Fiziksel bedenine veda etmekte olan birisine acıyarak bakmak yerine bu kıymetli veda anında yaşamın kutsallığını, hayatı onurlandırmayı hatırlayabilmek de mümkün.
Ölüm yaşamın bir parçası. Ölüm Yaşamın Mührü kitabının yazarı, ölüm eşlikçisi, sevgili Berna Köker Poljak’ın deyimi ile dilimiz bu konuda kısır olsa da, ondan bahsetmek istemesek de, birçoğumuz onu soğuk ve hatta ürkütücü bulsak da ölüm her an bizimle. Doğum varsa ölüm var. Ve biz, insan canlısı, belki de öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türüyüz. Zamanını ve nasılını asla bilemediğimiz, kontrol edemediğimiz, geçiciliği ve kontrolün imkânsızlığını bize öğreten ÖLÜM ile ilgili keyifli sohbetimizi okumak isterseniz, buyurun, hoş gelin. Uzun zamandır ölüm eşlikçisi olarak ölüme doğru gidenler ve onların yakınları ile çokça zaman geçirmiş, çokça gözlem yapmış, çokça deneyime şahitlik etmiş sevgili Berna, hayatımıza kattığın bu kitap ve açtığın farkındalık penceresi için teşekkürler.
Ölüm üzerinde konuşulmaktan bile kaçınılan bir konu iken, seni bu kitabı yazmaya yönlendiren motivasyon neydi?
Ölüm ile yazmaya HT Hayat’ta iki sen boyunca, iki haftada bir, düzenli olarak ÖLÜM ve YAS yazarak başladım. Yazmak için her oturduğumda içimde yükselen heyecanı hatırlıyorum. Sanırım bu kitabın pratiği de o zamanlarda başlamış oldu. Çevremdeki insanlar da sürekli soruyorlardı; kitap yazmak istemez misin, bunları kitaba dönüştürmek istemez misin? Her sorduklarında içimden neden olmasın, diye geçiriyordum. İlerleyen zamanda bir gün Kara Karga Yayınlarındaki sevgili editörlerimizden birisi ile kontağa geçtiğimde de yıllar içinde demlenmiş olan bu fikir ete, kemiğe bürünmüş bir proje haline geldi. Bu vesile ile Kara Karga Yayınlarına da teşekkür ederim.
Kitapta söylediğin gibi dil ölümden arındırılmış, steril. Sence bunun sebebi nedir ve temas ettiğin farklı kültürlerde aynı steril hal ile karşılaştın mı?
Bence bu artık bir ülkeyle sınırlı değil, batı kültürü dediğimiz kavramın yaygınlaşması ile pek çok ülkeye yayılan bir durum. Eminim Anadolu’nun pek çok yerinde ölümü eski gelenek ve göreneklerine göre yaşayan, ölümü konuşmaktan çok daha az çekinen, ölümü doğallığıyla kabul eden yerler vardır. Ancak, batı kültürü olarak tanımladığım şehir yaşantısında, çekirdek ailenin hâkim olduğu alanlarda dil ölüm konusunda çok daha ortak bir yerde. Ben Avustralya’dayım ve Sidney oldukça kalabalık bir şehir; buradaki hastalarla ve hasta yakınları ile ölümle ilgili çalıştığımda dildeki strerilliğin çok benzerlik taşıdığına şahit oluyorum. Dilin streril olması bir bakış açısı ve yaşam tarzını yansıtıyor diyebilirim. Ve ayrıca, kitapta da bahsettim, ölüme yaklaşım yaşanılan döneme ve dönemin dinamiklerine göre de değişiyor.
“Ben hastaneye gittiğimde nasıl ölmek istemediğimi öğrendim,” diye bir cümlen var ölüm eşlikçiliği konusundaki ilk deneyimini anlatırken. Berna nasıl ölmek istemiyor?
Bunu daha iyi anlatabilmek için sürecin başlangıcından bahsedeyim biraz. Sonradan fark ettim ki ben hastaneye giderken hastalardan belirli beklentilerim varmış; onlarla ölüm ve yaşamla ilgili konuşacağımızı zannetmişim, onlar bana bir şeyler söyleyecekler, ben onların söylediklerinden bir şeyler öğreneceğim vs. Fakat oraya giricince bunun hiç de böyle olmadığını deneyimledim ve hala da deneyimliyorum. O nedenle, deneyimlerim nasıl ölmeyi istemediğime evrildi. Nasıl ölmeyi istemiyorum? Deneyimlerim beni şu noktaya getirdi; bir konuyu –meli ve –malı ifadeleri ile anlatmadan önce konunun bir çerçevesini oturtmak, sonrasında –meli ve –malı demek gerekiyor. Ben de şu anda nasıl ölmek istemediğimi düşünürken hastanede ölmek istemiyorum, tedavi olmak istemiyorum gibi yerlere girmiyorum artık ama şunu söyleyebiliyorum: Ölümün başıma nasıl, hangi koşullarda ve şartlarda, kaç yaşında geleceğini bilmiyorum. Nasıl gelirse gelsin, dua ediyor ve diliyorum ki bunu kabullenebilme, bunun içinde kalabilme aynı zamanda sürecin içinde tercih yapabilme iradesiyle kalabileyim.
Tercihten kastın nedir?
Hiç kimse kimseye nereye kadar ve ne kadar tedavi alacağını söyleyemez. Önemli olan kişinin önüne sunulan seçenekler arasında gerçekten içine sineni tercih ediyor olması. Ve bunu da savrulan bir yaprak gibi her söylenenin peşinden giderek yapmaması gerekiyor. Benim dileğim orada ayaklarımı yere basarak, sakinliğimi mümkün olduğunca koruyarak seçenekleri görmek, değerlendirmek ve ne istediğimi, neyin bana iyi geleceğini hissettiğimi fark edebilmek. Bu herhangi bir tedaviyi bir ölçeğe kadar kabul etmek de olabilir, hiçbir tedavi almamak da olabilir. Bu tercihi yaparken kalp ve zihin bağlantımı kurabilmek istediğim şeylerden biri. Bunun dışında kalan her şey ise nasıl ölmek istemediğimi anlatıyor.
Bütün bunlardan ölürken farkındalık düzeyinin çok güçlü olmasını istediğini duyuyorum ve kitapta da ölüm eşlikçiliğinin aslında bir farkındalık çalışması olduğundan bahsediyorsun. Her birimiz birer ölümlü olduğumuza göre aslında her birimiz aslında kendi ölüm eşlikçileriyiz demek sanırım çok da yanlış değil. Peki, yaşarken farkındalığı geliştirmek için ne gibi çalışmalar yapılabilir, sen neler yapıyorsun?
Her birimizin kendi ölüm eşlikçisi olduğuna çok katılıyorum. Ve evet, farkındalık son anda, yatakta yatarken gelişen bir şey gibi gelmiyor bana. Zorlayıcı zamanların içinden zor olmayan zamanlarda geçmek ya da emek koymaya başlamak lazım. Sanırım benim kendi çalışmamla ilgi ilk adımım şu oldu; kendime sordum: Ölümle ilgili hangi toksik masalları kullanıyorum? Burada değiştirmekten bahsetmiyorum, sadece bakmaktan bahsediyorum. Ölüm kelimesini kullanabiliyor muyum yoksa yerine başka kelimeler mi seçiyorum? Bu arada kullanmakta ya da kullanmamakta sorun yok, sadece kullanıyorsam neden kullandığımı, kullanmıyorsam neden kullanmadığımı fark etmem, arkasındaki motivasyonu görmem önemli. Dilin arkasındaki motivasyon ipucu veriyor. Hepimiz bir gün öleceğiz, bu yüzde yüz doğru ama bu da toksik bir masal olarak kullanılıyor; hepimiz bir gün öleceğiz, şimdiden bir şey yapmaya gerek yok şeklinde kullanılan bir maske. Benim böyle maskelerim var mı diye baktım. Maskeler bir strateji ve bir şeye hizmet ediyorlar, bunları keşfetmeye çalıştım, çalışıyorum. Buradan başlayarak, farklı hasta profilleri ile temas ederek gelişiyor. Hangi hastalardan daha fazla etkileniyorum, hangilerinin yanında kendi merkezimde daha fazla kalabiliyorum, bütün bu alanlar benim çalışma alanlarım. Her alanda olduğu gibi bu alanda da kendini tanımak çok önemli. Ben bir göç hikâyesi içinde olduğum için göç hikâyesi içinde olan hastalar beni diğerlerine göre çok daha fazla etkiliyor ya da geride bırakacak küçük çocukları olanlar… Kendimle ilgili bu bildiklerim hasta ile kurduğum iletişimde benim için muhteşem birer ipucu.
“Ölüm yaşamın mührü ve nasıl yaşarsak öyle ölüyoruz,” diyorsun. Bu ifadeyi biraz açmanı isteyebilir miyim?
Bu aslında biraz önce söylediğim zorlayıcı olabilecek zamanlardan zorlayıcı olmayan zamanlarda geçmekle alakalı. Ömür boyu ölümden sakınmış veya yaşamla ilgili tanımlarını belirli kalıplar içinde yapmış kişilerin ne kadar zorlanabildiğini görüyorum. Bunun bir din ya da inançla da alakası yok, bir dine inanmak da yeterli olmuyor. Ömür boyu, 40-50 sene dini pratiklerini yapmış birinin ciddi bir hastalık teşhisi konulduğunda bu durumla barışamadığı hallere, tanrısına ya da inancına küsen insanlar gördüm. Bunun içerisinde başka bir element olmalı.
Yaşamı boyunca kendilerini unvanları ile birleştirmiş, kendilerini bunların dışında tanımlayamayan insanlar gördüm. O tanımları bırakabilmekte zorlanılan bir yer olabiliyor, onu gördüm. O yüzden nasıl yaşarsak öyle ölüyoruz diyorum. Şunlara bakmak gerek; yaşarken geçicilik ve bırakabilmekle aram nasıl? Bunlarla ilgili pratiğimiz yoksa, herhangi bir şeyi bırakmak ya da sonlandırmakta zorlanıyorsak, şeylerin geçiciliği üzerine çok kafa yormadıysak ölüm de ona göre oluyor. Her şeyin geçici olduğunu idrak etmek temel konulardan bir tanesi; bu geçiciliğin içinde benim sağlığım da var, ömrüm de var.
Geçiciliği çalışmakla ilgili paylaşabileceğin bir pratik var mı okuyucularla?
Katıldığım bir çalışmada iki kişi birbirinin karşısına geçip, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak, “Sen geçicisin,” diyorlardı. Daha sonra bu pratiği alıp eve götürmüş, aynanın karşısında kendi gözlerimizin içine bakarak aynı şeyi söylemiştik. Bu bana çok iyi gelen bir pratik olmuştu. Pratikler herkese farklı etkile yapabiliyor ama bir hatırlatıcı olması açısından okuyucuların bu pratiği denemelerini önerebilirim.
Geçicilikle birlikte gelen güçlü konulardan bir diğeri de kontrol çabası. Kitapta ölümü kontrol etmeye çalışmak konusundan da bahsediyorsun. Ölümü kontrol etmeye çalışmak, iş planlarına kurban etmek ne demek?
Bu aslında bu çağda ölmekle ilgili bir konu. Geldiğimiz noktada, 1950’lerden sonra mutluluk kavramının çok önemli bir kavram olarak pompalandığını görüyoruz. Cem Hoca’nın (Cem Şen) söylediği gibi, bu insanların insanlığa attığı en büyük kazıklardan biri; sürekli mutlu olmaya çalışmak. Mutluluğu anayasal bir hak olarak aldığımızda, her halükarda mutlu ve konforlu olmamız gerektiğini düşündüğümüzde bu durum başlı başına kontrol içinde olmayı getiriyor çünkü bu hayatın akışına son derece karşı bir şey; her zaman mutlu olamayız. Bunun peşinde koşmak her şeyi kontrol etme çabasının içinde olmayı gerektiriyor. O zaman bizi mutlu etmeyecek her şeyden uzak durmalıyız. Başarısızlık da buna dahil, bir güçlülük tanımımız varsa o da buna dahil. Kontrol etme çabası öyle bir yere geliyor ki ölüme de yansıyor. Bazen soruyorum kendime; Acaba neden ölüyoruz diye soruyor muyuz hiç? Ölümün hizmet ettiği bir şey olabilir mi?
Ölüm benim kontrol etmeye çalıştığım her şeyin dışında, her şeye karşı bir şey. Ölümü kontrol edemeyiz. Ölümü kontrol edemediğimiz için de kontrol refleksi ile, ölümle ilgili kontrol edebildiğimizi zannettiğimiz şeylere yöneliyoruz: Ölmeden önce yapmak istediğim 10 şey nedir?
Bu yanlış değil, elbette bu listelemeleri yapabiliriz ama ölüyor olmak sadece bu mudur?
Olaya böyle baktığımızda ölüm sadece bir iş planına dönüşüyor: Şu tedaviyi almalıyım. Şu işleri yapmalıyım…
Bunun dışına çıkmak bu bağlantıları önceden kurmaya başlamakla oluyor. Bana ne pompalanıyor? Ölümle ilgili ben nasıl büyüdüm? Ölümle ilgili neler duyarak bugüne geldim? Bunun farklısını düşünmek mümkün mü?
Eğer sorgulamazsak, suyun içindeki balık gibi, suyun içinde olduğumuzu bilmeden devam ediyoruz gibi geliyor bana.
Ölümden korkmadığımızı söylüyoruz ama en ufak bir hastalıkta tedirgin oluyoruz. Belki ölümden korkmamaya çalışmayı da bırakmak gerekiyor, ne dersin?
Ben bunu kendi adıma yaptım. Ölümden korkmuyorum, kendi adıma, çok büyük bir açıklama gibi geliyor bana. Yaşam benden büyük ve ben onu anlamak için çaba gösteriyorum ama anlayamadığım kısmı da çok. Bazen deneyim insan öğretiyor. Burası kontrol edebildiğim bir alan değil; ölüm başıma nasıl gelecek bilmiyorum. O yüzden korkumla barışmak, korkuma yer açmak, ondan paralize olmadan onu yaşamak, onunla beraber yaşamak gibi bir yol seçmeye çalışıyorum. Bence insanın buna kapasitesi var.
“Ölüm yaşamın zıttı değil, illa bir zıttı olacaksa doğum denilebilir; yaşam bunların üstünde bir şey. Yaşamın içinde hem doğum var hem ölüm.”
Yaşamı anlamaya çalışmaktan bahsettim. Ölüm eşlikçiliği yaptığın kişilerde anlam arayışının sürece nasıl bir etkisi olduğunu gözlemledin?
Bir dereceye kadar herkeste anlam arayışı olduğunu düşünüyorum ama her birimiz anlamı farklı şeylerde buluyoruz. Burada öne çıkan şey yaşamdan ne anladığımız. Ben hep altını çiziyorum; ölüm yaşamın zıttı değil, illa bir zıttı olacaksa doğum denilebilir; yaşam bunların üstünde bir şey. Yaşamın içinde hem doğum var hem ölüm.
Ölüme yaklaşan kişilerin yakınları da ayrı bir alan. Onlarda da bir yaşatma çabası var. Hasta yakını olarak insan ikilemde kalabiliyor; en son seviyeye kadar imkânların elverdiği ölçüde tedaviye devam mı edilsin, süreç kendi haline mi bırakılsın. Kendi deneyimimden biliyorum, bir insanın sadece nefes alması yaşıyor olması demek midir diye düşünürken bir taraftan annemi hastane hastane dolaştırmıştım. O dönem bunu aslında kimin için ve ne için yaptığımı, kendi tutunduğum yerleri görmemi sağlayan bir süreçti… Ölüme yaklaşan hastaların yakınlarına ne söylemek istersin?
Bu noktada hiçbir acıyı ve kaybı küçümsemek istemem ve onların üstüne çıkıp; “Şöyle yapmalısınız, böyle yapmalısınız,” diyecek konumda görmüyorum kendimi. Ama konuşmanın başından beri dile getirdiğimiz yaşamı nasıl anlamlandırıyorum sorusuna bakmak önemli. İnsan içine sinen kararı, verebileceği en iyi haliyle o zaman veriyor. O zaman bizim için en iyi karar oydu. Kimsenin geriye dönüp verdiği kararla ilgili bir pişmanlık yaşamasını istemem. İlerleyen tıp bizi uzun sürelerde ölmeye mahkûm etti.
Hasta yakını eğer önceden bir pratiğe adım attıysa, “Ben bunu neden istiyorum?” diye sorabiliyor benim gördüğüm kadarıyla. Zaman zaman öyle zorlayıcı hastalıklar oluyor ki hastalık tek bir kişinin değil tüm ailenin hastalığı oluyor. Annesi kanser hastası olan bir kadınla tanışmıştım. Kadın kendi çocuklarına vasiyet vermiş, kanser olursa ona söylememelerini istemiş. Öleyim ama ölürken orada olmayayım demiş. Bütün bunları görmek çok önemli. İstediğimiz şey ne? İşte yaşarken buralara bakmak gerek.
“Odaya girdiğinizde şunu görebilirsiniz; orada yaşanmış bir hayat var ve hayatının şu aşamasında kişi fiziksel bedenine veda ediyor. Bu çok kıymetli bir veda. Orada bu yaşamın kutsallığını, o hayatı onurlandırmayı hatırlayabilmek de dilediğim şeylerden bir tanesi.”
Kitapta kesin bir dille, TABUT BAKIŞI yapmayın, dediğin bir yer var. Ne demek tabut bakışı?
Acıyarak bakmak. Hastaların bu bakışlardan çok rahatsız olduklarına çok tanık oldum. Bu da aslında kabullenişle alakalı. Odaya girdiğinizde şunu görebilirsiniz; orada yaşanmış bir hayat var ve hayatının şu aşamasında kişi fiziksel bedenine veda ediyor. Bu çok kıymetli bir veda. Orada bu yaşamın kutsallığını, o hayatı onurlandırmayı hatırlayabilmek de dilediğim şeylerden bir tanesi. Üzülebiliriz, bu çok normal ama bu yine de o kişiye onun yerinde olmak istemediğimizi ifade eder şekilde acıyarak bakmayı anlamlı kılmıyor. Onun yerine kendimize hatırlatabiliriz: Şu anda çok kıymetli bir şeye tanıklık ediyorum. Orada kişiye konsantre olmak yüz ifademizi de yumuşatır.
Bir ölüm eşlikçisi-doulası olmak isteyenler nasıl bir yol izlemeli? Hangi yetkinliklere sahip olmalı?
Ölüm doulası olmak için hiçbir ülkede, benim bildiğim kadarı ile, burayı regüle eden bir sistem yok. Bu çalışmayı yapan kişilerin geçmişi, konunun hangi kısmını önemli bulduğu ve ülkeye göre uygulamalar, farklılıklar gösteriyor. Mesela bazı doulalar cenaze konularında, cenazenin organize edilmesi gibi alanlarda uzmanlaşabiliyor.
Ölüm eşlikçisi-doulası olmayı düşünen kişiler kendilerine şu soruları sorabilir:
- Ben nelere duyarak ölüme karşı bir anlayış geliştirdim?
- Yaşama nasıl bakıyorum?
Buralara bakmadan önce ölen bir kişiye, merkezinde kalarak eşlik edebilmenin kolay olmadığını düşünüyorum.
Eğer bir eğitimden geçerek bunu yapmak istiyorsa, eğitimcinin neye önem verdiği, nereleri anlattığına bakmasını öneririm. Eğer özellikle ki zaten yabancı kaynak takip edebiliyorsanız bu konuda çok fazla çevrimiçi, sertifikalı eğitim programı var. Bunun yanı sıra hiçbir programa katılmadan yapma şansınız yok mu? Var.
Ben adının Ölüm Eşlikçiliği olduğunu bilmeden 2014’te yapmıştım. Hacettepe Çocuk Onkolojinin kapısını çalmıştım. O zaman böyle bir şeyin meslek olarak yapıldığını bilmiyordum. Sadece içimdeki çağrı çok kuvvetliydi, rica ettim ve birkaç kere hemşirelerin gösterdiği belli odalarla başlayarak, Hacettepe Onkoloji servisinde çalışmaya devam ettim. Sonra kendimi daha fazla geliştirmek adına eğitimlere katıldım. Eğitim bir ön koşul mu? Hayır. Gelişime katkı sağlıyor mu? Evet.
Bu aslında dünyanın en kadim işi.
Hangi özelliklere sahip olmak bir ölüm eşlikçisinin işini kolaylaştırır?
- İyi bir dinleyici olmak
- “Ben” diliyle konuşabilmek
- Tavsiye vermeden durabilmek
- Karşısındaki kişiyi olduğu gibi kabul edebilmek
- Sakin kalabilmek
- Kendini bilebilmek
Senin bu konuda verdiğin eğitimler var. Onlardan da bahseder misin?
Eşlik isimli bir ortaklığım var; Melike Özgökçen ve Gamze Çaparlar ile birlikte olduğumuz. Ölüm ve yas süreçlerinde destek hizmeti sunmaya çalışıyoruz. Onlarla verdiğimiz bir ölüm eşlikçiliği programı var. Senede iki kere hedefliyoruz bunu vermeyi. İlgilenenler olursa sanıyorum ekim ayı gibi yeni bir tane açacağız. Onun dışında yasla ilgili çalışmalar yapıyorum; seminerler olabiliyor, atölye çalışmaları olabiliyor veya birebir çalışmalar olabiliyor. Aynı şekilde ölüm eşlikçiliği ilgili de birebir çalışmalar yapıyorum. Ailelerle veya kendisi ölüme yakın kişilerle olabiliyor bu.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.