Mexico City’de Chapultepec Parkı’nın içinde yer alan Meksika Antropoloji Müzesi, dünyanın sayılı müzelerinden biri. “Paraguas” denilen ve dünyadaki en büyük asma tavan olma özelliğini taşıyan şemsiye şeklindeki çatı, geçmiş uygarlıklarını temsilen inşa edilmiş. Merkezinde bulunan 20 ton ağırlığındaki tek sütununüzerinde burada yaşamış uygarlıklara ait rölyefler yer alıyor.
Meksika topraklarında var olan Mezo-Amerika Medeniyetleri ilk başlarda adalet ve hoşgörü ile parlak dönemler yaşamışlar. Felsefeleri “gerçek ve birlik” olan spiritüel bilimciler ve yetenekli sanatçılar toplulukları olarak günümüze hem kadim öğretiler hem de eşsiz sanat eserleri, saraylar, tapınaklar ve piramitler bırakmışlar. Bilinmeyen nedenlerle ortadan kaybolan bu uygarlıklar, öğretileri ile toplumlarına daha iyi bir yaşam sağlama yolunda rehberlik etmişler.
Müzenin birbirine açılan her bir salonunda burada yaşayan uygarlıklara ait eserler sergileniyor. Her salonda korkunç suratlara sahip devasa tanrı başları göze çarpıyor. Ay Tanrıçası o dönemin güzellik anlayışına uygun olarak küpeli ve dövmeli. Daha evvel edindiğim bilgilere göre bu tuhaf görünüşlü heykel başları ilginç bir geleneğin örnekleri. Şöyle ki mevcut halk ve yönetici sınıflarını birbirinden ayırmak için yöneticilerin geldiği soyun bilinmesi ile yetinmemişler, görüntülerini de değiştirme yoluna gitmişler. Bu amaçla, asil bir aileye doğanları bebekliklerinden itibaren tuhaf metotlar uygulayarak fiziki olarak deforme etmişler. Başlarının iki yanına konulan ağırlıklarla kafaları uzatılmış, burunları kemik kırılarak düzleştirilmiş, dudakları ters çevrilerek büyük ve yayvan şekle sokulmuş. Bu garip şekilleri ile şehirlerin yüksek yerlerinde, tanrı katında yaşadıkları kabul edilen yöneticiler, dağların eteklerinde yaşayan sıradan insanlardan ayrışmış ve onlar tarafından tanrı olarak kabul görmelerini sağlamış.

Müzenin en bilinen eseri ise Güneş Taşı. 24 ton ağırlığında olan bu devasa yuvarlak taş, sırasıyla dört güneş çağını anlatıyor. Burada anlatıldığı gibi insanlık bugüne kadar 4 çağ yaşamış ve her çağda farklı bir tanrı hüküm sürmüş. Bu çağların her biri fırtına, sel, ateş gibi felaketlerle sonuçlanmış.
Ortada bulunan Güneş Tanrısı Tonatiuh, güneşin yeniden doğabilmesi için diğer tanrıların kanlarını ve kalplerini ister ve böylece hayatın devamlılığı sağlanır. Dili dışarıda olarak tasvir edilen Tonatiuh, nefes aldığını, hayatın sürdüğünü, beslenebilmesi için insanların kurban edilmelerinin gerekliliğini anlatır.

Yuvarlağın alt kısmında bulunan devasa pençeleri de evrene tutunduğunun göstergesi.
Zaman kavramını anlamaya ve düzenlemeye çalışan bu topluluklara göre zaman dinamikti ve mucizeler yaratabilirdi. Felaketle sonuçlanan her dört döngünün sonunda sadece bir kadın ve bir erkek kurtulmuş ve kurtulan bu bir çift 5. Güneş Çağını başlatmışlar. Her döngünün son gününde dağlara çekilip gökyüzünü incelemişler, felaket gerçekleşmeyince de kutlamalar yapmışlar, eski tapınakları yıkıp yerine yenilerini inşa etmişler.
5. Güneş çağının sonunda bir işaret bekleyen Aztekler, pırıltılı zırhları ve o güne kadar görmedikleri atları ile denizden gelen yabancıların bekledikleri işaret olduğunu, kırmızı saçlı Cortez askerini de Güneş’in oğlu olduğunu düşünmüşler. Gümüş ve altınlarını verecek kadar kurtarıcı olduklarına inanmışlar, hatta Güneşin çocuğu kral Montezuma tüylü imparator başlığını bile onlara hediye etmiş.
Kehanetlere inanan kaderci insanların yaşadıkları bu topraklar, vahşet öyküleri ve akıtılan kanla beslenmiş, gerçek hayatın ölümden sonra başlayacağı inancı ile sonsuzluğa varacak olmanın umuduna yenilmişler. Cortes öyküsü ile başlayan kolonyel dönem tüm Meksika halkının yaşamını değiştirmiş. İspanyollar “Bu bir zafer ya da bozgun değil, dünyanın ilk melez ırkının sancılı doğumu” diye tanımlamışlar bu sonucu.

Bu hikayeleri öğrenmek her döngünün aynı tekrarla devam edip bittiğini, her yeni döngünün bir felaket olmadan başlamayacağını düşündürüyor insana. Çağın sonunun geldiğini söyleyen kahinlerin karşısında, gerçek hayatın ölümden sonra başlayacağı inancı ile sonsuzluğa varacak olmanın umudu bu olsa gerek.
Her ne kadar eski uygarlıkların eserleri, kültürleri, dinleri yok edilmeye çalışılmışsa da, bugün müzede ve daha sonra ören yerlerinde gördüğümüz eserler bizi o toplumların bilgeliğine, ihtişamına tanıklık etmemize ve hayran kalmamıza vesile oluyor.

İlhan Orel kimdir?
Ankara doğumlu bir eğitimci. 25 yıl severek yaptığı mesleğini noktaladıktan sonra içindeki öğrenme ve merak duygusu ile dünyayı keşfe başladı. Başta Hindistan olmak üzere “güneş doğudan yükselir” diyerek doğudan batıya sayısız gezi yaptı. Gezgin olarak keşiflerine devam ediyor ve her deneyimini mutlaka defterlerine kaydediyor.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.