Yaşadığımız olaylar karşısında verebileceğimiz iki tür tepki vardır. Bu taraflardan hangisine ağırlık verirsek o taraf güçlenir, karakterimizin temellerini oluşturur ve / veya kişilik bozukluğu, depresyon gibi psikolojik problemler yaşamamıza sebep olur.
İlk tür tepkilerin kaynağı korkudur. Kaybetmekten, elde edememekten, yalnız kalmaktan, sevgisizlikten, aşağı görünmekten, hatalı anlaşılmaktan… Tümü deneyim yoluyla öğrenilmiş, enerji ve bilincin düşük olduğu tepkilerdir ve içinde öfke, kıskançlık, açgözlülük, bencillik, kibir, yalan, tembellik, üstünlük ve kontrol hırsı ile sağlıksız ego unsurlarını barındırır. Yaşamdaki mutsuzluk ve olumsuzlukların kaynağıdır.
İkinci tür tepkilerse sevgiden köklenir. İnsan olmanın özüdür ancak korku bazlı davranışlar ağırlık kazandıkça unutulur ve deneyimlenmedikçe varlığı hissedilemez hale gelir. İçinde barış, umut, empati, adalet, şefkat, iş birliği, alçakgönüllülük, bağ kurma, kibarlık, dürüstlük, özgüven, öz değer ve yardımseverlik gibi sağlıklı ego unsurlarını barındırır. Hayatı kendisi ve diğerleri için kolaylaştırırken kendi sınırlarını da koruyan yüksek titreşimli bir var oluş halidir.
Korku ya da sevgi kaynaklı davranışlardan bir taraf süreklilik kazandığında etkilenen yalnızca psikolojik sağlığımız olmaz; ona kendimiz ve diğerleriyle olan ilişkilerimiz, ruhsal gücümüz, alışkanlıklarımız ve yaşam stilimiz gibi hayatımızın diğer tüm alanları da eşlik eder. Bu durum her ne kadar “ya pozitif ya da negatif” kadar dualistik bir yapısı var gibi ve keskin sınırlarla çizili, değişemez gibi görünse de aslında tüm tepkilerimiz aynı spektrum üzerinde iki uca dağılmış haldedir. Bu yüzden de dinamik olarak birbirlerine dönüşebilir ve tamamen ve yalnızca bizim bireysel seçimimizle ilişkilidir. Buradaki ayrım en basit haliyle yapılan eylemlerin %51 oranında kendine mi yoksa başkalarına mı hizmet ettiğidir. Başkalarına hizmet etmek onlara servis yapmak, sürekli yardımlarına koşarken kendini gizlemek değil, aksine sevgi bazlı yaklaşımların içten biçimde sergilenmesidir. Bu bize her insana sevgi duyma zorunluluğu da yüklemez; yalnızca başka bir ruhun iyilik haline ve bütünsel benliğine saygı duymak, ona sadece canlı olduğu için merhamet ve vicdan hissedebilmek, kim olursa olsun bizimle eşit ve aynı özden olduğunu görebilmektir. Her ne kadar çoğu insan kendisinin ve çevresindekilerin sevgi spektrumunda yaşamasını tercih etse de hayatımızdaki insanlar (iş yeri, aile, arkadaşlık, romantik ilişki vs.), olumsuz olaylardan ders alıp tekâmül edebilmemiz için mutlaka hayatımızın bir döneminde aksi yönde olur. Onlarla olan yakın ve uzun süreli deneyimlerimiz sonucundaysa kendilik algımız yerle bir olabilir, sevdiğimiz insandan ya da hayallerimizden uzaklaşabiliriz; işimizi ya da kendimizi gerçekleştirmemizi sekteye uğratabiliriz. Sevgi, barış ve huzurun yerine korku, öfke ve sinmişliği koyabiliriz. Hayatımız ve ruh sağlığımız üzerine bu tip ilişkilerin etkilerini daha kolay gözlemleyebilsek de pek hesaba katmadığımız bir kısmı da onlarla kurduğumuz negatif bağlar, kanallar ve bu etkileşimlerin sonucunda enerji alanımıza yerleşen negatif varlıklardır.
RUH KAYBI VE NEGATİF VARLIKLAR
Bedenimizin çevresinde 1,5 metreye kadar genişleyen bir enerji alanımız vardır. Biz psikolojik, fiziksel ve ruhsal olarak ne kadar güçlüysek bu alanımız da o kadar güçlü olur ve dışarıdan gelen negatif tesirlerden bizi korur. Ne var ki insanların %95’i hayatında en az bir travma deneyimler ve yoğun öfke, üzüntü, utanç ya da korku uyandıran bu ağır yaşam olayları sonucunda enerji alanımızda bulunan ruh parçaları koparak ayrılır. Şamanlar dahil farklı alanlardaki şifacıların psişik gerçeklik (non-ordinary reality) dediği bu alana giden kopmuş ruh parçalarıyla enerji alanımızda boşluklar oluşur ve auramız (enerji alanımız) zayıflamaya başlar. Yaşamak için bir canlının enerjisine ihtiyaç duyan negatif varlıklar (entities) ise oluşan bu boşluklara yerleşerek bizim enerjimizden beslenmeye başlar. Özünde “karanlık enerji” olan bu varlıkların tesiri duygusal, düşünsel, enerjik hatta kimi zaman da fiziksel problemler yaşamamıza sebep olur, çünkü bize bu sağlıklı bütünlüğü sağlayan Çi (Chi) yani yaşam enerjimizden beslenirler. Travma gibi sigara içmek de tüm çakraların kapanmasına, enerji alanımızda blokajlara ve ruhumuzda negatif tesirlerin yerleşebileceği açık kapılara, boşluklara sebep olur. Çok fazla ve sık alkol tüketmek, kumar ve aşırı yeme gibi bağımlılıklar, ölüme yakın deneyim gibi bilinci etkileyen olayların da benzer etkileri olduğu biliniyor. Bunlara ek olarak, yoğun ve uzun süreli endişe, üzüntü, ıstırap; duygusal, cinsel, fiziksel ya da zihinsel istismar, değerlerimize karşı olan bir davranışı yapmak zorunda bırakılmak, güçsüzlük veya gücümüzü bir başkasının çalmasına izin vermek de bu boşlukların oluşmasına ve enerji alanımızın zayıflamasına yol açar. Ancak, ruh kaybı yaşadığımızda bu varlıklar otomatikman gelip auramıza yerleşmez, onları genelde diğer insanlardan alırız. Enerji alanında çok fazla negatif tesir olan ve artık o insandan beslenebileceği kadar beslenmiş olan varlıklar, alanında boşluklar olan ama varlıkların olmadığı “temiz” kişilere atlar. Çok kalabalık yerlerde bu enerji alışverişi çok daha yoğundur ve bu tip yerlerden sonra bastıran yorgunluk veya sinirlilik hallerinin aşırı uyarana maruz kalmanın yanında diğer sebebi de budur. Bazı insanların yanından ya da hastane, alışveriş merkezi, güç savaşlarının yoğun olduğu ofis ortamları gibi yerlerden ayrıldıktan sonra yaşadığımız halsizlik, sinirlilik, obsesif biçimde olumsuz düşüncelere takılma gibi durumların sebebi de yine bu tesir alışverişidir.
Negatif varlıkların kolayca transfer edilebildiği bir diğer yöntemse sekstir. Seks, sanılanın aksine fiziksel bir etkileşimden çok daha fazlasıdır ve bir başka insanla yapılan ruhsal seviyedeki enerji değişimidir. O kişinin enerji alanı ile bizimki arasında bir bağ yaratır ve onun aurasında yer alan enerjileri almaya açık oluruz.
Negatif varlıklar son olarak, güç odaklı ilişki kuranların aurasında sıkça yer alır ve bu enerjiyi diğerlerinin enerji alanına girebilmek için bir kapı olarak kullanır. Aile, arkadaş, iş, romantik ya da seksüel olsun; korku bazlı yaşayan ve güç elde etme üzerine ilişki kuran bu kişiler kurdukları her ilişkide dominant bir rol üstlenmek zorundaymış gibi hisseder veya her durumda karşısındaki üzerinde kontrol sağlamaya çalışır.
Ruh kaybı hayli yaygın bir fenomendir ve insanların çok büyük bir çoğunluğu hayatlarında en az bir defa enerji alanlarında negatif tesirlerin yerleşebileceği bir boşluk yaratır. Bunu “kötü” olarak tanımlamak yerine evrenin doğal bir işleyiş prensibi ve zorlu durumlarla başa çıkmak için var olan normal bir süreç olarak görebiliriz. Çözümündeyse şamanik ritüellerde şaman genellikle davulunu kullanarak ruhsal dünyadan bu parçaların geri getirilmesini sağlar ve iyileşmek isteyen kişi bir içe bakış ve kendini keşfetme yolculuğuna çıkar. Bu sayede yaşamış olduğu travmaların hem zihinsel ve duygusal seviyede hem de enerjik olarak çözülümleri ve enerji alanının yeniden güçlenmesi sağlanır. Günlük yaşamlarımızdaysa yine içe dönüşü sağlayabileceğimiz hipnoz, psikanaliz, terapi gibi yöntemler ya da ruhun geri getirilmesi (soul retrieval) meditasyonları, görselleştirme ve farklı güvenilir ruhsal çalışmalar yapabiliriz.
PSİŞİK VE ENERJİK BAĞLAR (PSYCHIC/ENERGETIC CORDS)
Ruh kaybında yaşanan tesir alışverişine benzer olarak iletişimimiz olan insanlarla psişik ve enerjetik bağlar da kurarız. Sicim, kordon ya da eterik bağ da denilen bu bağlar, bizi güçlü ilişkiler kurduğumuz insanlarla bağlı kılar ve yanımızda olmadıklarında dahi onlarla enerji ve duygu alışverişi yapmamızı sağlar. Diğerleriyle paylaştığımız ruhsal seviyedeki bu görünmez bağlar ortak sevgi ve önemseme gibi pozitif duygulardan kaynaklanabileceği gibi güvensizlik, öfke, düşmanlık, korku ve üzerinde güç sağlama gibi durumlarda da oluşabilir. Kurduğumuz kordon sağlıksız bir kişiyleyse, kalın ve yapışkan bir hal alır ve bizden çektiği enerjiyi o kişiye aktarır. Bu bağ bizden çok fazla enerji emdiğindeyse ruh halimiz bundan etkilenir ve bazı belirtilerle kendini gösterir. Örneğin o kişiye karşı bağımlılık hissi, korku, öfke, endişe, dargınlık; yorgun ve güçsüz hissetme, o kişiyi ve davranışlarını takıntılı biçimde düşünme; onun karakteri, düşünceleri, duyguları, enerjisi ve kendisinden fazlasıyla etkileniyor gibi hissetmemize sebep olur. Bu da yine; iş, arkadaşlık, sevgili, aile ya da iletişimde bulunduğumuz herhangi biriyle aramızda kurulabilir ve böyle bir durumda o kişiyle bağımızı kesmemiz gerekir. Bunun için görselleştirme çalışmaları yapabiliriz ve bu ritüeli gerçek bir ip ve makasla yapmamız aklımızda canlandırmayı kolaylaştırır. Eğer bağ çok güçlüyse birkaç kez, örneğin 21 gün boyunca her gün yapmamız gerekebilir. Canlandırmaya ek olarak bağ kesme meditasyonu yapabilir, o kişiye göndermeyeceğimiz ve durumu bilgilendiren bir mektup yazabilir ya da duygularımızdan arınmak için bir kâğıda yazıp ondan özgürleşmemizin sembolü olarak kâğıdı yakabiliriz. Yazmak, duyguları da çok daha yönetilebilir hale getirdiğinden kafamızın bulanık olduğu alanları dinginleştirmemizi kolaylaştırır. “Bu bağ neden bu kadar güçlüydü, ondan özgürleşince neler yapacağım, bana kendimle ilgili neler öğretti?” gibi sorulara da yanıt verebiliriz. Çünkü ruh kaybında olduğu gibi bu sağlıksız bağların kurulmasının da başlıca sebebi her iki tarafın da bu etkileşimden öğrenmesi gerekenlerin olmasıdır ve yalnızca bu dersi öğrenmemiz; benzer, sağlıksız bir kişiyle negatif ve güçlü bir bağ daha kurmamızın önüne geçer.
RUH EMİCİLER
Dünyada eril enerji hâkim olduğu için çoğumuza çocukluktan itibaren yarış, kazan, öne geç, iste, elde et ve “daha fazlasını al” döngüsünde kalmamıza sebep olacak bilgiler aşılanıyor. Zihnimiz hayli aktif biçimde savaşçılığı, kontrolü ve rekabeti işlerken tüm bu endişeli hengâme içinde yavaşlama, içe dönme, kendimizi tanıma ve ruhsal yönümüzü keşfetmeye çoğunlukla fırsat bulamıyoruz. Dişil enerjinin merhametli ve içten hoşgörülü, besleyici, sakin, sezgisel, duyusal ve duygusal gücünü keşfedemiyoruz. İçsel farkındalığımız eksik olduğunda kendimizle de içsel bir bağ kuramıyor ve potansiyel birer enerji vampiri haline geliyoruz, hem de belki de hiç istemeden.
Kapalı olduğu halde prize takılı olan şarj, ev aleti, televizyon gibi elektronik cihazlar uykuda bile olsa elektriği çeker; bu cihazlara “vampir cihazlar” adı verilir. Uykuda olduğunu bilmez, sadece bir enerji kaynağına bağlı olduğu için o enerjiyi alır. Tıpkı enerji vampiri insanlar gibi. Yarı bilinçli bir yaşam süren bu kişiler, kendilerinden habersiz oldukları ve ruhsal gelişimleri olmadığı için kendi yaşam enerjilerini yaratamaz ya da sürdüremezler. Bunun için bu enerji ve gücü dışarıdan sağlamaları gerekir ve farkında olmadan sahip oldukları bu özellik sebebiyle enerji alanlarında diğer insanların aurasını zayıflatıp enerji çekebilecekleri bir alan oluşur. Bu sayede iletişimde oldukları kişilerin yaşam enerjisinden beslenirler.
Enerji vampirleri, kimi zaman da bilinçli olarak enerji yaymak yerine emmeyi tercih eder. Mütemadiyen duygusal ve drama içerikli olaylar yaşayan bu kişiler sürekli sorunlarını anlatarak ona destek olmak isteyen kişilerin enerjisinden faydalanır ve bu iletişimden kendileri enerjik ve iyi ayrılırken karşılarındaki kişi yorgun, bitkin ve düşük hisseder. Sorunları için sorumluluk almaz, onları düzeltmek için uğraşmaz, yalnızca anlatarak duygusal destek almak ve bu sayede özgüvenlerini geliştirmek isterler. Enerji vampirleri; bir nevi iyi yönümüzü bize karşı kullanan, spot ışıklarının üzerinde olmasını isteyen, bağımlı ilişkiler kuran, suçluluk hissettirerek ya da kışkırtarak, yargılayarak veya ültimatom vererek onlardan uzaklaşmamıza engel olan kişilerdir. Başkasının mutluluğuyla içten biçimde mutlu olmakta sorun yaşadıkları gibi mutsuz ya da problemli olmalarından da hoşlanmazlar çünkü bu o kişiden emebilecekleri yaşam enerjisinin azalması anlamına gelir. Onun yerine o kişinin acısını küçük gösterip kendi problemlerinden bahsetmeye başlarlar. Bu tip insanlarla kurduğumuz yakın ilişkiler enerji alanımızın zayıflığının hem sebebi hem de sonucu olur ve neticede bu ilişkiler bizi olduğumuz insandan ve özümüzde uzaklaştırarak aşağı ve düşük titreşime doğru çeker. Potansiyelimizi gerçekleştirmemizin önünü keserken, gerçek ve içten dostluklar, ilişkiler kurmamızı engeller. Enerji vampiri olanların da onlardan zarar görenlerin de çözümü aynıdır; geçmişi şifalandırmak ve travmaları iyileştirmek. Bu sayede başkasının enerjisine duyulan ihtiyaç ya da enerjinin emilmesine izin veren zayıflık ortadan kalkar.
YAŞAM ENERJİMİZİ KORUMAK
Bunu muhtemelen biliyoruz ancak hatırlatmakta fayda var; negatif insanlar yaşadığı problem sonucu kötü bir dönemden geçen ve yakınlarından yardım isteyen, o an mutlu olamayan kişiler değil; yaşadıklarını atlatmak istemeyen, problemlerinin üstesinden gelmemekte direnen, etrafındakileri aşağı çekmek isteyen, kendini tanımaya yanaşmadan sürekli dışarıda olumsuzluk arayan, kurban psikolojisinde, yoğun hırslarla yaşayan, güç odaklı ilişkiler kuran, bir başkasının mutluluğundan, özgürlüğünden ya da başarısından rahatsız olan kişilerdir. Mecburen ya da sevgimizden; bu tip kişilerle ilişkide bulunduğumuz ve bu gerçekleri görmezden geldiğimiz müddetçe fizyolojik, zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak kendimizi ve bütünsel olarak var oluşumuzu etkileyen bir seçim yapmış oluruz. Dolayısıyla, ne kadar zor görünürse görünsün özümüze dönmek için gücümüzü elimizden alan insanlardan uzak durmamız, aramıza mesafe koymamız şarttır.
Bu, bir süre yalnız kalmak demekse, gerekli olan budur.
Sosyal medyada bazı hesapları kapamak, daha az kullanmak, bize kendimizi yetersiz ya da güçsüz hissettirecek içerikleri takip etmemekse budur.
Kabuğumuzdan çıkıp yeni insanlarla tanışmak, bilinçli seçimler yapma cesareti göstermekse ya da kendimize dönmek ve kendimizle yeniden tanışmak, birleşmek ve yeniden doğmak demekse, yapmamız gereken budur. Çevremizdeki insanları bu evrensel yasaya göre belirlemek görüşümüzdeki bulanıklıkları, yolculuğumuzdaki engelleri; duygu, düşünce, beden ve enerji sorunlarımızı gidermede öncelikli ve zor görünse de atılması gereken ilk adımdır.
Nitekim, sağlıklı ilişkiler paylaştığımız insanların yanında bu farkı çok daha net anlayabiliriz. Hepimiz iyi ilişkiler kurmayı ve verdiğimiz sevgi, ilgi ve anlayışı görmeyi hakkediyoruz. Yaşam enerjimizi korurken onu bütünün iyiliğine, korku değil sevgi içeren seçimlere ve doğru kişilere vererek arttırabiliriz. Çünkü yaşamın bu hali gerçek özümüz ve gerçekliği de gayet mümkün.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.