TRADEWİFE HAREKETİ: GERÇEKLEŞMEYEN POTANSİYEL VE YANILTICI GELENEĞİN YÜKSELİŞİ
Aktüalite Farkındalık

Tradewife hareketi: Gerçekleşmeyen potansiyel ve yanıltıcı geleneğin yükselişi

Son yıllarda sosyal medyada hızla yayılan “tradewife” (geleneksel eş) hareketi, birçok genç kadını ev içi rolleri benimsemeye, “feminen özlerini” bulmaya ve eşlerine adanmış bir yaşam sürmeye davet ediyor. Fakat bu hareket, yüzeyde nostaljik ve romantik bir hayat tarzı sunarken, aslında kadınların bireysel potansiyellerini gerçekleştirmesini baltalayan bir illüzyon yaratıyor.

Tradewife hareketi, kadınlığı biyolojik bir kader ve ev içi rollere hapsolmayı ise doğal bir tercih gibi sunuyor. Ancak bu, kadınlık kavramını toplumsal bağlamından koparıp tek bir kimliğe indirgemek anlamına geliyor. Bu yaklaşım, feminizmin en temel kazanımlarını göz ardı etmekle kalmıyor; kadınların sosyal, ekonomik ve entelektüel alandaki potansiyellerini görmezden gelerek onları kısıtlayıcı geleneklerin içine geri itiyor.

EV HANIMLIĞI KÖTÜ BİR ŞEY Mİ YANİ?

Öncelikle, “tradewife” olmanın yalnızca ev hanımlığı anlamına gelmediğini vurgulamak önemli. Ev hanımı olmak, bilinçli ve özgürce yapılan bir tercihle, bireyin yaşam stilini belirlemesi demek. Fakat tradewife hareketi, bu tercihi idealleştirerek kadınları belirli bir role zorlayan bir norm haline getirme eğiliminde. Dahası, hareketin sosyal medyada pazarlanan yüzü, kadının eşine mutlak itaat ettiği, ekonomik bağımsızlıktan vazgeçtiği ve tüm varlığını kocasının liderliğine adadığı bir yaşam tarzını savunuyor. Yani, ev hanımlığı bireysel bir tercih ve yaşam biçimi olabilirken tradewife hareketi, kadınları belirli toplumsal rollere sıkıştıran, gelenek adı altında kadınların potansiyelini daraltan bir ideolojiyi barındırıyor.

Bell Hooks, Feminist Theory: From Margin to Center (1984) kitabında “Kadınların özgürlüğü yalnızca ekonomik bağımsızlıkla değil, aynı zamanda kendi kimliklerini inşa etmeleriyle mümkündür” der. Tradewife hareketi ise tam tersine, kadının kimliğini ev içinde eriten bir anlatıyı yaygınlaştırıyor. Kadınların kariyer hedeflerinden, bireysel tutkularından ve toplum içindeki rollerinden feragat etmelerini yücelten bu anlayış, kadın hakları mücadelesinin yüzyıllardır kazandığı ilerlemeyi tersine çevirebilecek bir tehdit barındırıyor.

Bilinçli ve Özgür Bir Tercih ile İdealleştirilmiş İtaat ve Ekonomik Bağımlılık

Ev hanımı olmak, toplumsal ya da ekonomik baskılardan bağımsız şekilde verilen kişisel bir karar olabilir. Bir kadın, kariyer yapmak yerine ailesine ve evine odaklanmayı bilinçli şekilde seçebilir. Bu durumda, kadın kendi yaşam tarzını ve günlük pratiklerini kendisi belirler. Örneğin, ev ekonomisini yönetebilir, çocuk yetiştirme sürecinde aktif rol alabilir, gönüllü projelere katılabilir ve hatta evden çalışma gibi alternatifler yaratarak üretken bir hayat sürdürebilir. Ev hanımlığı, özünde bireysel bir seçimi ve içsel tatmini barındırır. Kadın, evin içinde belirli bir role sıkıştırılmadan hayatına dair kararları kendi ihtiyaç ve isteklerine göre şekillendirir. Bu tercih, dışsal baskılara boyun eğmeden yapıldığında kadının öz gücünü korumasına ve kendi hayatının direksiyonunda olmasına engel değildir.

“Tradewife hareketi, özellikle sosyal medyada romantize edilmiş ve estetikle bezenmiş bir itaat ideolojisi sunar.”

Tradewife hareketi ise kadınların bilinçli seçimlerinden çok, onları belirli bir toplumsal norma iten bir eğilimdir. Bu akım, ev içi rolleri doğal ve değiştirilemez olarak sunarak kadının bireysel kimliğini evlilik ve eşine hizmet etme ekseninde tanımlar. “Erkeğin lider, kadının destekleyici” olduğu bu düşünce sistemi, ekonomik bağımlılığı teşvik eder ve kadının karar alma mekanizmalarından uzaklaştırılmasına neden olur. Bu noktada, Sylvia Walby’nin “Theorizing Patriarchy” (1990) eserindeki şu tespit önemlidir: “Patriyarka, yalnızca kadınları baskı altında tutan bir sistem değildir; aynı zamanda onların ekonomik ve entelektüel bağımsızlığa ulaşmasını da engellemeye çalışır.” Bu açıdan tradewife hareketi, özellikle sosyal medyada romantize edilmiş ve estetikle bezenmiş bir itaat ideolojisi sunar. Ancak bu gerçeklik, kadınları ekonomik olarak eşlerine bağımlı hale getirir, bireysel gelişimlerini ikinci plana iter ve onları sessiz bir “ev içi hizmet” modeline hapseder.

Ev hanımı olan bir kadın, hayatı üzerinde doğrudan söz hakkına sahiptir. Kendi kararlarını kendisi verir ve bağımsız bir kimlik inşa edebilir. Tradewife hareketinde ise kadın, eşinin kararlarına tabi olan bir figür olarak konumlandırılır. Bu durum, ekonomik bağımsızlığın yok edilmesiyle daha da pekişir. Ekonomik bağımsızlık ve bireysel özgürlük, feminist teoride kadınların güçlenmesi için temel bileşenlerdir. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” (1929) kitabındaki şu cümlesi bu noktada oldukça anlamlıdır:
“Kadınların yaratıcı gücü ve bağımsız kimliği, ekonomik bağımsızlıklarıyla doğrudan ilişkilidir.” Bir kadın, ev hanımı olarak kendi yaratıcılığını, üretkenliğini ve karar mekanizmalarını geliştirebilirken tradewife hareketi bu potansiyeli körelten bir yönlendirme sunar.

SOSYAL MEDYADA ESTETİZE EDİLEN İTAAT

Sosyal medyada tradewife içerikleri genellikle estetik açıdan kusursuz karelerden oluşuyor: Kusursuz sofralar, tertemiz evler, çiçeklerle bezeli mutfaklar ve şık, pastel elbiseler içinde mutlu kadınlar… Ancak bu imaj, patriarkal sistemin kadınlara yüklediği görünmez emeği romantize ediyor. Ev içi emek, duygusal bakım ve sürekli uyum sağlama beklentisi, kadının öznel benliğini ikinci plana atıyor. Judith Butler’ın Gender Trouble (1990) eserinde belirttiği gibi, “Toplumsal cinsiyet, performatif bir süreçtir; kadınlık ve erkeklik, sürekli tekrar edilen eylemler yoluyla inşa edilir”. Tradewife hareketinin dayattığı kadınlık performansı, yalnızca bir estetik tercihten ibaret değil; aynı zamanda kadını, ekonomik bağımsızlıktan ve karar mekanizmalarından uzaklaştıran bir toplumsal kontrol aracı olarak işliyor. Ev hanımlığı, kadınların kendi değerleri ve öncelikleri doğrultusunda yaptığı bir seçim olabilirken tradewife hareketi bir ideolojik yönlendirme ve toplumsal dayatma içerir. Gerçek özgürlük, kadınların ister kariyer ister ev hayatını seçerken, bunu baskılardan uzak, bilinçli ve içsel tatmin sağlayarak yapabilmesidir. Kadınların potansiyelini gerçekleştirebilmeleri için en önemli kriter, seçimlerinin kendi iradeleriyle şekillenmesidir. Özgürlük, bir evin içinde veya dışında olmakla değil, bireyin kendi hayatına yön verebilmesiyle ilgilidir. Bu yüzden kadınlar, hangi yolu seçerlerse seçsinler, bunun kendi içlerinden gelen bir karar olduğundan emin olmalıdır.

TRADEWIFE ve BALLERINA

Tradewife hareketinin en bilinen figürlerinden biri, sosyal medyada milyonlarca takipçiye ulaşan Hannah Neeleman ve onun markalaşmış çiftlik yaşamı, Ballerina Farm. Neeleman, eski bir profesyonel balerin, Miss USA güzellik yarışmalarında yer almış bir isim ve altı çocuk annesi. Sosyal medyada sunduğu imaj ise, geleneksel kadınlık rollerini idealize eden bir görselliğe dayanıyor: Geniş bir çiftlikte, ekşi mayalı ekmek pişiren, bahçesinde sebzelerini toplayan, çocuklarıyla doğal bir hayat süren bir kadın. Her şey sanki bir peri masalının içindeymiş gibi… Ancak, burada önemli bir soru sorulmalı: Bu yaşam tarzı gerçekten geleneksel mi, yoksa nostaljik bir yanılsama mı?

Ballerina Farm, yalnızca bir yaşam tarzı sunmuyor, aynı zamanda ürünlerini satan ticari bir marka. Hannah Neeleman, çiftlik hayatını ve geleneksel kadınlığı romantize eden videoları aracılığıyla, ekşi mayalı ekmek setlerinden sığır etine kadar çeşitli ürünleri takipçilerine pazarlıyor. Yani, tradewife hareketi burada yalnızca bir “tercih” değil aynı zamanda bir ekonomik model haline gelmiş durumda. Bu noktada, Angela McRobbie’nin “The Aftermath of Feminism” (2009)kitabındaki şu tespit oldukça önemli:

“Postfeminist kültür, kadınların bireysel seçim yaptıklarını öne sürerken, aslında onları geleneksel rollere geri yönlendiren kapitalist bir model sunar.”

Hannah Neeleman’insunduğu idealize edilmiş çiftlik yaşamı, kadınların toplumsal rollerini belirli kalıplara sokan bir çerçeve yaratıyor. Çünkü bu hayat, ekonomik bir imkân ve sosyal medya estetiğiyle mümkün kılınmış bir fanteziden ibaret. Yani Ballerina Farm’ın sunduğu görüntü, ekonomik olarak ayrıcalıklı bir sınıfa ait olanların gerçekleştirebileceği bir yaşam tarzı. Neeleman ve eşi, Utah’ta büyük bir çiftliğe sahip ve sosyal medya sayesinde bu hayatı bir marka haline getirerek gelir elde ediyorlar. Ancak takipçilerine yansıttıkları mesaj şu: “Gerçek mutluluk ve feminen özünüzü bulmak için kendinizi evinize ve eşinize adamalısınız.” Fakat gerçek şu ki, kadınların büyük bir kısmı ekonomik bağımsızlık olmadan geçinemez. Günümüz dünyasında birçok kadın çalışmak zorunda çünkü hayat pahalı, ev işleri bir gelir kaynağı sunmuyor ve tek maaşla geçinmek her zaman mümkün olamayabiliyor. Neeleman’in hikayesi, çoğu kadın için erişilebilir olmayan bir ayrıcalığı “doğal” ve “ideal” bir yaşam gibi sunuyor. Yani, Hannah Neeleman gibi figürlerin sunduğu tradewife fantezisi, yalnızca varlıklı ve özel koşullara sahip kadınlar için erişilebilir bir model.

KADIN, KENDİ HAYATININ MİMARIDIR

Tradewife akımı, masum ve zararsız bir hayat tarzı tercihi gibi sunulsa da derinlerde kadınların potansiyelini sınırlayan ve onları ekonomik bağımlılığa mahkûm eden bir yapı taşıyor. Özgürlük, yalnızca fiziksel bir alanla sınırlı değildir, özgürlük, bireyin kendi hayatına yön verme kapasitesidir. Kadınlar, ancak kendi hayatlarının direksiyonuna geçtiklerinde gerçekten bağımsız olabilirler. Mümkün olan en iyi hayat, bir başkasının değil, bireyin kendi seçimiyle inşa edilendir. Tradewife hareketi, kadınları gelenek adı altında eski kalıplara sıkıştırmaya çalışırken bizler kendi potansiyelimizi gerçekleştireceğimiz, özgür ve bilinçli hayatlar inşa etmeye devam edelim çünkü kadın, kendi hayatının mimarıdır.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Avatar photo
Üniversitede aldığı iletişim ve edebiyata dair kuramsal alt yapı ve tekniklerle fikirlerini çeşitli sitelerde yazarak herkesle paylaşmaya çalışıyor. Aldığı psikoloji ve koçluk eğitimleriyle iletişim tekniklerini referans alarak yol arkadaşlığı yaptığı sistemiyle yetişkinlerin ve öğrencilerin hayatına dokunuyor. Düzenlediği eğitimler ve atölyelerle de evrendeki iyi yaşam çemberinde yeni nesil rehber ve öğrenci olma görevine devam ediyor. Kurduğu içerik ve sosyal medya ajansında mentorluk vermeye devam ederken aynı zamanda Mümkün Dergi bünyesinde editörlük yapıyor.