Dünya, sonsuz deneyim alanlarından oluşan bol madalyonlu bir mozaiktir. Bedenlenmeden önce belirlediğimiz ailemiz, bedenimiz, yaşam koşullarımız ve külli kaderimizle, bize dağıtılan bu madalyonlarla doğarız. Bunların, önce yalnızca bir yüzünü tanır ve bunlara alışırız. Zamanla ve deneyimlerimiz zenginleştikçe öbür yüzlerine dair bilgimiz oluşmaya başlar. Ailemiz, ilişkilerimiz, bedenimiz, yaşam koşullarımız ve bildiğimiz haliyle hayat aynı kalmaz, sürekli dönüşür. Bu sayede yeni madalyonlar ve yeni yüzler tanırız. Lineer akan zaman algımızla geçmiş, şimdi ve geleceğe dair bilgiler toplarız. Bu bilgiler, elimizdeki madalyona dair fikirlerimizi dönüştürürken, sebep-sonuç yasası gereği, yenilerinin açılmasını da sağlar. Örneğin, sağlıklıyken bunun üzerine fazla düşünmeyiz, fakat hastalık deneyimi bize bulunduğumuz konuma dair yeni bir farkındalık kazandırır. Bizi hasta eden yaşam koşullarımızı, seçimlerimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı ve alışkanlıklarımızı fark ederiz. Bu geçmişe dayalı bilgiler, bizim gelecekteki aksiyonlarımız için de dönüştürücü kuvveti içinde barındırır. Ve hastalığı yenecek yeni yollar, onu engelleyecek yeni seçimler, öncelikler ve tutumlar belirleriz. Madalyonların bu düalitik hali onların tamamı için geçerlidir; örneğin maddi durum için de güzellik, yalnızlık, mutluluk, açlık, tokluk, savaş ya da barış için de. Çünkü düalite dünyasında her şey karşıt dengesiyle var olur. Ve her şey kendi karşıtını yaratır. Dünyada zıttı olmayan hiçbir kavram, görüş ya da deneyim yoktur ki bize, ruhsal yaşamlarımızın bir noktasında varlığını göstermesin. Çünkü bizler ancak bu zıtlıklar ve kontrastlar sayesinde ilerleriz, tekâmül eder ve insan deneyiminde ustalaşırız. Vicdanımız, bilinç seviyemiz ve seçimlerimizle bu plandan daha yüksek planlarla yükseliriz. Tıpkı, şimdi bizlerle beraber yaşayarak insan deneyimine aşina olup onu kısmen idrak eden fakat henüz deneyimlemeyen daha düşük bilinç seviyesindeki hayvan dostlarımız gibi. Onlara isim vermemiz, onlarla beraber yaşamamız, hatta bizi anlamasalar bile (tamam bazıları hariç 😊) onlarla konuşmamız, onların tekamülde hızlıca ilerlemelerini sağlar. Bu sonsuz deneyim alanı binlerce yaşam sürer ve tüm yaşam formlarını, zaman çizgilerini, boyutları ve galaksileri kapsar. Hepsi de yeni madalyonlar, yeni farkındalıklar, öğretiler, görevler, sorunlar, sonuçlar, güzellikler ve sonsuz olasılıklar içerir.

Göğün bir kubbe olduğu inancını taşıyan Gök Tanrı zamanındaki atalarımızdan, Mezopomya’da ortaya çıkıp, Anadolu’ya ve çoğu kültürde bulunan Çift Başlı Kartal motifi, ikili karşıtlıkları yani dualiteyi temsil eder. Zıt güçlerin dengesi, yükseliş ve kutsallığın sembolüdür.
Eyleme geçmeyen farkındalık ya da ders, kendini tekrar etmek mecburiyeti taşır
Mevcut tekâmül sahamız olan dünya yaşamında atalete yer yoktur. Çünkü bu, deneyim ve gelişimin durduğu anlamına gelir. Yeni ve farklı olan hiçbir şey olmadığında, öğrenilecek yeni ve farklı bir şey de olamaz. Bu yüzden, en monoton görünen hayatlarda bile ne sadece kaos hâkim olur ne de sadece düzen. Her renk, her ton ve bütün kontrastlar bir sürece ve dönüşüme, yani entropiye tabidir. Çevremiz, bedenimiz, ilişkilerimiz, ruh halimiz, fikirlerimiz ile hayat planlarımız da tıpkı suyunda tekrar yıkanamayacağımız birer nehir gibi durmaksızın akar. Hepsi de bu düzenin kaosa, kaosun düzene dönüşmesi kuralına tabidir. Bu entropi, ruhumuzda binlerce yıl süren insan deneyiminde zıtlıkları yani düaliteyi deneyimleyerek gelişmemizi sağlar. Tekamülümüz ve yaşadığımız olaylara bağlı gelişecek olanların potansiyelinin oluşabilmesi için, bulunduğumuz konumu bozup dağıtacak (düalite yaratacak) deneyimler gereklidir. Bu gereklilik, geçmiş yaşamlardan bizimle enkarne olan karmik yüklerin ve derslerin bir tesiri de olabilir, bu yaşamdaki mevcut seçimlerimizin de.
Kutsal metin Bhagavad Gita’ya göre ise bir şeyin gerçekleşmesi için gereken üç ana neden vardır: bilgi, bilinen nesne ve bilen kişi. Yani; bir olaydan açığa çıkacak olan bir tekâmül bilgisi, o olayın olmasına aracılık edecek fiziksel bir ortam (maddesel aracı) ve de oluşan bilgiyi alma potansiyeli olan en az bir kişi. Çünkü bir olaya şahitlik eden ya da onun hakkında bilgi sahibi olan her ruh, o olayda doğrudan ya da dolaylı olarak tekâmül eder. Olay hakkındaki düşünceleri, yorumları ve eylemleriyse onun tekâmülde bulunduğu konumu gösterir. Neticede herkes, ancak bilinç ve vicdan seviyesi doğrultusunda düşünebilir, eyleme geçebilir ya da fikir beyan edebilir. Bu olayı yaşamasının altındaki sebebi görmesi ve bundan hareketle daha geniş ve yüksek bir farkındalık elde etmesi ve dönüşüm göstermesi ise tekâmül etmesidir. Bu bilgi; onu içsel güçten, sevgiden, huzurdan ya da diğerleriyle birlikten uzaklaştıran; korkuya, ayrılığa ve ızdıraba yol açan döngülerini kırmasını sağlayan yegâne yoldur. Onun ego blokajlarını, komplekslerini ve sevginden değil korkudan beslenen düşüncelerini tetikleyerek ona geri yansıtacak birer aynadır.

Ouroboros, kendini yok eden ama aynı zamanda yeniden doğan bir varlıktır. Bu, hem yıkım hem de yenilenmedir. İlk olarak Antik Mısır’da ortaya çıkan, kendi kuyruğunu yiyen yılan sembolü, Mısır mitolojisinde sonsuzluğun ve döngüsel zamanın sembolü olarak kullanılmıştı. Yunan felsefesindeyse, evrenin döngüsel doğasını ve her şeyin birbirine bağlı olduğunu temsil ederdi. Simyadaysa bu sembol, ölümsüzlük ve sonsuz yaşam arayışını ifade eder.
Dolayısıyla, yaşadığımız olaylar karşısında sorabileceğimiz, başlıca iki soru vardır. Bunlardan ilki, bu olaydan öğrenebileceğimiz, fark etmemiz gereken şeyin ne olduğudur. Bunun bizim başımıza neden geldiği ve bize ne anlatmak istediğidir. İkincisiyse buradan açığa çıkan, yapmamız ya da değiştirmemiz gereken bir eylemin var olup olmadığıdır. Çünkü eyleme geçmeyen farkındalık ya da ders, kendini tekrar etmek mecburiyeti taşır. Ve biz, bizi geride tutan döngülerimizi kırmaya karar vermişsek, bilinçli ve farkında olarak bunu hayata geçirmemiz gerekir. Edindiğimiz farkındalığın desteğiyle; eylemlerimiz de ayrıştırıcı, zayıflatıcı ya da bencil olandan; birleştirici, güçlü ve adil olana doğru değişmelidir. Fakat, çoğu zaman alışmış olduğumuz davranış biçimlerini bırakmak ve konfor alanımızdan uzaklaşmak zordur. Bu, senelerce inşa ettiğimiz egomuz ve sahte benliğimiz için oldukça tehlike verici olur. Teyp kaydı gibi dönüp duran negatif kalıplarımızı dinlemeyi bırakmak, yarattığımız gerçekliğin de baştan aşağıya değişmesi anlamına gelir. Bu; uzun vadede bizim hatasız, kusursuz ve güçlü olduğumuzu bize gösterecek olsa da o an için kendimizi tamamen hatalı, kusurlu ve zayıf hissettirecektir. Egomuzun yarattığı gerçekliğe dair programlamalarımız yıkılacak ve savunmasız, içsel çocuğumuz açığa çıkacaktır. Onun korkan, öfkelenen, duyulmayan, hırs yapan, kıskanan, yalnız hisseden, ezilen, terk edilen ve üzülen birçok yönü kabak gibi görünür olacaktır. Zaten en başında bunlar görünmesin diye ego bu duvarları inşa etmiştir. Bu sebeple de egodan öze geçiş, tıpkı uzun süre karanlık bir ortamda kaldıktan sonra dışarı çıktığımızda gözlerimizin kamaşmasına benzer. Zorlu ve zaman gerektiren bir süreç olabilir. Fakat ışığı tercih etmek, sürekli negatif döngüler yaratan karanlıktan kurtulmamızı sağlayan seçimdir.

Çin felsefesinden yin (karanlık) ve yang (aydınlık) birbirini tamamlayan zıt güçler olarak görülür. Realitenin bütününe baktığımızda görülen, belirlenmiş pozitif ya da negatifler değil, bunların içe içe geçmiş ve sürekli olarak birbirine dönüşen dansıdır. Azalıp artan fakat asla yok olmayan sonsuz dengesi ve birbirlerine muhtaç uyumlu birlikteliğidir.
Işığın yandığı bir yer, karanlık olamaz
Bilinçaltımızda kendimizle ilgili her negatif kalıp, düşünce ve inanç bizi kendimizden uzaklaştırır. Çünkü özümüzde, egonun kendisini korumak için inşa ettiği bu duvarlar, kısıtlayıcı kalıplar ve korkular yer almaz. Bizim kendimize inanmamızı, diğerlerini ve kendimizi koşulsuz sevip kabul edebilmemizi engelleyen hiçbir şey burada barınamaz. Çünkü öz, ruhumuz var olduğundan beri bizimle olan; sevecen, meraklı, yüksek enerjili, kabullenici, dürüst ve sevgi dolu niteliklere sahiptir. Bu halimize döndüğümüzde, geriye kalan tüm zihin parazitlerinin ve kalıplarının da zaten başından beri gerçek olmadığını, bunları bizim çocukluğumuzdan beri inşa ederek kendimize yarattığımız zihinsel duvarlar olduğunu fark ederiz. Bu, yıllar boyunca bastırmayı öğrendiğimiz cevherimizin açığa çıktığı andır. Üzerindeki ölü toprağı; ayrılık ve düalite yaratan bütün kalıpları temizlemeye, üstünden atmaya başlar ve özgürleşiriz. Bu olduğunda, kendimizde ya da başkalarında var olan zihinsel ego kalıplarını da görmeye başlarız. Onların tetikleyici etkenlerinin tuzağına yeniden düşmemiz, aynı oyunları oynamamız, sahte benlikle yaşamamız ya da onlara kanıp aldanmamız mümkün olmaz. Bizi aşağı çekmeye, yeniden bilgisiz olduğumuz hale düşürmeye çalışan ve ilerlememize engel olan içsel ve dışsal güçler bizi etkileyemez. Dışarısı aynı kalır fakat bizde uyanan rahatsız edici duygular, düşünceler aynı kalmaz. Yaşam hafifler; kaygı, endişe, öfke ve anlaşmazlığın yerini anlayış, empati ve şefkat alır. Çünkü kendi hakikatimize, içsel gücümüze ve gerçeğimize uyanmışızdır. Egonun söylediği ayrıştırıcı yalanlarını hakikati hatırlatan öz almıştır. Ve gerçek olan salt varlığıyla bile anlaşılır, kalıcı ve tutarlıdır. Ancak yanlış olan var olmak için tartışmaya, ayrıştırıcı fikirlere ve negatifliğe ihtiyaç duyar. Onlarla yapabileceğimiz enerji alışverişi de ancak beraber aydınlanmak ya da frekans uyumsuzluğu sebebiyle iletişimin kopması olabilir. Çünkü ışığın yandığı bir yer, karanlık olamaz.
Her şey, her zaman olması gerektiği gibi, olması gerektiği biçimde ve olması gerektiği zamanda olmuştur, olmaktadır ve olacaktır.
Neticedeyse olan her şey, olması gerekenin olması için bir aracıdır. Ve hepimiz bir deneyimi ancak yaşamamız gereken seviyede, deneyimlememiz gerektiği için ve deneyimlememiz gerektiği zamanda ona dahil oluruz. Ve bu olayı gerçekleştirebilecek bilinçteki en az bir ruh da ancak buna aracı olabilecek biçimde orada var olur. Ortak paydada, aynı olayda kesişen ruhlarımız içinse ortada mutlaka öğrenilmesi gereken bir konu vardır. Bu konuyu fark edip üzerine farkındalık geliştirmek, ilahi yolda atabileceğimiz en değerli adımlardan biridir. Ardından ise bütün bu eylemlerimizi, seçimlerimizi ve olan her şeyi güvenle teslimiyete kavuşturmamız gerekir. Hayatı kontrol çabasına girmeden, onu itip kakmaya çalışmadan, elimizden geleni ve yapmamız gerekeni yaptığımızı bilerek, yaşamın kollarına kendimizi bırakabilmemiz gerekir. Çünkü olan her şey doğrudur. Her şey, her zaman olması gerektiği gibi, olması gerektiği biçimde ve olması gerektiği zamanda olmuştur, olmaktadır ve olacaktır.Olana razı gelmek ve olanın üzerinde bütün kontrolün bizde olmadığını idrak etmek, yaşamı hem daha ince bir yerden yaşamımızı sağlar hem de içsel olarak huzura kavuşmamızı. Aynı zamanda; sonuçlara olan bağımlılığımızdan, yoğun kaygılarımızdan, suçlamalarımızdan ya da tamamen bir illüzyon olan kontrol çabamızdan arınmaya başlarız. Kendimizi kurban hissetmeyiz ve yaşama daha çok güveniriz. Ne var ki bu, zorla varılması gereken bir farkındalıktan ziyade deneyimle oluşan bir bilinçtir. Bunun için bunu pratik ederek, deneyimleyerek görmemiz gerekir.
Yaşamın bilinçsiz ve her şeyin birbirinden bağımsız, tesadüfen gerçekleştiği algısından sıyrılarak yola çıkabiliriz. Zamanla kendimizi, kollarına teslim ettiğimiz evrenle her an bağlantı içinde olduğumuzu fark ederiz. Eşzamanlılıklarımız artar; yaşam bizimle, biz yaşamla iç içe ve her an iletişim halindeyizdir. Yaşamın; bizi cezalandırmak için göklerden izleyen öfkeli bir varlık tarafından değil; sevgiyle, çocuğunu eğitir gibi yol gösteren ve her an destek olan bir bilinçle işlediğini görebiliriz. Çünkü insanlığın binlerce yıldır farklı isimlerle söylediği gibi: Evren, Tanrı, Allah, Brahman, Kaynak Enerji ya da Yaratıcı, adına ne dersek diyelim, öz buradadır. Bizimle, her yerde, her anda, her boyutta, iyide, kötüde, hiçlikte, yaşamda, ölümde ve sonsuzlukta…
Bu konu, Düalite Yazı Dizisi’nin bir sonraki yazısında devam edecektir.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.