Aşkın hayatlarımızda bir devrim, aşığın da devrimci olduğu bir dünya burası. Âşık olmadan kendimizi tanıyamadığımız gibi sınırlarımızı da asla öğrenemiyoruz. Bu devrimci eylemi yani aşkı müzisyen, yazar ve ozan Hakan Yılmaz’a sordum.
Siyaset Bilimi Profesörü, Ezginin Günlüğü’nün eski solisti Hakan Yılmaz’ın yakın zamanlarda Kalbin Merkezine Seyahat adlı bir şiir kitabı yayımladı. Yılmaz’ın aynı zamanda müzik albümleri de var. Bütün bu kimlikleri büyük bir incelikle bir araya getiren Hakan Yılmaz’la aşkı ve devrimi, aşkı ve siyaseti konuştuk. Aşk bir davaya benziyordu ve bizi kendi sınırlarımıza kadar genişletiyordu.
Ozan, müzisyen kimliklerinizin yanı sıra toplumun sizi tanıdığı sosyal bilimci ve siyaset profesörü kimliğiniz de var. Bu kimlik kompozisyonundan yola çıkarak aşk ve siyaset ya da aşk ve devrim desem, ne derdiniz?
Aşk bir devrime benzer. Aşık da devrimciye. Devrimcinin, bütün riskleri alıp, canını bile tehlikeye atıp devrime katılabilmesi için devrimden sonra kurulacak düzeni gözünde kurması, hayal etmesi, büyütmesi, abartması ve o düzene doğru büyük bir itkiyle harekete geçmesi gerekir. İçinde bulunduğu dünyadan memnun olmaması da bir etkendir; ama esas etken, gitmek istediği yerin ve varmak istediği hedefin çekiciliğidir. O hedefin gerçekleşmesini ister. O hedef bir idealdir, tıpkı Platon’un formları gibi bu dünyada olmayan ama bu dünyanın ideal halidir. İdeal adalet, ideal güzellik, ideal elma, ideal portakal gibi ideal bir düzen tasarlar kafasında ve oraya doğru hareket eder. Hareket etmekle de kalmaz parasını, pulunu, gençliğini, enerjisini, eğitimini, mutluluğunu hatta canını bu uğurda feda eder.
AŞK DA DEVRİM DE KENDİ EVLATLARINI YER!
O halde aşk devrimci bir eylem mi?
Devrimden sonra kurulan düzenden devrimciler genellikle mutlu olmazlar. Devrim olmuştur, yeni bir düzen kurulmuştur ama ortaya çıkan yeni düzen, eski düzenden çok da farklı değildir. Eski düzende ortaya çıkan problemlerin çoğu devam etmektedir.
Bu bir süre sonra anlaşılır ve gerçek ısırmaya, o meşhur söz kendisini gerçekleştirmeye başlar. Nedir o meşhur söz? ‘Devrim, kendi evlatlarını yer’. Burada kast edilen şudur aslında: devrim idealistlerini yer, yani gerçek devrimcileri. İdealistlerin, romantik devrimcilerin büyük bir kısmı devrimden sonra kurulan yeni düzene de savaş açarlar: Eski devrim bitti, yaşasın yeni devrim! Ya da o kadar büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar ki, ülkeden kaçarlar, her şeyden ellerini eteklerini çekip küçük bir köyde yaşamaya başlarlar veya intihar ederler. Mesela, büyük Rus şairi Mayakovski’nin devrimden sonra intihar etmesi gibi. Kimler iktidara geçer büyük devrimlerden sonra: ikinci sınıf insanlar, kafalarında devrime dair çok da büyük idealler bulunmayanlar, azla yetinenler, gerçekçiler, pragmatistler. Gerçekçiler, “bu devrim işi bu kadar oluyormuş” deyip kalırlar, işlerine güçlerine bakarlar. İdealistlerin neredeyse hepsi bir biçimde tasfiye olur.
Aşk da biraz böyledir. Aşka abartılarla, ümitlerle, yüceltmelerle, beklentilerle girişen herkesin aşktan sonra, olur da vuslat gerçekleşirse, tıpkı devrimden sonra olduğu gibi ya tasfiye edileceği, ya intihar edeceği ya da çekip gideceği muhakkaktır. Devrimin evlatlarını yemesi gibi aşk da evlatlarını yer.
AMA BAZILARI HALA DEVRİME DE AŞKA DA İNANMAYA DEVAM EDİYOR!
AŞK VE GEZİCİ DEVRİMCİLER
Gezici devrimciler vardır, Che Guevera gibi… Devrimi yaparlar, o coşkuyu yaşarlar sonra bunların feci canı sıkılır, devrimci heyecanı yeniden yaşamak isterler. İntihar etmektense, devrime karşı muhalefete geçmektense ya da tasfiye olmaktansa silahlarını kuşanır, giderler başka bir ülkede devrim yapmaya çalışırlar. Che Guevera’nın tekrar Latin Amerika’ya geri dönmesi gibi. Burada şansları yaver giderse kendilerini yeni bir devrimci mücadelenin içinde bulurlar ve kaybettikleri coşkuyu yeniden yaşarlar.
AŞIK OLMA DURUMU VE PROFESYONEL AŞIKLAR
Devrimden devrime koşan profesyonel devrimciler gibi aşktan aşka koşan profesyonel aşıklar da vardır. Bunların istediği, en başlarda yaşanan devrim heyecanını, aşk heyecanını tekrar tekrar yaşamaktır. Bunlar, gerçek ile aşk sonrası ile karşılaşmaktan o kadar korkarlar ki hep “âşık olma durumunun” içinde kalmak isterler. O aşk biter, öbürüne giderler; hatta aşk bitmeden giderler. Bir aşkın coşkusu onlara yetmez, o sırada bir başka aşkın içine girerler. Çünkü bunlar, uyuşturucuya alışan müptelalar gibi yükselmeden yaşayamazlar. Bir süre sonra aldıkları doz yetmez daha da fazla doz vurmaya başlarlar kendilerine. Bir noktadan sonra, tıpkı uyuşturucu müptelaları gibi, aşırı dozdan veya yokluk krizinden ölürler. Bazıları bir “altın vuruş”la hayatlarını kaybederler. Yani çıkmaz bir sokak aşk.
GERÇEKLEŞEN AŞK HAYALİNİ KURDUĞUMUZDAN FARKLI
Herkes için müthiş bir enerji patlaması, inanç patlaması, imgelem patlaması. Öte yandan da idare etmesi çok güç bir süreç. Her hayal, bir noktada kısmen de olsa gerçekleşir. Gerçekleştiği zaman bir de bakarız ki gerçekleşen aşk, hayalini kurduğumuzdan çok farklı! İşte o zaman demin bahsettiğim bütün sorunlar sökün eder. Bu, âşık olmayalım, anlamına gelmez. Şöyle orta sınıf öğütleri de vermek istemem; “ölçülü âşık olalım”, “elimizdeki aşkın kıymetini bilelim” gibi. Çünkü bunlar işe yaramayan öğütlerdir. Herkesin bünyesi farklı, hayata bakışı farklı, yaklaşımı farklı, duygu düzeni farklı, insanlarla kurduğu ilişki farklı.
İNSANLARA HANGİ AŞKLARIN AŞIĞI OLACAKLARINI ÖĞRETEMEYİZ
İnsanlara hangi devrimlerin devrimcisi, hangi aşkların aşığı olacaklarını öğretemeyiz. Belki yapabileceğimiz tek şey başlarını belaya sokmalarını biraz olsun önlemeye çalışmaktır. Bir insanı aşk yüzünden veya benzer bir hayal uğruna intihar etmekten, hayatını mahvetmekten, kendisini tehlikeye atmaktan, delirmekten bir nebze olsun koruyabiliriz. Ama işte o kadar. Bunu bile yapabileceğimizden şüpheliyim. Bunun dışında herkes kendi macerasını kendi tarihine ve doğasına göre yaşayacak.
AŞK BİZE KENDİ SINIRLARIMIZI GENİŞLETMEYİ ÖĞRETİR!
Sonunda bize hep kaybetmek mi kalıyor o halde!
Söylediklerime bakıp da her aşk kötü biter, her devrim evlatlarını yer, aşk kötü bir şeydir gibi basit çıkarımlar yapmamak gerek. Evet, devrimler evlatlarını yerler ama dünyayı da değiştirirler. Devrim öncesi ve sonrası birbirinden çok farklıdır. Aşk da öyledir; insanları değiştirir. Âşık olarak hayallerinin sınırlarını, gerçekten ne istediğini, haz nesnelerini, öteki insana dair ideallerini keşfedersin. Nihayetinde kendini keşfedersin. Bunları keşfetmenin aşk dışında ya da bir davaya bağlanma dışında bir yolu da yoktur. İnsan, bütün hayatını makul ve ölçülü bir orta sınıf bireyi olarak geçirdiğinde limitlerini göremiyor, sınırlarına varamıyor, hudutlarını keşfedemiyor. Hayal gücünün sınırlarını, aslında ne istediğini keşfedemiyor. Bunu keşfedemeyince de başkalarının kendisine dayattığı hayalleri ve idealleri benimsemek zorunda kalıyor. Bir liderin, şeyhin, moda endüstrisinin veya Hollywood’un tarif ettiği hayalin, idealin, aşkın, davanın, inancın peşine düşüyor ister istemez; çünkü kendisininkini keşfetmemiş oluyor. Kendi limitlerini, hayallerini bilmiyor. Çok akıllı bazı insanların, bilim insanlarının sanat, siyaset gibi alanlarda ne kadar deli saçması, basit, vasat, komplocu fikirlere kapıldığını görürüz bazen. Bence bunun nedeni bu insanların hayatlarında aşkı, devrimi ve bunlar yoluyla kendi kalplerine doğru maceralı bir yolculuğa çıkmayı hiç tecrübe etmemiş olmalarıdır.
AŞKI BULDUĞUNUZDA ONA DOĞRU GİTMEK GEREK
Dolayısıyla âşık olmak kendi sınırlarına doğru bir seyahate çıkmak demektir. Benim son müzik albümüm “Yol, Aşk, Zaman” ve şiir kitabım da Kalbin Merkezine Seyahat aşkın yolunu izleyerek insanın kendi kalbine doğru yaptığı yolculukları, aşkı ararken kendini bulmayı anlatıyor. Bunlar çok önemli deneyimler. Bu tür yolculukları on defa yapamazsınız. Önemli olan, sınırlı da olsa, bir kere bile olsa, karşılık görmemiş ve platonik kalmış bile olsa aşka doğru yola çıkmak; inancınızın, imgeleminizin, ideallerinizin sınırlarına doğru genişlemek; bu dünyadan tam olarak ne istediğinizi bulmak, kendinizi tanımak, size ait olmayan ideallerden ve hayallerden ziyade kendi ideallerinizin ve hayallerinizin peşinden koşmak; bütünüyle kendiniz olmaktır. Yani aşk, devrim gibi, aslında sizi köklerinize döndürür, temizler, arındırır ve kendi sınırlarınıza doğru genişlemenizi sağlar. Platonik bile olsa, içinizde kalmış bile olsa, aşkın dönüştürücü işlevi elbette çok önemlidir. Bu yüzden, aşktan kaçmamak gerek. Gerçek aşkı hissettiğinizde, bulduğunuzda, ona doğru gitmek gerek. Son sözü, kendi çevirdiğim bir Kavafis şiiriyle söyleyerek konuyu noktalayayım şimdilik:
Aşkın Çağrısı
Büyük aşkın çağrısını duyduğunda,
hiç durma, cevap ver, harekete geç, bir sanatçı gibi.
Ne kadar şanslı olduğunu, hayal gücünün
senin için neler yarattığını hatırla.
Hayatında tattığın ilk aşkı, ondan sonraki aşkları düşün:
belki şimdi çağrısını duyduğun kadar büyük olmayan ama daha sahici, daha somut aşkları.
Böyle küçük aşkların eksikliğini pek çekmediğini, hatırla.
Kavafis
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.