Farkındalık

İnsanlardan kaçan insanlar aslında nereye gidiyor?

Yabanileşmek, kaçıp gitmek, insanlardan uzak durma isteği uzun süredir çoğumuzun dilinde. Bu konuyu Mutasavvıf Yazar Musa Dede’ye sormak istedim. O da bana aşağıda okuyacağınız şiiri gönderdi. Hayat belki de böyle rast gelişler uğruna çekilir bir yerdir diye düşünmeden edemedim. Kelime anlamının dışında kalbinizle okuyun lütfen bu şiiri. Kaçıp gitmek isteyenler, nereye gittiğinize dikkat edin.  

Musa Dede’nin şiirinde dediği gibi: “İndim artık eğerimden.” Bütün “eğer”lerimizden kurtulup kendimize gerçek bir ayna bulduğumuz kalplere kaçalım dilerim. Tek başına kalma isteğimizden hep beraber, yeni bir yalnızlık yaratırız belki. Yine tam yerine gelen, tam da ihtiyacımız olan yerlere dokunuyor Musa Dede anlattıklarıyla; en azından benim ruhum biraz daha aydınlığa yaklaştı bu söyleşiyi yaparken. Hepimizin yalnız kalmak istediğimiz o yerde evrenin, Yaradan’ın birliğine ulaşması dileğiyle… “Fe firru ilallah*” menziline…

*Allah’a firar ediniz (ZÂRİYÂT Suresi 50. ayet)

Firariyim eşten işten,
Gelmişim geçmişimden;
Ev dediğim duvarlar arasından
Kaçtım!
Vefasız dostluklardan,
Çıkar tüten bağlardan…

Ve kibirle yükselen dağlarda,
Ben!
Atımın götürdüğü yerde
İndim artık eğerimden;
Yaya!
Kaçtım bineğimden bile;
Ayılardan kurtlardan
Yılanlar çıyanlardan;
Yalnız,
Kaybolmuş kendinden, 
Yarım!

Kaçtıkça diğerinden,
Gelen de yok hiç peşinden;
Nereye gitmeli bilsen,
Gelir miydin?
Firar edelim birlikte
Yalandan bu dünyadan
Kalpsizden akılsızdan
“Fe firru ilallah” menziline…
(6.8.21 / Musa Dede)

Şiirinizden konuşarak başlamak isterim röportaja…

“Atımın götürdüğü yerde/İndim artık eğerimden”  derken… Ne demek istiyorsunuz?

At, burada nefs. “Eğer” orada iki anlam taşıyor. Eyer, takım, yani dünyanın süsleri, nefsi, takma takıştırma, giyim kuşam. Aynı zamanda “eğer” yani eğer şöyle olsaydı böyle olurdu, böyle olsaydı şöyle olurdu, olayları olduğu gibi kabul etmeme, şüphe, şikayet…

“Kaçtım bineğimden bile!/Ayılardan kurtlardan/Yılanlar çıyanlardan”  derken ne kastettiniz?

Bunlar da insanların hayvani yönleri. İnsan hayvandır demiyorum ama. Hepimizin içinde kurt da var, ayı da var, yılan da var, çıyan da var. O suretlere bürünmüş, şeytanlaşmış insanlar. Ve içimizdeki hayvansı yanlar aynı zamanda.

Üzüntüm ile de dikkat çekebilirim, vay bunlar niye başıma geldi diye şikayet ederim ve yine ben merkezdeyimdir.

“Kaçtıkça diğerinden gelen de yok peşinden” diyor, orası çok hoşuma gitti. Gerçekten gelen yok peşimizden.

Çünkü o da nefsin sevdiği bir şey: Peşinden birileri gelsin, dikkat çek. Kendimi yine merkeze koyayım. Üzüntüm ile de dikkat çekebilirim, vay bunlar niye başıma geldi diye şikayet ederim ve yine ben merkezdeyimdir. Ondan da kaçmak lazım ama şimdi burada bak şunu da söylüyor, kaçtım diyor. Hani bu ayılardan kurtlardan yeri var ya, yılanlar çıyanlardan… Kaybolmuş, yarım kalıyor. Kaçmayı akıl ediyor. Sonra yavaş yavaş nefsinden de soyunması gerektiğini akıl ediyor ama bir eksiklik olduğunu da fark ediyor. Yarım kaldığını fark ediyor, onu da tamamlayacak. Sonra “Fe firru ilallah” menziline gidelim birlikte diyor. Herkesten kaçtı ama yine de sen gelir miydin diyor, yani biriyle beraber gitmek istiyor, kendine göre birini istiyor, nefsine göre değil. Yani Allah dostları ya da bunun kıymetini bilecek birini de istiyor. Kaçtığı, dediğim gibi hayvan suretine bürünmüş, şeytanlaşmış olanlar. Ama dost olanları, aynı menzilin yolcusu olanları da yarenlik etmesi için yanında istiyor.

Özellikle son bir senede oldu sanki her şey, hayata bakışımız değişti, kendi içimize döndük ama bu dönüş yabanileşme gibi daha çok. Sanki insanlardan kaçma, insanlarla muhatap olmama isteği içindeyiz. Nereden vuku buldu bu durum?

Bence geldiğimiz noktada bir yol ayrımı var. Evet kaçıyoruz. Ama nereye kaçacağımız önemli. Onun için size o şiiri attım ve sonu da “Fe firru ilallah menziline” diye bitiyor. Şimdi oraya kaçarsak mesele yok. Ama o yola değil de bir başka yola, yan yola saparsak o yolda varılacak menzil daha fazla bencillik, daha fazla yalnızlık. Yalnızlık ama bu tam bir yalnızlık değil, noksan bir yalnızlık, birlik ve bütünlükten uzaklaşılan bir durum ve aynasızlaşma… Çünkü insanlar birbirlerine bir yerde ayna da olabiliyor. Ha, bu aynalık her zaman sıhhatli değil. Lunaparklarda aynalar salonu olurdu hatırlarsınız. Bu aynaların bazısı ince bazısı şişman bazısı eciş bücüş, yamuk yumuk gösterirdi insanı. Şimdi de her ayna bizi olduğumuz gibi göstermiyor.

OLDUĞU GİBİ GÖSTEREN AYNA TASAVVUFTA VAR

Hangi aynaya baktığımız önemli o zaman?

Hangi aynaya baktığımız önemli. Olduğu gibi gösteren bu ayna tasavvufta, bu dünya hayatı içerisinde Allah dostlarında. Ancak böyle bir aynada insan kendini ve kendindeki noksanları da görebiliyor. Ama hakikatini de gördüğü için sadece kendini eleştirmeye dönük bir sarmala yakalanmıyor. Ne yapması gerektiğini ve potansiyelini de görünce orada bir iyileşme oluyor. O sağlıklı bir ayna, o aynada gördüğünü kabul edip hazmedebilen olabileceği potansiyele yaklaşmak için bir gayret içerisine girebiliyor.

Belki insanlar birbirine eskisi kadar nazik değil, sorunlar oluyor. Fakat beterin de beteri olduğunu unutmamak lazım. Buradan kaçayım derken bencillik batağına düşmek daha fena. Çünkü orada da kendi başında kalıyorsun.

İnsanın sağlıklı bir ayna bulması günümüzde zor gibi…

Şimdi o yan yol bizi bundan mahrum kılıyor. Önemli olan burada nitelik. Allah’ın dostları belki çok değil, hiçbir zaman çok olmadı ama öyle bir nitelik var ki orada… Onların halleri, nurları tüm insanlığa fayda, ışık getiriyor, herkesi faydalandırıyorlar. Onun için çoğunluktan ziyade onlardan olmak, o insanların arasında bulunmak önemli ki her zaman bir umut vardır. Çıkmadık candan umut kesilmez. Biriyle bir rastlaşırsın hiç beklenmedik bir anda bir bakarsın yan yoldan öbür yola geçersin. Oradan da kestirme varmış meğer, yine Allah’a kaçınız noktasında bir yerden başlayabilirsin. Şimdi bunu, o yolu canlı tutmak lazım. Çünkü yolda yürüyen olmayınca patikalar da öyledir, otlar bürür, o yol kapanmaya başlar, insanlar yolu bulamazlar. Ben o yolu işlek tutmakla ilgilenmenin daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu kaçışta insanların istikamet ve menzilinin nereye doğru olduğunu sorgulaması lazım. Belki insanlar birbirine eskisi kadar nazik değil, sorunlar oluyor. Fakat beterin de beteri olduğunu unutmamak lazım. Buradan kaçayım derken bencillik batağına düşmek daha fena. Çünkü orada da kendi başında kalıyorsun.

Kimsenin derdini dinlemeyeyim diyerek halktan uzaklaşıyorsun ama Hakk’a da gitmiyorsun. Kendindeki kötü niteliklerin arttığı bir durumda kalıyorsun.

SARI ÖKÜZÜ VERMEYECEKTİK!

Kendi başına kalmak kötü mü? Zaten varmak istediğimiz yer kendi başınalık değil mi?

O kendi başına dediğin baş, sağlıklı bir baş değilse içinde türlü vesvese, türlü kötü düşünce varsa artık o ayna da olmayınca vicdanın sesi mi, nefsinin sesi mi, kalbinin sesi mi, aklının sesi mi ayırt etmesi zor. “Kalbinin sesini dinle”, oh ne güzel! İyi de karıştırıyor insanlar bunları. Bunun böyle “double check” edilmesi gerekiyor. Görünen o ki bunu da Allah dostlarıyla yapmak en sıhhatlisi. Gidişat daha ziyade öbür yolun cilalı asfaltı güzel dökülmüş bir cazibe merkezi haline gelmesi ama bu hayra değil. İnsanın bunu bilmesi ve kendini uyandırması lazım. O yol çok güzel, gıcır da gözüküyor. Ama gideceği yer bencillik, sen eğer orada menzilini Allah’a koymazsan ancak daha da bencilleşirsin. Kimsenin derdini dinlemeyeyim diyerek halktan uzaklaşıyorsun ama Hakk’a da gitmiyorsun. Kendindeki kötü niteliklerin arttığı bir durumda kalıyorsun. Cemaat olmakta rahmet vardır derler. Sen ondan da beslenemiyorsun. Belgesellerde gördüğünüz yaban öküzleri örneğin… Bunlar kalabalık iken aslan korkuyor onlardan. Çünkü grup halindeyken birbirlerini koruyorlar. Ama tek ve zayıf bir tane kaldı mıydı aslan onu kendine yem yapabiliyor. Hatta bir de sarı öküz hikayesi var. Bin sarı öküz bir aradalar. Aslanın da karnını doyurması lazım ama şimdi onlardan yemeğini alana kadar kendi de yaralanacak, yorulacak biliyor bunu. Onun için aklını kullanıyor, “Ey öküzler” diyor, “Kendi karnımı doyurmam lazım. Siz de canınızı koruyorsunuz. Bunlar doğal. Sonunda ben birinizi yakalayacağım mutlaka. Ama ben de zarar göreceğim, gelin şu işi güzellikle halledelim. Aranızda bir tane sarı öküz var. Bu hasta, zayıf. Zaten gidici, bunu bana verin. Beni hiç uğraştırmayın. Ben de sizi rahat bırakayım” diyor. Bunlar düşünüyorlar, taşınıyorlar tamam diyorlar. Sarı öküzü veriyorlar. Aslan karnını doyuruyor ama o karın o anlık doyar. Ertesi gün, hafta neyse yine acıkınca yine geliyor, bu sefer de “Şu öküzü verin, bu öküzü verin” diyor. Bunlar da vere vere artık kendilerini savunamayacak bir grup kalıyor, içlerinde yaşlı olanları da “sarı öküzü vermeyecektik” diyor. Yani oradan başladık, bu durumlara geldik. Biz bir kere bu denli ve bu şekilde bölünüp kendimize döndük, Allah’a değil. Çünkü Allah’a dönsek orada bari sevileni sevenden ötürü severiz. Allah’tan ötürü Allah’ın bizi sevmesinden ötürü birbirimizi sevmemiz başka, nefsimizin işine geldiği için sevmemiz başka. Şimdi burada bencillik yolunda öyle bir yalnızlaşma ki bu, bizi yem yapıyor aynı zamanda. Bakın sanki bunu isteyen bir gidişat var. Sanki böyle yukarıdan bir kukla oynatıcı ipleri çekiyor ve her şey burayı istikamet ediyor. O asfalt dökülmüş yolun aynı zamanda ışıklı tabelaları var. Her türlü cezbediciliği var ama bu tuzaklı bir yol. Mesela her sene bu sözlüklerin önde gelenleri yılın sözcüğünü seçer. Bu sene iki tane seçildi. Bir tanesi “gaslighting” (Kişinin kendi çıkarı için bir başkasını kasten yanıltması, kendinden şüphe etmesini sağlaması). Şimdi bunun üzerine akademisyenler tezler yazmaya başlayacak. İnsanlar şüphe içinde acaba bana gaslighting mi yapılıyor sorgulamasına girecek. İnsanları birbirine daha da yabancılaşmaya götürebilecek bir şeyin taşlarını döşeyen bir kavram bu. Bunların öne çıkması tesadüf değil. Diğer bir kelime “Goblin Mod”. Goblin batı mitolojilerinde süfliler, cin taifesi manasında. Yani şeytanlaşmak. Normalize oluyor bunlar. Bunlara dikkat etmemiz lazım.

Nasıl dikkat edeceğiz? Biz de kaçmayı çözüm olarak görüyoruz.

Evet kaçalım. Ama nereye kaçıyoruz? O önemli. O kaçışın da bir adabı var. Çünkü bu kaçmanın bir boyutu da sorumluluktan kaçmak. Kaçmasan da fena, nereye kaçacağını bilmeden kaçsan da yine fena olabilen bir açmazın içerisinde kalıyor günümüzün insanı. Bu açmazdan kurtulmak için kendine sorması gereken soru, “Nereden kaçıyorum, nereye kaçıyorum ve nasıl kaçacağım?” Bunların sıhhatliliği önemli diye düşünüyorum.  

“Vesilelere Sıkı Sarılınız.” Maide Suresi, 35. Ayet

Allah dostlarına kaçın diyorsunuz ya? Burada kandırılmamayı ya da Allah dostlarıyla olduğumuzu nasıl anlayacağız?

Şimdi sizin yeter ki derdiniz bu olsun. İnsanlarda “Hay Allah ben nasıl Allah’a kaçırırım, nasıl bir Allah dostu bulurum?” diye bir yanma tutuşma var mı? Yok! Bir kısmında var. Ne kadar samimi belli değil. Samimi olanların bulacağı kesin. Allah’a inanıyorsak onun bir özelliği de “Külli şeyin kadir olması”, yani her şeye gücü yeter. Kulunu öyle başı boş bırakan bir Allah değil, kendisine samimiyetle yönelen kuluna mutlaka yardım elini uzatıyor. Zaten ayet de var “Vesilelere sıkı sarılınız”, öyle bir vesileyi senin önüne çıkarıyor. Ha ama yol kesenler de yok mu? Yani kendini öyle takdim edip maalesef altı dolu olmayanlar da yok mu, var. O yolda haydutlar da var, o da olacak. Çünkü insan sınav dünyası, o sınavlara uğrayacak ki karşılığında o ödüle hak kazansın. Yoksa kıymet de bilmiyor zaten. Burada nelere dikkat etmek lazım? Özetle niyetin samimiyeti, oradaki önceliklendirme. Nefsani, kötü huylarımdan vazgeçmeyeyim ama Allah dostu da olsun bir tane. Öyle olmuyor o işler! Genelde yarım yamalak isteyen insanlar, kendi dosyalarını tasdik ettirmek için Allah dostunu istiyorlar ve istiyorlar ki o Allah dostu kendilerine benzesin. Ben onlara benzemeyeyim, o bana zor, sen bana benze ve benim de her yaptığım fenalık tasdik edilmiş olsun. O iş öyle çalışmıyor. O yüzden samimiyetin, niyetin temizliği önemli. His olarak Allah dostu nedir? Bir sürü cevap var ama. Size Allah’ı hatırlatan kişi olması lazım. Sonra bunun için bir ücret istememeleri defaten Kuran’ı Kerim’de belirtiliyor. Bir haftada aydınlanma kursu 3.000 TL ama sizin için sadece 1.000 TL. Bu bir kere uymuyor bu belirtilene. Bu ücret sadece para da olmuyor. Herhangi bir çıkar peşinde olmaması daha kolay fark edilebilir bir şey.

İçin ferahlaması lazım, kalbin. Nefsin de sıkılacak. Kalbini ferahlayacak, nefsin sıkılacak, çattık belaya, ben eskisi gibi burada at koşturamayacağım diyecek. Her dediğimi yaptırmayacağım, ona uyanacak ve içte ruh ile nefs arasında bir mücadele olacak. Bu da maneviyatın cihadı işte. Cihada gireceği için nefs de bas bas bağıracak. Orada onu ayırmak ve kalbinin ferahladığını fark etmek ve onlara yaklaşınca Allah’a yaklaşmış gibi bir his gelmesi lazım insana. Onun bir tadını, kokusunu almak…. Sevmek ama kalbi bir sevgi… O hemen pıt diye oluveriyor. Sonradan nefs yetişiyor neler oluyor burada diye. Aman diyor onun gözü böyle mi, kaşı böyle miydi? O yetişene kadar kalpte zaten pıt diye oluveriyor. Onu hemen saptayacaksın. Peşinden gitmeye değer bir şey bu. Zaten siz gerçek bir mürşit, bir rehber bulana kadar en çok neyi seviyorsanız rehberiniz o oluyor. Evladın da olsa o birinci sırayı Allah’ın alması lazım. Seyyid Ahmet Er Rifai  “Sevmeyin demiyorum size ama arabanızı (o atı diyor ama şimdi artık araba geçerli) araba gibi sevin, araba sevmek kadar sevin, eşinizi eşiniz gibi sevin, hazreti peygamberi bir peygambere yakışır bir sevgiyle sevin, Allah’ı da ona göre sevin, bunların hiyerarşisi karışmasın” diyor. Şimdi o hiyerarşi içinde siz sağlıklı sevgi duyduğunuz şeyleri gerçekten sevmeyi arttırırsanız kalp açılıyor zaten.

Sevgi nedir? Fedakarlık etmiyorsun, onu kaybetmekten korkmuyorsun? Hedefsizlik hakim oluyor ilişkiye. Sevdim zannediyorsun, halbuki ya o kişi tarafından sevilmeye duyduğun bir açlık bu, sevgi açlığı var, aslında sevilmeyi seviyorsun yine bencilce bir şey ya da bir çıkar ilişkin var sevgi diyorsun. Veya çoğunlukla şehvani şeyler, yani cinsel bir arzu duyduğuna aşk deniliyor. Aşk öyle bir şey değil. Onun da kriteri, fedakarlık. Bunları bir kere bir becerelim de sonra Allah dostu çıkar, neden çıkmasın? Yani Allah’a inanıyorsan zaten o her şeye kadir dediğim gibi, neden çıkarmasın. O bize zulmetmek istemez ki. İstemiyor da zaten. Bunlar aşama aşama. Biraz da bu çağın bir hız ve haz durumu var ya hemen olsun. Be mübarek gelsin, sihirli değneğiyle dokunsun. Aydınlan! İyi çok güzel. Oluyorsa ne güzel, oluyorsa bana da bir link atıverin.

Kitaplara sığmaz bu mesele çünkü hep vardı bu. Her devirden insanların kitaplarını okuyorsun, hikayelerini dinliyorsun hep halktan çekmişler. Ve böyle bir arayışa girmişler.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.