Beni yak, kendini yak, her şeyi yak*
Gerçek bir aşk hikayesi okumak ister misiniz? 34 yaş farkın getirdiği zihinsel, ailevi ve toplumsal kalıplara karşılık aşkı seçen, bu seçimleri ile hem şifalanan hem de şifalandıran bir çiftin gerçek hikayesini…?
Bu hikâye beni derinden etkileyen cesur bir hikâye…
Bir kadının ve bir adamın ruhlarının hareketine, kalplerinin sesine izin verdiği ve aşklarının her an kıymetini bilerek yaşadıkları, özel bir hikâye…
Bu hikâyenin erkek kahramanı; eski bir dostumun çok kıymetli bir dostu. Onu tanıdığımda nezaketli tavrı, samimi sohbeti “güzel insan” dedirtmişti. Kadın kahraman ise çok hoş ve yaşına göre çok bilge bir insan. İkisi, yaşam dediğimiz bu sürprizi bol yolculukta aşık olmuşlar, yoldaş olmuşlar. Yoldaş olmak zaten yaşamda her birimizin niyeti, arzusu, isteği değil mi? Elbette istisnalar vardır. Ancak yaradılışımız gereği severiz sevmeyi, sevilmeyi, BİRlikte yürümeyi, büyümeyi…
ONLARI FARKLI KILAN ŞEYLER VAR
İki kahramanımızı, farklı kılan pek çok şey var. Öncelikle sevgilerinin bilgeliği ve ardından cesaretleri…
Kahramanlarımız; genel geçer zihin kalıplarını, tabuları yerle bir eden, bunların sınırlarını gönülle aşan güzel insanlar… Etraflarına yaşadıkları halle ilham veriyorlar. Ne kadar farkındalar? bilmiyorum ama yaydıkları enerji ve uyumlu, ahenkli, dengeli halle, partner ilişkisine dair tuttukları alanla hepimize büyük katkı sağlıyorlar. Bana iyi hissettiriyorlar.
Onlar aralarındaki 34 yaş farkı, engel görmeden önce birbirlerini sevmeye ardından da evlenmeye, aile olmaya cesaretle adım attılar.
Kaçımız, ilişki dediğimiz bin bir denklemi içinde barındıran her çifte özgü dinamiği böyle değerlendirebilir?
Bu gerçek hikâyeyi yazmadan önce hissettiğim kadarını kenara park edip ilk ağızdan dinlemek istedim. Ve önce güzel, bilge, cesur kadınla konuştum. Ona “Bu hikâye nasıl başladı?’’ diye sordum.
“Evrenin sizin vaktiniz geldi ve ben sizi bir araya getireceğim demesiyle başladı’’ cevabıyla anlatmaya başladı. Gözleri parlayarak, tatlı tebessümü yüzünü aydınlatarak…
Tesadüfen karşılaşmalarının ardından bir davetle Bonjuk Bay’de tekrar karşılaşmışlar ve doğanın içinde tüm doğallıklarıyla birbirlerine çekilmeleriyle başlamışlar.
Kadın kahramanımız; birbirini yeni tanıyan iki insanın konuşacağı ortak konular kitaplardan yola çıkan sohbetlerinde, yeni tanıştığı bu adamın ses tonunun başka bir yere dokunduğunu çok net hatırlıyor. Tatlı tatlı konuşmalar devam ederken evren ise iş başında… Tesadüfen iki karşılaşma daha oluyor. Kendiliğinden hayatın akışı içinde olan bu eşzamanlılık, bana çok anlamlı geliyor.
“34 yaş farkımız var, benim için hava hoş, ben zaten genç olanım, çoluğum çocuğum yok, bu adam bu ilişkiye girebilir mi?’’ diye… İlk başlarda, azıcık zihnin yargısında olan kadın, adamın bu yaş farkını sosyokültürel olarak kaldırıp kaldıramayacağını düşünedursun soru işaretleri varken tekrar bir araya geliyorlar. Hem de manada, ismi duruma çok denk düşen bir etkinlikte…
İŞTE BU RUHSAL BİR KARŞILAŞMA HEM DE YANA YANA
Etkinlik adı Burn… (yakmak!)
Son akşam kadın şöyle diyor; ‘’Gidemiyorum…’’
Adam şöyle diyor: ‘’Gitme…’’
Ve iki gönül aşkla yanmaya başlıyor. O günden sonra birbirlerinden hiç gitmiyorlar. (dört yıldır…)
Tüm bunları pür dikkat dinlerken ruhsal bir karşılaşma olduğunu tüm hücrelerimde hissediyorum.
Birlikte geçirilen ilk gecede, sadece birbirlerine sarılarak uyumaları ve bundan müthiş haz almaları ise cinsellik kavramının başka bir bilinçle deneyimlenebileceğini açıkça gösteriyor. İlkel beyinden gelen dürtüsel bir cinsellik mi? Anda, akışta yaşanan bir cinsellik mi? Kendi süreçlerini içselleştirerek partnerlerin zihnen, kalben, bedenen, ruhen hazır hissettiklerinde mahremiyetlerini, cinselliği yaşamaları mı?
Seks yapıp birlikte olunmayan (ilişki yaşanmayan) bir insan sınıfına koymak istememeleri, kadının adama, adamın da kadına verdiği anlamı ve zaten iki kahramanın da cinsellik yaşamaktan öte, öncelikle ilişki yaşamayı önemsediğini gösteriyor. Bunları ifade ederken doğrunun yanlışın olmadığını belirtmekte fayda var.
“Yaşanan anda, her şey çok yüksek enerjide hissedilirken gerçek anlamda ilişkiye adım atacak mıyız diye sindirilmesi gerek!” diyor kadın. Ve partnerinde en fazla etkilendiği unsurları; centilmenliği ve kişisel gelişim yolundaki adanmışlığı olarak söylüyor.
Dört günlük Burn etkinliğinde başlayan birliktelik büyük bir teslimiyetle kısa sürede ivme kazanıyor.
Erkek kahramanımızın, çok hızlı bir şekilde partnerini 50 yıllık arkadaşlarıyla ve oğluyla tanıştırması; kafadaki tüm soru işaretlerini bırakıp bu ilişkiye adım attığını düşündürtüyor kadın kahramanımıza… Ve o zaman bu genç kadın henüz 24 yaşında.
Kadın, ‘’Adamın eminliği çok güvende ve çok gerçek hissettirdi’’ diyor. ‘’Çok şeffaf, çok dingin bir adam’’ diye ekliyor. En önemlisinin ise ruhunun yüzde yüz teslim olduğunu ancak zihninin genç olmak, kadın olmak, hormonlar, etrafından gelen koşullanmalar nedeniyle kısa da sürse zamanla adapte olduğunu belirtiyor. ‘’Ona çok saygı duydum ve çok güvendim’’ diyerek altını çiziyor. Bense merakla dinliyorum.
YAŞSIZ BİR İNSAN OLMAK
Kadın kahramanımız; hayatı boyunca ‘’yaşına göre olgun’’ sıfatını almış. Partnerinin bir kere bile yaşıtı değilmiş gibi, ondan küçükmüş gibi davranmadığını ve ilişkide hep partnerinin kendisini denk tuttuğunu hissediyor. ‘’Karşımda yaşsız bir insan var, ben yaşsız bir insanım.’’ kendi ifadeleri…
Yaş farkının bu şekilde yaşanması, ilişkiye büyük bir saygı getirmiş. En çok da kişilerin birbirlerini oldukları halleriyle kabul edebilmesi…
İnsan elbette bu kabul sürecine doğuştan girmeyebilir. Yaşananları değerlendirmek, anlamak, kabul etmek bir erdem. Kadın kahramanımız bu erdemi aslında kendi sürecini yaşarken edinmiş.
Partneriyle tanışmadan yaklaşık bir buçuk yıl önce çok önemli bir süreç geçirmiş. Hatırlamadığı, bilinçaltına gömdüğü, acılı olaylar bir anda arka arkaya bilincine gelmeye ve adeta patlamaya başlamış. İşte o dönem kendini çok sevmeye başlamış. Partnerinin hayatına geldiği dönemden önce; zaten yaşamda en çok kendini sevme bilincine ulaşmış. ‘’Ben kendimi çok seviyordum bugün daha çok seviyorum. Kimseden beni tamamlaması gibi bir beklentim yoktu. Hayatıma biri girse de şahaneyim, girmese de şahaneyim diyordum’’ diye ekliyor.
“Peki ya aile?” diyorum…
Bu normların dışında algılanan ilişkiye aile yaklaşımı nasıl olmuş? Kadın kahramanımızın babası öğrenince birkaç ay kadar kızıyla konuşmamış ve ilişkiyi reddetmiş. Bu esnada kadın kahramanımız, süreci sakinlikle, sabırla iki erkeğin arasında ustalıkla yönetmiş. Zamanla su akmış yolunu bulmuş. Baba da kızının mutluluğunu gördükçe damadına saygısını, sevgisini esirgememiş.
Hep söylerim ilişki üç kişiyle yaşanır diye… Ben, sen ve ilişki… Bebek gibidir ilişki… İlgi ister. Beslemek, özenle, sevgiyle büyütmek gerekir. Buna istinaden “İlişkiyi nasıl besliyor ve büyütüyorsunuz?” diye sordum.
‘’Dört yıl boyunca hiç sesimizi yükseltmedik. Ayrı düştüğümüz fikirleri konuşabildik. Ona çok güvenip saygı duyduğum için bazı noktalarda dümeni ona vermek çok doğru yaptığım bir hareket oldu. Partnerim, “Burada bir duralım, sonra konuşuruz” dediğinde ona olan saygım, güvenim ve teslimiyetimle durmayı tercih ettim’’ dedi ve ilişkiyi beslemek için altın kuralları verdi.
“EŞİME GÜVENİYORUM, HATALARINA DA GÜVENİYORUM”
Ayrıca; dinamik teslimiyeti sevdiği ve bir kadın olarak teslimiyetle çiçek açtığını keşfettiği için bırakabildiğini gözlemledim. Temelde ilişkilerinin yürüme sebeplerinden biri teslimiyet. Tüm kararları ortak alabilmek… İkisi bir arada nasıl oluyor diyebilirsiniz. İşte oluyor ve de çok güzel oluyor. Çünkü kadın kahramanımız, ‘’Eşime güveniyorum, hatalarına da güveniyorum, hataların altından da birlikte kalkarız’’ diyor.
Nasıl iletişim kurduğumuz ilişkilerimizin de kaderini belirliyor. Doğru zamanda, komünikasyon kurabilmeyi, kendini ifade edebilmeyi kadın kahramanımız eşinden öğrendiğini belirtiyor.
‘’Sonsuz beraberiz, hemen o gün konuşmak zorunda değiliz. Daha sonra konuşuruz’’ sabrını gösteriyor. Bu şekilde yapamadığında ise eşinin çok güzel alan tutması ilişkiyi sürdürülebilir kılıyor.
Tüm bunları kadının ve erkeğin yapabiliyor olması benim için her birinin de kendi kişisel dönüşümlerine gayret ettiğini, fazlasıyla emek verdiğini gösteriyor. Bunun üzerine “İki birey olarak kendi içsel yolculuğunuz ilişkiye katkı sağlıyor mu? Nasıl katkısı oluyor?” diye soruyorum.
“Bizim (biz derken senden benden öte başka bir enerji alanını ifade ettiğini hissediyorum), aynı ruhani derinliğe çapa atmış olmamız bizi çok farklı bir yerde buluşturuyor. Benim partnerimden önce kendi ruh yolculuğumda ’O sensin’i anladığım, onun ben olduğum noktasına geliyorum, eşim de öyle diyor’’ diyor. Bu anlatımla; çiftlerin birbirine ayna olduğunu örneklendiriyor.
‘’En derinde her şeye karşı o kadar şükürdeyiz ki Yaradan her yerde, sende, burada…
Birliğin enerjisini o kadar hissedince üstte bazı dalgalanmalar olsa da çok şükür diyebildiğin noktaya geliyorsun. Kişisel gelişim yolculuğunda yürümezsen pek fark edebildiğin bir şey değil. Kişisel gelişim, bu hayatı yaşamanın doğru yöntemi gibi geliyor bana…’’ Bunlar tamamen kadın kahramanımızın kendi sözleri… Çok farklı noktaları olsa da aynı yere çapa atmış olmaları, bu derinlikli bakış onları sürdürülebilir sağlıklı ilişkide buluşturuyor. Bu sebeple birlikte olmaları kendilerini daha çok sevmelerine vesile oluyor.
İlişkinin yeni bir seviyeye, evliliğe evrilmesinin de nasıl olduğunu soruyorum.
Kadın kahramanımız duygularını samimiyetle paylaşıyor.
‘’Birinci haftadan itibaren ne kadar derinden birlikteysek şimdi de o kadar derinden birlikteyiz. Sadece şu an formsal hayatımız o derinliğe yetişiyor, ilk günden beri birlikte yaşıyoruz. Hep eşim olarak hissettim, birbirimizi eşim/partner olarak tanıttık.’’
BEKLENTİ YOK, AŞK VAR
Burada bir farkındalığımı, Hande olarak paylaşmak isterim. Eş ve sevgili kelimesi yerine bazen kız arkadaşım, erkek arkadaşım tanımlaması yapılır. Elbette eşimizle, partnerimizle, sevgilimizle arkadaş da olabilme isteği vardır. Ancak arkadaş hepimizin bildiği üzere başka bir şeydir. Bana kız erkek arkadaş nitelendirmesi, içinden bazı duyguları çıkararak söylenmiş sözler olarak gelir. Ve bu sözlerin yeri sevgiliye, eşe ait değildir.
Çok idealist bir aileden gelen, annesi, babası yüksek eğitimli, başarılı iş insanları olan kahramanımız; kariyer diye kimseye muhtaç olmadan yaşaması telkinleriyle büyütülmesine rağmen peri masalı aşklarına, sonsuz aşk gerçekliğine inanıyor. “İnandığın gerçekliği yaşarsın” prensibiyle; ‘’Bahçeli bir evim olsun, evim kurabiye koksun ve huzur dolsun’’ gerçekliğini şu an yaşıyor.
Ancak bu noktaya, evlenmeden onunla life partner olarak sonsuza kadar yaşarım kafasıyla geliyor.
Daha önce evlenmiş, boşanmış, çocuğu olan birinin evlenme teklif etmesi beklentisine girmeden, olursa da çok mutlu olurum diyor.
Evlilikle birlikte dış dünyanın kendisini daha ciddiye aldığını, evliliğin yirmilik çıtır kız arkadaş olarak algılanmanın ötesine geçirdiğini deneyimliyor. Evlenme deneyimi olmadığı ve bunu yaşamak isteyebileceğini eşinin düşündüğünü tahmin ediyor. Bir yandan da eşinin ruhunun bunu istediğini hissediyor. Bir buçuk senede, ilahi akışta, pandemiye denk gelen günlerde aile ve dostlarının şahitliğinde evleniyorlar.
ESKİ EŞ YENİ EŞİN TRAVMASI DEĞİL, ŞİFASI DA OLABİLİR
Kadın kahramanımız başka bir kadın kahramanın bu hikâyedeki çok önemli bir yerini de paylaşıyor. Eşinin eski eşi & eşinin oğlunun annesi…
İlişki denkleminde yer alan diğer kadın kahramanımız; partnerinin çocuğunun annesini, çok iyi bir insan olarak tanımlıyor. Ve eskiden evli olan iki kişinin hele ki çocukları varsa iyi anlaşmasına, medeni bir şekilde görüşebilmesine büyük ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Kendi anne babası henüz bir yaşındayken boşandıkları ve bu süreci iyi bir şekilde yaşamadıkları için oluşan travmalarının iyileşmesine bu durumun büyük şifa olduğunu belirtiyor.
Kıssadan hisse; yaşamınızda eski eş ve partnerleriniz olabilir. Bugün onlarla size kasıtlı ve bilinçli zararları olmadığı sürece dengede bir ilişki kurabilmek gelecekte olan partner ve eşlerinize de iyi gelir, iyi hissettirebilir. Bunun elbette aksi de vardır. Ancak bu durumu farklı hissedip kabul etmekte zorlanıyorsanız öz güveniniz, öz sevginiz ve öz değeriniz üzerine çalışmanız elzemdir.
Bir araya gelmek, evlenmek kadar ayrılmak, boşanmak da doğal bir süreç. Çocuğu olan partnerlerin birbirlerine kötü davranmalarının çocuk üzerinde direk etkisi olduğundan yıllarca telafisi çok zor olan yaralar açılabiliyor. Dolayısıyla; anne baba olmanın sorumluluğu, ayrılınsa da birbirine saygılı iki insan olarak kalabilmeyi gerektiriyor.
Bu sebeplerle, kadın kahramanımız eşinin oğlunun annesini ailede görüyor ve “Ben bu aileye katıldım. Hepimiz bir aileyiz” diyor.
Bu ilişki, evlilikle beraber kadın kahramanımızın çok özel bir ata hikayesine de şifa oluyor. Babaanne, torununun eşiyle arasındaki yaş farkını umursamayıp gönülden bir kabulle damadı bağrına basıyor. Üstelik kendi oğlundan önce… Ve damadı evine yemeğe davet ederken çok kıymetli bir mesajı da tüm aileye iletiyor. ‘’Koşulsuz kabul’’
Bu çok özel, cesur hikâyeyi kadın kahramanımızın ağzından dinlerken erkek kahramanımızın neler anlatacağını, duygularını, düşüncelerini merak ediyorum.
‘’Son olarak ne söylemek istersin?’’ diyorum noktasına, virgülüne dokunmadan söylediklerini aynen sizlere iletiyorum.
“KENDİMİ ONDAN DAHA ÇOK SEVİYORUM”
‘’Kolay bir şey değil ama kendimize olan sevgimizi bir boyutta keşfetmeden önce, bu denli teslimiyeti çağırmanın çok anlamı olduğunu düşünmüyorum. İşin anahtarının kendine olan sevgin olduğunu fark edecek kadar derinliğe, keşfe ve oraya da gitmek için önce edindiğimiz acıları kırma cesareti gösterebilmeye, ondan sonra gerçekten ne istediğimizi bilip o kişiyi hayatımıza davet etmemiz gerektiğine inanıyorum.’’
‘’Çok çok özenle söylemek istediğim şey; formsal beklentiler olmadan, yaş, iş, görüntü, belki cinsiyet, ruhu dinleyerek eğer bir partner gireceği varsa ruha teslim olarak girilmesi gerektiğine inanıyorum. Benim için öyle oldu. Gerçekten benim kocama olan aşkımın her geçen gün artmasının sebebi; kendime olan aşkımın her geçen gün artması, ikisi birlikte paralel. Ben enerji olarak her geçen an genişlediğim için o alandaki aşkım ona artabiliyor tam tersi değil. O yüzden bizden çıkan bir şey olduğuna inanıyorum. Önce kendimizi çok sevmemiz lazım. Ben kendimi ondan daha fazla seviyorumdur, o da kendini benden fazla seviyordur.”
Cesaret! İyisi kötüsü yok! Cesaret ve kendine olan sevgi…
Bu cesur, gerçek hikâyenin kadın kahramanın sözleri, kalbime iyi geliyor. Size de iyi gelmesini diliyorum. İlişki dinamiklerini derinden anlamak ve bu dinamiklerle birlikte sevgiyle yol almak mümkün! İşte örneği; adı ben de saklı aşk kahramanlarının gerçek hikayesi…
Birileri yaşamış.
Biri dinlemiş, yazmış.
Birileri okumuş.
Çok şükür daha ne olsun, sevgilerimle…
*Sezen Aksu’nun Gülümse albümünde yer alan Her şeyi Yak adlı şarkıdan…
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.