Farkındalık

Sen, kül olmaların içinden doğan bir Anka Kuşu’sun

“Şansım olsaydı erkek doğardım” derdi annem çok bunaldığında. Ben de hak verirdim. Çünkü bakınca erkeklerin hayatı çok daha kolaydı sanki. En önemlisi ise hiçbir şeyleri göze batmıyordu kadınların aksine. Kadınların ise her kalıp dışı fazlalığı aşırılıktı, ayıptı, utançtı.  Kadın olmak meşakkatli bir işti. Hiç bitmeyen bir planlamaydı. Evde ya da dışarıda fark etmezdi.

Erkeklerin hep belirli görevleri vardı ve bu görevler yüzyıllardır değişmemişti. Evine bakmak, çalışıp para kazanmak ve bir de güçlü olmak… Bu amaçlar uğruna yapılan her şey mübahtı. Bu amaçların dışında kalan hiçbir şey ise onları ilgilendirmezdi. Üzerine düşünmeleri, planlama yapmaları, kadınlar gibi nasıl olacak diye kaygılanmaları gerekmiyordu. İşte bu büyük bir şanstı. Oysa bir kadının günü planlarla başlardı. Evde ya da dışarıda olsun hesaba katılacak her ayrıntı düşünülürdü çünkü kadın olmak dikkat gerektirirdi. Her istediğini yapamamak, usturuplu olmak demekti.

Var Olan Erkekler ve Var Olmaya Çalışan Kadınlar

Yapamadıklarının yanında bir de yapması gerekenler vardı. Buraya tek tek yazmaya çalışmayacağım bile. Liste zaten sonsuzdu. Hal böyle olunca erkek olarak doğmak gerçekten de daha şanslı bir seçim olabilirdi. Derken yıllar geçti. Kendi yaşıtım bir erkekle birlikte olmak, aynı evi paylaşmak, yuva olmak deneyimi geldi. İşte o zaman çok yakından görebildim erkek olmak nasıl bir şeydi. Basitti evet, bizim için olduğu gibi asla karmaşık değildi yaşam onlar için. Dolayısıyla zihinleri de o şekilde gelişmişti. Bilirsiniz yokluk olunca insanın çare için ürettiği şeyler de gelişkin olur. Kadınlar o kadar büyük bir yokluk içindeydi ki yüzyıllardır, var olabilmek için türlü türlü çareler üreterek geçmişti ömürleri. Erkekler ise dümdüz var olmuştu. Fazladan bir şey yapmaları gerekmemiş, kimse de onlardan daha fazlasını beklememişti. Bazı kültürlerde bir çocuğun erkek doğmuş olması yeterince önemli bir şeydi. Yani bu demekti ki erkek olması dışında yapması gereken hiçbir şey yoktu.

Kadın Olmanın Getirdikleri

Oysa kadın olmak, yüzyıllar önce, bir lanetti. Tabii ki yıllarca üst üste tekrarlayan deneyimler kadınların DNA’sına işlenmişti. Kadınlar, müthiş bir yokluğun içinde yaşamak için çareler üretmişlerdi. Tekrar ve tekrar ve tekrar… Düşünsenize, bir tarafta da erkek olmak dışında hiçbir şey yapmayan adamlar vardı ve başkalarına yapacak çok şey kalmıştı. Yüzyıllar geçti, yaşam genişledi, ihtiyaçlar arttı ve yapılacak, düşünülecek şeyler de arttı.

“Erkekler bir şekilde yalnızca erkek olmakla paçayı kurtarabilmişti fakat kadınlar çok daha fazla şeyle baş etmek zorunda kalmıştı.”

Önemli adamların eril dünyasında barınmaya çalışan daha birkaç on yıl önce kendi mal varlığı bile olması yasak olan kadınlar vardı. Haklar kazanılmıştı ama kazanılan her şey biraz daha sorumluluk getirmişti. Kadınlar ne yapmıştı peki? Mücadeleye devam etmişti. Varlıklarını ortaya koymaya, ben de varım demeye inat etmişti adeta. Neyse ki insanlık bilinci biraz yükselebilmiş ve enerjiler sohbetlerin içine girmişti. Anlaşılan o ki her kadının ve erkeğin içinde hem dişil hem de eril parçalar vardı ve en önemlisi kadının dişili, erkeğin erili kullanması değil, her iki parçayı da eşit derecede tutmaktı. Dişil taraflarını terk etmiş, toksikleşmiş eril erkeklerdi dünyanın sorunu yüzyıllardır bana sorarsanız. Dengeyi kaybetmiş olanlar… Patriyarkacılar…

 Bunları görünce eşime tekrar bakmıştım. Toksik bir eril asla değildi ama eril olan görevler dışındaki hiçbir şeyi bugüne kadar düşünmesi gerekmemişti. Yani beyninde daha fazlasını görebilmesi, çare üretebilmesi için gerekli olan kablo bağlantıları yoktu. Neyse ki öğrenilebilirdi ve eşim bazıları gibi öğrenmeyi seçecekti. Ama şunu da anlamak gerekti: sanki erkeklerin beynindeki bu bağlantısızlık, onları bir çeşit kısıtlı bir varlık yapıyordu ve bu kısıtlı haldeki varlıklardan elinden gelmeyen şeyleri yapmalarını beklemek anlamsızdı. Önce öğrenmeleri gerekiyordu. Merak etmeleri, dönüşmek istemeleri gerekiyordu. Bazıları yaptı, bazıları yapamadı. Dünya ise hala patriyarka ile yönetiliyor. Etrafımızdaki yaşam, bir erkeğin algısından inşaa edilmiş durumda. Oysa insan gibi yaşamın içindeki eril dişil parçalar da dengede olmalı. Olmadığında ne olduğunu gördük ve kesinlikle daha farklı bir dünya arzuluyoruz. Bunun en önemli anahtarı dişil enerjilerin dengeyle işin içine katılmaları bence.

Dişil enerji kadın olmakla alakalı bir şey değil

Bir alt benlik gibi düşünebiliriz onu. Hem kadınlarda hem de erkeklerde var olan bir parça. Dişil, duygularla, duyularla ve yaratımla ilgili olan parçamız. Eril, zihin ile gerçekleştirmekle, yapmakla ilgili olan parçamız.

Dişil yaratır, eril gerçekleştirir.

Dişil hisseder, eril analiz eder.

Dişil alır, eril nasıl vereceğini planlar.

Böyle bakınca, mükemmel bir ahenk var, öyle değil mi? Oysa biz insanlar ya bu parçaların tek bir tarafında sürekli kalıp her şeyi ona yaptırıyoruz ya yalnızca bir tanesinden ibaretmişiz gibi davranıyoruz. Dünyanın bugün bu hale gelmesinin sebebini göstermek için hepimiz parmağımızı patriyarkaya yani erkek egemen düzene doğrultabiliriz. Ancak bazen eşime dönüp bakıyorum da o, bu erkek egemen zihnin içine pek sığmıyor. Eminim sizlerin de birçok tanıdığı eş, dost erkek var etrafınızda ve onlara toksik erilliği yakıştıramıyorsunuz. O zaman sorun erkekler değil de dişil parçalarını öldürmüş erkekler diyebilir miyiz?

Kadınlara dair “meli malı”lar

Peki ya kadınlar? Etrafınızda baktığınızda erkekleşmiş kadınlar görmüyor musunuz? Onlara kızabilir miyiz? Kadınların yüzyıllardır yaptığı gibi var olmak için uyumlanmaya, gerekeni yapmaya çalışıyorlar sadece. Bunun için dişil parçalarını terk etmeleri gerekmiş ya da dişil parçalarına eril görevler atfetmiş olsalar bile. Çünkü maalesef erkek olmanın tek başına yetmesine karşılık kadın olmak asla yetmiyor. Kadın üzerine birçok anlam giydirilen  bir varlık. Kadın yuvayı yapmalı, sürekli eksikleri görmeli ve gidermeli. Bakmalı, beslemeli ve aynı zamanda artık çalışmalı. Kadın gülümsemeli, nazik olmalı, kimsenin modunu eserekli halleriyle düşürmemeli ama dikkat etmeli gülmesi gerekse de çok fazla da gülmemeli, bağıra bağıra kahkaha atmamalı. Kadın usturuplu olmalı, dikkat çekmemeli, eğer çekerse bedelini ödemeli. Kadın da kollarını sıvamalı ve işe katılmalı fakat çok da fazla talepkar olmamalı, sınırlarını bilmeli. Kadın güzel görünmeli, zarif olmalı, kendine bakmalı, selülitleriyle kısa şortlar giyip insanların gözlerini kanatmamalı. Daha yazayım mı? Yazmayayım, sinirlerimiz daha fazla bozulmasın.

Peki ne yapacağız? Yüzyıllardır değişmeyen patriyarka şimdi değişir mi? Bu kadar güçlenmişken ve dünya avuçlarındayken vazgeçer mi? Geçmez değil mi? E o zaman biz kadınlara ne düşer? Daha çok var olmak düşer elbette. Bu düzenin gizli dilini çözmek, algı oyunlarına gelmemek düşer. Uyanık olmak düşer bize. İki parçada da dengeyle var olmak düşer.

“Bize, erkek egemen dünya yüzünden eril parçalarımıza küsmek değil, onları kucaklayıp dengeye getirmek düşer.”

Unutmayın, bu dünya planı ikilikli düzen ile işledi. Şimdi belki siz de birçoğu gibi değişim çanlarını duyuyorsunuz. Şimdi bir olma zamanı. Birliği kim iyi bilir biliyor musunuz? Kapsayıcı olan dişil parçamız. Fakat bu parça yorgun, üzgün, küskün. Bazılarımız için her şeyi yapmaktan yorulmuş. Onu görebiliyor musunuz? Onu görebildiğiniz kadar eril parçanızı da görebiliyor musunuz? Onların bir suçu yoktu. Onlar ikilikli dünya düzenine çok uygun varlıklar ama birbirlerinden ayrı değillerdi, biz bunu unuttuk. İnsanlık unuttu. Şimdi kadınların uyanışının ve yüzlerinde bilmiş bir gülümseme ile “O öyle yapılmaz tatlım, bize bırak, biz sana nasıl olacağını gösteririz” deme zamanıdır.

Şansım olsa yine kadın olarak doğmak isterim

Son olarak yazının başına dönmek isterim. Annem hala bazen “Şansım olsaydı erkek doğardım” ve ben hemen araya girerim. “Ay hiç istemezdim erkek olmak, kadın olmak gibisi var mı be? Şu yetkinliğimize bak. Elimizden gelmeyen hiçbir şey olamaz. Bir erkek için bunu söyleyebilir misin?” gibi bir şey derim. O da “Doğru söylüyorsun, aman ağız alışkanlığı benimkisi der” ve güler geçeriz. Tabii biliyoruz ki o sırada kastettiği, erkeklerin daha fazla fırsata ve rahatça var olma haline sahip olmaları.

Bu henüz değişmedi dünyada ama biz değiştik. Daha fazlası olduğumuzu biliyoruz. Daha fazlasını hak ettiğimizi biliyoruz. Yani umarım öyledir. Öyle değilse senin için sevgili okur, şu sözlerimi dinle:

“Sen yüzyıllık mücadelelerin, fedakarlıkların, yapıp yapıp bozmaların, damgalanmaların, yakılıp kül olmaların içinden doğan bir Anka Kuşu’sun güzel kadın. İçindeki ateş, tüm bu çekilmiş çilelerin bedelini ödetmek ve her şeyi yakıp yok etmek istiyor belki ama sen aynı zamanda su da olduğunu hatırlayansın. Sen, karşıtlıklıkların müthiş bir şekilde bir araya gelmiş halisin.”

Her şeye rağmen yürümeye devam ettiğin için, tüm duygularını hissetmeyi seçtiğin için, her şeyi kapsama gücün için seninle gurur duyuyorum. Elbette ki dünyanın sana söylediğinden daha fazlasısın. Şimdi farkında mısın?

Kadınlar günümüz kutlu, mutlu, coşkulu olsun.

Ve tabii bir de SEVGİ OLSUN!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.