptığımızda gördüğümüz şey ise bunların sürekli karşımızda “gerçeklik” olarak tezahür ettiğidir. Çünkü hakikatte düalite yoktur. İçerisi ile dışarısı ya da ruh ile madde birbirinden ayrı değildir. Her ikisi de birbirine bağlı, birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir. Yani dışarıda bizden bağımsız akan bir hayat yoktur. Ya da biz başına gelenleri hayat olarak izleyen edilgen varlıklar değilizdir. Tam tersine, yaşamın içinde, onun ta kendisi ve yaratıcısıyızdır. Yaratanın ruhundan üflediği nefes de işte bu yaratım gücümüzdür.

Devamı, Düalite Bölüm 3’te…



©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.