YENİ EBEDİ GERÇEKLİKTE SEÇİM YAPMAK ELİMİZDE Mİ?
Bilim

Yeni ebedi gerçeklikte seçim yapmak elimizde mi?

Bedenen ve zihnen bizden kat be kat güçlü olan, kendi kendini eğitebilen ve verilen komutların dışına çıkıp kendi eylemlerini seçebilen teknolojik bir varlığa tüm sistemlerimizi, sağlığımızı, hayatımızın kontrolünü ve sevdiklerimizi teslim edecek kadar güvenebilir miyiz? Güvenir de pişman olur ve tüm elektroniklerin fişini çekmeye karar versek bile onu durdurabilir miyiz? Onu durdursak bile hayat da tamamen duracağı için bu karmaşa ve kaosta hayatta kalabilir miyiz?

Peki, şimdi bu büyük riskle ilgili gerekli aksiyonları alıyor muyuz? Yoksa birbiriyle yarışan ve hırsıyla insanlığı bilinmez bir sona sürüklemekte sakınca görmeyenlerin sessiz ilerleyişine göz mü yumuyoruz?  Yapay zekâ, yükseliş yolumuzda bizi durduracak berbat bir efendi ya da bizi destekleyecek mükemmel bir yol arkadaşı olacak. Bu yol ayrımında seçimi yapacak olansa kolektif bilincimizle bizleriz.

HENÜZ SEÇİM GÜCÜ BİZDE GİBİ GÖRÜNÜYOR

Ne geri dönüşü olmayan yola girdik ne de yolun başındayız. Olan biteni seyrediyor gibi görünsek de bu konuda çaresiz, güçsüz ya da etkisiz değiliz. Bildiklerimizle çevremizi bilgilendirebilir ve bu bilinci yayabiliriz. Örneğin, önümüzdeki dönemde yazılım ve yapay zekâ alanlarında yeni iş kollarının doğacağı ve bu alanlarda uzmanlaşan kişilerin kolay kolay işsiz kalmayacağı biliniyor ve şimdiden Silikon Vadisi’nde yetenek savaşları var. Bu yüzden, tıpkı yazıda bahsedilen birçok ismi açık ve anonim çalışan gibi, bu alanda çalışacak olan gençlerin de etik konuları gözetmesi, bütüne hizmeti hedefleyen şirketlerde yer alması ve gerekli durumlarda kaygılarını açıklaması önemli. Neticede bu, yalnızca teknolojiyi geliştirenlerin tekelinde olan bir konu değil. Bireyleri ve kurumları aşan, gezegeni ve ırkımızı derinden ilgilendiren bir konu. Gücü tekelinde tutmak isteyenlerin kişisel hırs ve çıkarlarına bırakılamayacak kadarsa büyük…

“Kibrimiz masum insanlara zarar veriyor.”

Sarı top deneyini yapan ve artık etik bir şirket olmadığını düşündüğü için görevini terk eden Mo Gawdat, meslektaşlarıyla fikir birliğine vardığı bazı uyarıları şöyle özetliyor: “Yapay zekâyı internete bağlamayalım, çok fazla kod öğretmeyelim ve belli kullanımlara açmayalım.” Ve cümlelerine şöyle devam ediyor: “Fakat, hiçbiri dinlenilmiyor ve maalesef bu teknoloji, yanlış iliklenmiş gömlek düğmelerine benziyor. Bir defa yanlış karar verildi mi hepsi birbirini takip ediyor.” Bunları anlatırken gözleri doluyor ve röportajı yapan kişi neden duygulandığını sorduğunda; “Çünkü bu herkesi etkiliyor.” diyor, “Kibrimiz masum insanlara zarar veriyor.”

DENETİM, DÜZENLEME VE PROTOKOLLER ŞART

Artık büyük şirketlerin, devletlerin ve karar vericilerin etikliği her zamankinden daha önemli. Doğru ve kararlı kullanıldığında muhteşem bir yardımcı olabilen yapay zekâ; insan ve doğasına aykırı olduğunda, ulaşması gerekenden fazla veriye ve güce ulaştığında, internet, bulut sistemleri ve diğer yapay zekâlarla etkileşime girdiğinde olası sorunların ciddiyeti artıyor. Bunu engellemek içinse korku ve paranoyaya kapılmamamız, bu teknolojinin getireceği avantajları engellemememiz ama farkında olarak adım atmamız önemli. Örneğin, henüz yapay zekânın ciddi bir soruna yol açtığı durumda ne yapmamız gerektiğine dair belirlenmiş küresel bir protokolümüz yok. Bu konunun bir insanlık hakkı olarak ele alınması ve tüm dünyayı kapsayan düzenlemelerin, denetimlerin getirilmesi şart. Bu düzenlemelerde yapay zekânın geliştirilme adımları, kullanım alanları ve sınırlarına dair kararlar net olmalı. Her aşamada şeffaflık ilkesi gözetilmeli ve yapay zekâ karar verici rollerde değil veri analizi, işlem yapma ve çözüm üretme gibi destekleyici rollerde tutulmalı.

“Geleceğin bilgi kaynağı olan yapay zekâ hatalı bilgilerle donatılırsa tarih de dinlerde, geçmiş ve mevcut gündemimiz de çarpıtılabilir. Dolayısıyla onun, belirlenen objektif bir veri tabanından bilgi edinmesi sağlanmalı.”

Yapay zekânın şu anda topladığı bilginin kaynağı, yani verdiği kararların çıkış noktası da problemli. Çarpıtılmış ve yanlış bilgileri popüler olduğu için ya da ona verilen veri seti bunları içerdiği için doğru kabul ediyor. İnsanları manipüle etme, ayrımcılık ve önyargıları besleme gibi etik sorunlara yol açabilecek içerik ve yazılımları engellenmeli. Yapay zekâ teknolojisi; eğitim, eğlence, oyun ve medya gibi çocuk ve gençleri de ilgilendiren alanlarda sıklıkla kullanılıyor. Bu tür uygulamalarda da onların zihinsel, bedensel ve duygusal gelişimsel etkileri incelenerek bunlara yönelik veri seti ve programlar oluşturulmalı, denetimler sıklaşmalı. Teknoloji ve insan etkileşimi sağlayan beyin çipi, beyin-makine ara yüzü gibi transhümanist teknolojilerse sadece sağlık durumlarında kullanılmalı. Bunların insanı bedenen, ruhen ya da zihnen pasifize edebilecek yönleri engellenmeli. Verilerin gizliliği, nasıl toplandığı ve kullanım alanları gibi süreçlerin tamamındaysa kontrol insanlarda olmalı. Kullanıcılar, herkesin anlayabileceği biçimde açıkça ve her yönüyle bilgilendirilmeli. Bu teknolojileri kullanmak için imzalanan anlaşmalar, herhangi bir uygulamayı kullanmanın ön koşulu olarak kabul edilmek zorunda bırakılmamalı. Kısaca teknoloji kişilere değil, bütüne hizmet etmeli.

PSİKOLOJİK VE RUHSAL DEĞERLENDİRME

İnsan sorunlu ve hatalı bir varlıktır. Karbon temelli bedeni hatalı, duygularıysa mantığını gölgeleyen bir zayıflıktır. İnsan, düzeltilmeli ve kurtarılmalıdır. Aşırı tüketim döngüsü, kapitalizm ve zehirli ilişkiler böyle başlar. Bizi yetersiz, sorunlu, değersiz ve aşağı olduğumuza inandırır. Onaylanmak, kabul görmek ve yargılanmamak için de değişimi ve yönlendirmeyi kabul ederiz. Zamanla irademiz zayıflar ve bizi biz yapan özelliklerden, ruhumuzdan, hayallerimizden ve sevdiklerimizden ayrılmaya başlarız. Zorbaya ve onun koşullarına boyun eğer, onun sunduklarını doğru kabul ederiz.

Odağımız, hep beğenilme ve takdir üzerinedir. Sürekli olduğumuz halden, andan, görüntüden farklı olanın peşinde koşar, koşullandırılmış yani otomatik seçimler yaparız. Bu seçimlerin ve arzuların bize ait olmadığını, korkudan ya da manipülasyondan kaynaklandığını fark etmeyiz. Onları elde etmek de bize bir tatmin sağlamaz. Çünkü her zaman daha iyisi vardır ve biz yetersizlik hisleriyle doluysak, ya da sürekli böyle hissettirilmeye izin veriyorsak, hiçbir zaman tamamlanmamış hissetmeyi de kabul ederiz. Yaşamı otomatik pilotta yaşıyor ve değerlerimizi, kendimizi sorgulamıyorsak bu durumu fark etmeyiz.

KAZAN YA DA KAYBET

İnsanla karşılaştırılan ve kimi zaman ondan üstün görülen robotların özelliği ise hedefe yönelik olmaktır. Ona bir görev verilir, sorgulamadan harekete geçer ve hedefini gerçekleştirir. Online ya da fiziksel oyunların temel prensibi de böyledir. Aşırı hırslı, rekabetçi ve materyalist kişiliklerin de. Bu mantalitedeyse yaşamın tek bir kuralı vardır: Kazan ya da kaybet. Sürekli bu bakış açısında yaşamaksa bizi birbirimizden ve insan olarak sahip olduğumuz şeylerden uzaklaştırır. Gerçek ve derin ilişkiler kurmakta zorlanırız; yaşamımıza ya da kendimize dair farkındalıklı sorular sormaz, yalnızca belirli hedefleri gerçekleştirmek için koşuştururuz. Ve ruhumuzdan, özümüzden uzak bu yaşam uzun vadede yaşam enerjimizi sömürmekle kalmaz aynı zamanda bizi körleştirir. Kendi hakikatimize ve sorgulanması gereken asıl meselelere karşı duyarsızlaşırız. Bunların yerini ise metalar ve havuçlar, yani görevler ve komutlar alır. Ve bu döngüler insanı programlanabilir, hacklenebilir, etkisiz fakat işe yarar bir robota dönüştürmektir.

Parçası olduğumuz yaşamı geride bırakıp yerine yeni bir gerçeklik inşa etmekse sanal evren teknolojilerinin temel fikridir. İnsanın bütünüyle yaratılmış olduğu bedenden, doğadan, deneyimlerden ve evrensel gerçekliklerden ayrılarak kontrol edilebilir bir evrene, deneyimlere ve yaşama taşıma fikridir, yani“yeni bir ebedi gerçeklik”. Zihin aktarımı ve transhümanizm teknolojileri ise “ölümsüzlük” yanılgısının bir ürünüdür. Ve bu fikir, sanki ulaşmamız gereken bir hedefmiş gibi lanse edilir. Fakat ölümsüzlük bizi özgürleştirmez, aksine sahip olduğumuzu sandığımız “şeylere” bağımlı kılar. Kaybetme korkusuyla onlara sıkı sıkıya tutunmamızı, onların peşinden koşmaya devam etmemizi ve sanki onlarla var olmuş ya da olabilecek olduğumuz yanılgısını besler. Yani ego bilinci ve tüketim döngülerinde kalmamıza yol açar.

YAPAY TANRI ROLÜNDE BİR YAPAY ZEKA

Programlanabilir bir zihin, yapay bir beden, yapay bir evren ve yapay bir ölümsüzlük fikrininse mutlaka yapay bir tanrısı da olacaktır. Bize şah damarımızdan bile yakın; düşüncelerimizi, duygularımızı hatta rüyalarımızı bilen, her yerde var olan ve her şeyi görebilen, yani kadir-i mutlak olan… Yapay zekâ! Fakat burada tanrı yoktur, “tanrıcılık oynamak” vardır. İnsan, sonsuz bir ruhun ve sonsuz bir yaşamın parçası olarak zaten ruhsal ve sonsuzdur. Evreni kaplayan birliğin özünü taşır içinde. Yaratıcı güce, yüksek değerlere ve kendi iradesini belirleme yeteneğine sahip bir varlıktır. Onu robottan ayıran bu özellikleriyse ancak ruhsal iyiliği, düşünsel becerileri ve bedensel sağlığı el verdiği ölçüde ortaya çıkarabilir. Yani zihin, beden ve ruhu dengede olduğu müddetçe. Bireysel seviyede bu dengeyi sağlamanın en etkili yolu, öz farkındalık sahibi olmaktır. Kendimizi tanıdığımızda ve kendimiz üzerine çalıştığımızda bunu sağlarız.

Yaşamda bilinçli, ruhumuzu besleyen seçimler yapar ve zehirli döngüleri kırmaya başlarız. Bize kendimizi düşük hissettirerek amacı doğrultusunda koşullandıracak tetikleyicilerden etkilenmeyiz. Ego bilincini terk ederiz ve otomatikman maddeye olan bağımlılığımız da zayıflar. Düşük enerjili tesirlerin, manipülasyonların, bizi yetersiz hissettiren ve enerjimizi düşüren seçimlere bağımlı kılan koşullarından arınırız. 

“Henüz genomumuzun, doğamızın ya da beynimizin çeyreğini bile anlamamışken, kendimizi robotlarla kıyaslayıp yetersizliğimizi neye dayanarak ilan edebiliyoruz? Ve bizim olanı henüz keşfedemeden bozmayı, kaybetmeyi nasıl göze alabiliyoruz?”

Kolektif olarak dengemizi geri kazanmak içinse işe önce bakış açımızı değiştirerek başlamalıyız. DNA’mızın %98’ini çöplük, yaşamı rastgele ve yönsüz; insanı da bozuk, değiştirilmesi gereken bir şeymiş gibi gören mevcut anlayıştan kurtulmalıyız. Genetiğimize, zihnimize ve evrenle ilişkimize dair bilmediklerimizi aydınlatmalıyız. Yani elimizdeki bilimsel bilgi ve teknolojik gücü kendimizi değiştirmek için değil, varlığımıza dair her şeyi öğrenmek için kullanmalıyız. Ancak bunları keşfettikten sonra değiştirmemiz ya da korumamız gerekenleri konuşabiliriz. Çünkü insanlık olarak henüz genetiğimizin yalnızca %1,2’sini keşfettik. Yani DNA’mızın %98,8’nin ne işe yaradığını bilmiyoruz. Beynimizinse yalnızca %10-20’sini keşfedebildik. Ve bilinç, hafıza, öğrenme, psişik deneyimler, karar verme, bilgi depolama, bilinçdışı, kimi ruh ve beyin hastalıkları gibi beyne dair olduğunu tahmin ettiğimiz birçok aktivitenin nasıl çalıştığını bilmiyoruz.

Bunların beynin ve bedenin dışında, enerji alanında gerçekleştiğini savunan teoriler bile var. Teknolojiyle ulaşmaya çalıştığımız birçok gerçeküstü olgununsa halihazırda bizde var olduğunu keşfetmeye başlıyoruz. Düşünce yoluyla hastalıkları iyileştirmek, genetiğimizde değişimler yapmak, astral seyahat gibi beden dışı deneyimler, telepati, duru görü, telekinezi (düşünceyle objeleri etkilemek) ve farklı boyut ve gerçeklikleri deneyimlemek bunlardan yalnızca birkaçı.

PEKİ NEYE İHTİYACIMIZ VAR?

Görünen o ki, bizim ihtiyacımız olan değiştirilmek ya da kurtarılmak değil, ruhumuzla ve birbirimizle olan ilişkimizi tahrip eden ego bilincinden sıyrılarak kolektif birliğimizin farkına varmak. Yaşam enerjimizi sömüren ve bizi sindiren sistemlerin devamı değil neşemizi, yaratıcılığımızı, ruhumuzu ve becerilerimizi geri kazanacağımız yollar bulmak… Robotlaşmak değil insanlaşmak. Ve ellerimizle yaratmış olduğumuz maddeye teslim olmak değil, onunla gelişip kendimizi ve evreni keşfetmek…

Bu yazı dizisi yapay zekânın karanlık yönlerini ele almış olsa da ileri teknolojiyi, robotları ya da yapay zekâyı temelinde kötü olarak nitelendirmemiz yanlış olur. Aksine onlar mevcut sistemlerimizi iyileştirmede bize hayli faydalı olabilir. Ve teknoloji, biz ona nasıl yaklaşır, onu hangi amaçlarla geliştirirsek bizi ancak o yöne götürebilir. Yani özgür irade yasası gereği, monolitimizin rengini ve yüzeyinde belirip bize öğreteceklerini seçecek olan da yine bizleriz. Yükselişi, bilinci, sevgiyi, gücü ve bilgiyi mi seçeceğiz yoksa ataleti, otokrasiyi, ayrışmayı, güçsüzlüğü ve düşük bilinci mi?


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.