Bilim

Prof.Dr.Derya Unutmaz Covid 19 Sürecini Anlatıyor

Dezenformasyonun en yüksek seviyeye ulaştığı pandeminin ilk günlerinde hem twitterda hem de katıldığı televizyon programlarında, önümüzü görmemiz, şartları daha iyi değerlendirmemiz açısından pek çok faydalı bilgi paylaşan Prof.Dr.Derya Unutmaz’ın adını Corona’nın ilk günlerinde duymaya başladık ancak o aslında, 2014 yılından bu yana ABD’deki Jackson Laboratuvarı Genomik Tıp bölümünde immünoloji alanında profesör olarak görev yapan ve konusunda dünyanın en önemli bilim insanlarından biri.

Prof.Dr.Derya Unutmaz, bağışıklık sistemimiz ne kadar önemli, corona virüsleri ve varyantlarıyla mücadelede neredeyiz, aşı çalışmalarındaki ilerlemeler nasıl ve gelecekte bizi neler bekliyor gibi sorularımı her zamanki zarafeti ve bilgisini paylaşmadaki cömertliğiyle cevapladı.

COVİD SENARYOLARI

Twitter’da çok görüyorum, Covid yalanı diye bir şey dönüyor. Bazen benim de aklımı çelmiyor değil. Acaba bizi mi kandırıyorlar, yok mu böyle bir şey diye… Bizi ikna edebilir misiniz? Yani hakikatten var mı yok mu, bu tartışmaya açık mı?

Buna ikna olmak için benim veya herhangi birinin sözüne bakmak gerekmiyor. Sonuçta dünyada Covid’den kaç kişi öldü, ona bakmamız gerekiyor. Bir yılın resmi rakamlar iki buçuk milyon ama bir de sayılmayan ölümler var. Onları da hesap ettiğimizde belki üç, dört milyon insan hayatını kaybetti. Korkunç bir sayı bu. Gripten de insanlar ölüyor tabii, başka hastalıklardan da insanlar ölüyor ama burada bir gribin on-on beş misli ölüm var. Bir tarafı bu taraf, yani bu almış olduğumuz önlemlere rağmen… Bir de hiçbir önlem almadığımızı düşünelim, diyelim ki grip gibi farz ettik, çok önemli görmedik, bu ölüm on misli daha fazla olurdu. Yani 40-50 milyon insan hayatını kaybederdi. Sadece onunla da kalmıyorsunuz, sağ kalanlar, atlatanlar ve hastalığı ağır geçirenlerin %10-%20’sinde semptomları bir yıl daha devam edenler var. Biz buna Long Covid-Uzun Covid diyoruz. Hatta araştırmaya da başladık. Bu, gençlerde de oluyor. Organ hasarı olanlar, bağışıklık sistemi, metabolizması bozulanlar ve bir de nörolojik semptomlar var. Milyonlarca kişide belki de yıllar boyu bir araz kalacak ve belki, gelecekte bunlarla da uğraşacağız.

Bir diğer konu da artış olduğu zaman hastanelerin durumunu gördük. Sağlık sistemimiz çökmeye başlıyor. Dünyanın birçok ülkesinde bu görüldü. Türkiye’de de neredeyse o noktaya geldik. Yani şunu diyemiyorsunuz, “Bırakalım işte hasta olan hastalansın, iyileşen iyileşsin. Çünkü bir süre sonra hastaneleriniz Covid hastasıyla doluyor. Yoğun bakımlarınızda yer kalmıyor. Diğer acil durumlarda insanlara bakacak doktor kalmıyor. Sadece Türkiye’de üç yüzden fazla sağlık personeli hayatını kaybetti. Yani bunlar gerçekler. Her gün hangi doktor, hangi profesör hayatını kaybetti, görüyoruz. Bu gerçekler karşısında bunu inkâr etmek bence yanlış ötesi bir şey. Bir de başka hastalıklara benzemiyor bu. Siz inkâr ettiğiniz tedbir almadığınız zaman, belki size bir şey olmayacak ama annenize, babanıza, sevdiklerinize bulaştıracaksınız. Bir yerde onların katili oluyorsunuz. Böyle de bir şey var. Gerçekten halk sağlığı söz konusu. Bir de dünyada ilk defa olan bir olay da değil. Tarihte, veba olsun, 1918’deki grip salgını olsun yüz milyonlarca insan böyle salgınlarda hayatını kaybetmiş. Belki bu yüz yılda bir olan bir olay, büyük bir felaket ama gerçek bir olay. Buna bir şüphe yok.

“Peki Covid değil tedavi öldürüyor,” diyenler de var, bazı bünyelerin tedaviyi kaldıramadığı konuşuluyor…

Tedavi derken, zaten Covid’e herhangi bir spesifik bir tedavi yok. Antikorlar var. Onlara da ulaşmak biraz zor. Erken evrede antikor tedavisi verilirse gerçekten ağır hastalığı önlüyor. Onun dışında maalesef ilk başlarda yeterince veri olmadığı halde verdiğimiz ilaçlar oldu. Verdiğimiz derken, hidroksiklorokin gibi. Sonradan hiçbir etkisi olmadığı anlaşılan ilaçlar. Onların bir miktar yan etkisi olmuş olabilir ama bundan dolayı çok fazla insanın hayatını kaybettiğini düşünmüyorum. Yani onların yan etkileri de nadir yan etkiler açıkçası. Onun dışında ağır hasta olduğunuz zaman yapılacak tedaviler örneğin kan sulandırıcı verilmesi, steroid verilmesi, ki bunlar ölümleri yarı yarıya azalttılar… İlk zamanlar, mart-nisan ayında hiçbir şey yapamıyorduk. Sadece insanları ventilatöre koyabiliyordunuz. Yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ve insanlar ölüyordu. Tedaviden deniliyorsa, neden o insanlar öldüler? Diğer yandan bağışıklık sistemini bastırıcı steroidler, bir yerde bu virüs damarları etkiliyor ve kan sisteminde pıhtılaşma oluşturuyor, o pıhtılaşmayı etkileyici, önleyici kan sulandırıcılar verildiği zaman ölümlerde %30-40 hatta yarı yarıya düşüş oldu. Yani şu anda ilk baştaki gibi devam etseydi en az iki misli daha fazla insan hayatını kaybederdi bu kadar vakayla birlikte. Tedaviden dolayı insanlar ölüyor demek gerçekten çok abes kaçıyor. O zaman hiçbir hastalık için tedavi olmayalım. Her ilacın, her tedavinin de bir yan etkisi vardır muhakkak. O dengeyi de kurmak lazım. Örneğin kanserde de insanlar tedaviden dolayı hayatını kaybedebilir kemoterapiden dolayı… Ama alternatifin kesin ölümse bir yerde onu tolere etmek zorundasınız.

Pandemi sürecinde çok garip bir süreç geçiriyoruz. İnsanlar aşılarla vücudumuza çipler konulduğundan tutun da Corona’nın 5G gibi saçmalıklardan oluştuğuna dair şeyler ileri sürdüler. Ben bunun insanlar üzerinde bulunan büyük psikolojik baskının ürünü olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerçekten büyük bir travma bu dünya çapında. Hayat tarzımız değişmek zorunda kaldı; bu sebeple insanlar da olayları rasyonalize etmek zorunda kaldılar ve kimileri bu ağırlığı taşıyamadı ama bunlar gerçekten gerçekler yani.

Peki Çin nasıl bunu halletti? Havalarından geçilmiyor yani, nispet yapar gibi hareketler içindeler; bizim de canımızı sıkıyorlar. (gülüşmeler) Hakikaten bitirdiler mi? Orada ne oldu? Onlar neyi başardı da biz yapamadık?

Kesinlikle bir şey başardılar. Hatta ben çok net hatırlıyorum, 23 Ocak’ta Çin Vuhan ve çevresini, Hubei eyaletini tamamen kapattı. Yani yaklaşık 60’la 100 milyon insan evlerine kilitlendi. Bunu bire bir biliyorum çünkü benim yanımda Vuhan’dan Çinli bir öğrenci vardı. Ailesi eve kilitlendiler. Dışarı çıkmaları yasak, günde bir öğün yemek eve bırakılıyor. Yine bir Çinli profesör arkadaşımız, o da Vuhan’dan; hatta kardeşi tesadüfen oradaydı. O da Covid olmuştu. İki buçuk ay boyunca yaklaşık 100 milyona yakın insan evlerinde hapsedildi. Yani bunu dünyanın hiçbir ülkesi yapamaz. Düşün Türkiye’nin iki ay boyunca kapandığını, bir hafta sonu bile ne kadar zor geliyor bize. Orada bir şekilde dikta rejimi de var diyebiliriz. İnsanlar mecbur, dışarı çıkmak yasak. Çok büyük önlemler aldılar. Bir de Çinliler toplum olarak da bireysel sorumluluklarını bilen insanlar. Belli bir toplumsal bilinç var. Bireysellik yok orada bizdeki ya da Avrupa’daki gibi. Herkes maske kullanıyor. Kurallara uymaya çalışıyor. Çin ve o bölgedeki ülkeler, on yedi yıl önce SARS’tan ötürü zaten bir travma yaşamışlardı. Özellikle grip virüsü gibi yeni virüsler; domuz gribi vs. oralardan çıkıyor. Biraz daha alışkınlar. Biz o zamanlar biraz kritik etmiştik, bu nasıl bir durumdur diye. Yani insanlık suçu işliyorlar, bu kadar insanı evlerine tıkıyorlar diye. Fakat sonradan anladık ki belki de tek yol buydu. Gerçi tek kontrol eden Çin değil. Başka ülkeler de kontrol ettiler. Vietnam, Güney Kore, Avusturalya, Yeni Zelanda gibi. Bunlar o kadar sıkı tedbirler almamalarına rağmen yine çok sistematik bir şekilde ilerlediler ve oralardaki halkın da bu tip konularda çok bilinçli olmaları sayesinde çok azalttılar vakaları. Tamamen bitti diyemeyiz ama 1,5 milyar nüfuslu Çin’de günde 5-10 vaka çıkıyor. Ve şöyle söyleyeyim, örneğin Vuhan’da birkaç vaka tespit edildi. Bütün Vuhan’da bir hafta içinde 9 milyon insan test edildi. Böyle bir kapasiteleri var. O test sırasında da 300 tane asemptomatik enfekte olmuş insan buldular ve onları hemen karantinaya aldılar. Bir yerde bir vaka olduğu zaman anında o bölge kapatılıyor ve herkes test ediliyor. Bu şekilde ilerlerseniz bunu kesinlikle kontrol edebiliyorsunuz.

Burada belki şu da önemli değil mi, bu ülkeler sağlık teknolojileri üretme noktasında çok yetkin, geçmişe dayalı deneyimleri olan ülkeler. Biz bu açıdan nerede duruyoruz? Biz her şeyi dışarıdan alıyoruz ya, test dışarıdan geliyor aşı dışarıdan geliyor… Bu konuda çok mu gerideyiz?

Evet, dediğiniz çok doğru. Örneğin ilk başlarda maske sıkıntısı vardı. Amerika bile maske bulamadı. Maskelerin de çoğu Çin’de üretiliyor, testleri de ilk önce onlar ürettiler. Çok büyük bir üretim kapasiteleri var. Uzak Doğu’daki birçok ülkede bu kapasite var. Böylece bir avantajları oldu. Tabii ki bu bizim için çok kritik derecede önemli. Bence bu eksiklik ortaya çıktı diyebiliriz. Örneğin geçen yıl yaz başında ben Türkiye’nin kendi aşısını yapmak yerine, –gerekli araştırmalar yapılmalı zaten- daha çok, üretim kapasitesine yatırım yapması gerektiğini söylemiştim. Yani örneğin Biontech firmasının MRNA aşısını üretebilecek kapasiteyi, o fabrikaları kurmak veya Çin’in inaktif aşısını üretebilecek kapasiteyi kurmak veya kendi maskelerimizi yapabilecek fabrikalar kurmak gibi. Ki bunlar yapılmaya başlandı. Örneğin ventilatörleri üretebildik. Türkiye’nin bunları yapamaması için bir sebep yok. Hem insan potansiyeli var hem bilgi potansiyeli var ama belli bir yatırım yapılması lazım. Sağlık sektöründe, bioteknolojide bu ekosistemin kurulması lazım. Hammaddelerin geliştirilmesi lazım. Bu açıklar ortaya çıktı. Kendi aşınızı bile geliştirseniz, ondan yeteri kadar üretemedikten sonra pek bir işe yaramıyor. Hindistan o bakımdan çok iyi örneğin. Birçok aşı Hindistan’da üretiliyor. Kendi aşılarını da yaptılar. Sonuçları bugün çıktı, %80’e varan başarı oranına sahip. 700 milyon doz üretebilecekler bir yıl içinde. En azından kendi ülkelerine yetebilecek kadar yapabilecekler. Buna çok önem vermemiz gerekiyor. En azından kendi kendimize yeterli olmalıyız. Bu aslında milli savunma olayı. Nasıl ki kendi insansız hava araçlarımızı üretiyoruz, ordumuzun gerekli araçlarını üretmeye başladık, sağlık da aynı şekilde. Bu bir savaş, virüs bize saldırıyor, ona karşı kendimizi savunmamız lazım. Umuyorum bu bir ders olmuş olur bizim için de ileriye yönelik daha hazırlıklı oluruz.

Maskelerin koruyuculuğu, açık alan kapalı alan bulaş şekilleri, bireysel olarak kendimizi en iyi şekilde nasıl koruyabiliriz, dezenfektanları kullanmaya devam edelim mi gibi sorular da var. Gündelik yaşamımızı düzenlemek adına neler önerirsiniz?

Yani şimdi bir yıl önceyle şu anki bilgimiz çok farklı. Geçen yıl mart-nisan aylarında hepimiz bir panik içindeydik. Çünkü elimizde yeterince veri yoktu. Acaba elimizden bulaşır mı veya dokunduğumuz yerden, yemeklerden bulaşır mı, poşetlerden bulaşır mı, havada virüs ne kadar kalıyor, ne kadar uzakta durmamız lazım, nasıl maske takmamız lazım vs. gibi soruların cevaplarını bilmiyorduk. Sadece belli varsayımlarda bulunarak, tabii ki bilmediğimiz durumlarda da ekstra ekstra önlemler tavsiye ediyorduk. Fakat yaza doğru virüsün nasıl yayıldığı konusunda daha fazla bilgiye sahip olduk… Örneğin yüzeylerden yayılımın çok çok düşük olduğu, çok nadir bir durum olduğu anlaşıldı. Virüsün esas yayılma alanı havadan geçiyor, havadan derken havada asılı olarak çok uzun kalmıyor ama iki kişinin karşılıklı olduğu durumlarda veya kapalı ortamlarda, havalandırmanın iyi olmadığı durumlarda virüs havada bir süre asılı kalabiliyor. Esas giriş alanı solunum, nadir olarak bir miktar gözden de geçme olasılığı var. Bu bakımdan gözlük takanlarda daha az enfeksiyon olabiliyor. Mesela uçaklardan çok korkuyorduk ama uçakların havalandırmasının çok iyi olması ve maske takılmasıyla birlikte uçakta bulaşma çok çok nadir bir hale geldi. Her beş dakikada bir uçağın havası değiştiriliyor. Bu çok büyük bir avantajdı. Yemeklerden geçmediğini biliyoruz. Yine el hijyenine önem vermek tabii ki gerekli. Fakat o ilk zamandaki gibi obsesif bir şekilde değiliz. Bu gibi şeyleri öğrendik.

COVID’DE VARYANT VİRUSLER İÇİN ÇİFT MASKE ŞART

Varyant virüste, mutasyona uğramış, daha hızlı yayılan virüste çift maske takmanın önemli olduğunu gördük. Çünkü tek maske takmak sizi %70 gibi koruyabiliyor virüsten. Bu virüsler çok daha fazla bulaşıcı olduğu için daha az miktarda virüsün maskeden geçmesi riskinizi arttırıyor. Onun için Amerika’da CDC (ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri) de bunu tavsiye etti. Ben de ocak ayında eğer cerrahi maske takıyorsanız çift maske takın şeklinde veya bir cerrahi, bir kumaş maske takın şeklinde söyledim. Böylece riskinizi daha azaltmış oluyorsunuz. Tabii bilgilerimiz güncellendikçe bunların da halka bir şekilde yansıtılması ve güncellenmesi gerekiyor. Bence bu denge çok iyi kurulamadı. Yani sadece Türkiye için söylemiyorum bunu. Dünyanın birçok ülkesinde, Amerika da dahil olmak üzere ya her şey çok tehlikeli bir şekilde negatif bir mesaj verildi ki bu da insanları çok sıkan bir durum ya da tam tersi tavsiye verenler de oldu; çok önemli değil gibi. O orta kısmı pek fazla halka iletemedik gibi düşünüyorum.

Peki hocam şunu da çok merak ediyorum. Virüsün ilk günlerinde ülkemizden de dünyadan gelen görüntülerde de tedavi olan insanların gerçekten çok vahim görüntülerine tanık olduk. Artık bu tip şeyler görmüyoruz. Bu gösterilmediği anlamına mı geliyor, yoksa virüsün gerçekten eskisi kadar güçlü olmadığına, uygulanan prosedürün daha işe yarar bir seviyeye çıktığına mı delalet ediyor? Tedavi süreçlerindeki vahamet kalktı mı ortadan?

Kalkmadı. Ölümlerde tabii ki yarı yarıya bir azalma oldu. Tedavide ilerleme yaşandı fakat yine aynı şekilde dünyada ortalama 7-8 bin insan ölüyor Covid’den. Türkiye’de geçen aya kadar neredeyse 100 kişi hayatını kaybediyordu. Yoğun bakımlarda yatanlar var. Bu insanlar büyük bir acı çekiyorlar. Bu görüntülerin verilmiyor olması gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Hatta bu varyant virüslerin biraz daha ağır hastalık yapabileceği konusunda da bazı veriler var. Brezilya’da örneğin, durum şu anda bile çok kötü. Hastanelerin yoğun bakımları dolmuş durumda. Yeni varyantlar çıktı. Güney Afrika’da bir ara günde yüzlerce insan ölüyordu. Orada da yeni mutasyonlar vardı. İngiltere’yi biliyorsunuz, neredeyse her gün bin kişi hayatını kaybediyordu. Tamamen kapatmak zorunda kaldılar. Yani aralık-ocak aylarında dünya çok kötü durumdaydı. İlk baştan çok daha kötü bir duruma gelmiştik. Birçok ülke tamamen kapatma zorunda kaldı. İlk başta çok kötü geçiren İtalya, İspanya gibi ülkeler bile tekrar büyük bir hastalık yoğunluğuna ulaştılar. O görüntüleri görmüyor oluşumuz hastalığı daha kolay atlatıldığı anlamına gelmiyor. Hatta biraz daha ağırlaştığını söyleyebiliriz.

Bu mutasyon kısmı da hepimiz için çok can sıkıcı oldu. Hani korku filmlerinde katil öldü sanırsınız ama ölmemiştir son anda tekrardan ortaya çıkar ya, onun gibi… Ve anlaşılan, mutasyon da devam edecek gibi. Peki, mutasyon devam ettikçe aşıların içeriği de güncellenecek mi? Yoksa aşı budur dediğiniz bir noktada mıyız?

Kesinlikle. Bu var olan bir şey. Her yıl grip aşısı çıkıyor biliyorsunuz. Grip virüsü biraz daha hızlı mutasyona uğruyor. Onun mutasyonları biraz daha farklı. Aşılardan daha kolay kaçabiliyor. Corona da bu şekilde mutasyona uğruyor. Zaten bu durum gayet beklenen bir şey. Hatta beklediğimizden daha yavaş olduğunu da söyleyebilirim. Şu ana kadar olan mutasyonlar aşıların etkisini yok etmiş değiller. Yani bir miktar etkisini azaltmış olsa bile bazı aşılar o kadar etkili ki zaten en azından sizi ağır hastalıktan, ölümden koruyor. Belki biraz enfeksiyon riskiniz artıyor ama aynı zamanda birçok şirket ikinci versiyon aşılar üzerinde de çalışmaya başladılar. Zaten MRNA aşılarını adapte etmek çok kolay. Biontech Moderna şirketinin bu varyantlara karşı yeni geliştirdikleri aşılar şu sıra test ediliyor. Şu an için büyük bir tehdit olduğunu söyleyemeyiz, özellikle iyi çalışan aşılar, bu varyantları da önlüyor.

Diğer yandan virüsün uğrayacağı mutasyonlar da sınırlı. Yani kendini çok fazla değiştiremez. Virüs ne kadar çok değiştirirse anahtarı kilide uymamaya başlar yani kendi kendine zarar verir. Bu ileride olmayacak demek değil; belki bir yıl, belki iki yıl sonra çok daha yeni mutasyonlar ortaya çıkabilir. Elimizdeki aşılar yetersiz kalabilir. O zaman belki yeni bir aşı geliştirmemiz gerekecektir. Ki o süreç çok daha hızlı olacaktır. Özellikle MRNA aşılarının çalıştığını biliyoruz, bu nedenle, orada bir kodu değiştirip birkaç hafta içinde yeni bir aşı üretebilirsiniz. Üretim tesislerimiz de çok daha büyük kapasitede olacak. Mutasyonlar tabii ki endişe verici ama şu anda korkulacak düzeyde değil. Özellikle aşılar konusunda.

PİYASADA OLAN ANTİKOR TESTLERİNİN ÇOĞU BENCE PEK SAĞLIKLI DEĞİL

Peki aşının tutmaması vakaları hakkında ne diyorsunuz? Ablamda da aynı şey oldu… Aşı olup yeterli antikorun üremediği durumlarla ilgili ne diyorsunuz? Bunlar münferit şeyler mi?

Aşıdan aşıya değişiyor. Özellikle ikinci dozdan sonra iki hafta beklemek lazım. Yani en iyi antikor ölçülebilecek zaman orası. Diyelim ki orada bile çok az gördünüz ya da hiç görmediniz bu hiç korunmuyormuşsunuz anlamına gelmez. Çünkü sadece antikor değil; bağışıklığın başka hücreleri de var. Örneğin T hücreleri. Bunlara özel kuvvetler diyebiliriz, komuta merkezi diyebiliriz. Yani antikorlardan ve akıllı hücrelerden kaçan virüsleri bulup yok eden, hücrenin içine girmiş olsalar bile orada bulunuyorlar. T hücreleri büyük bir ihtimalle oradalar. Enfekte olabilirsiniz ama aşıların en azından ağır hastalık veya ölümleri büyük bir çoğunlukla engellediğini biliyoruz. Bir de yaptırdığınız antikor testi de hassas olmayabilir. Piyasada olan antikor testlerinin çoğu bence pek sağlıklı değil. Hassas değiller. Tam olarak neye bakıldığı belli değil. Bu bakımdan da insanlar endişe ediyorlar ama bence en azından Çin aşısı da olsa, başka aşılar da olsa ikinci dozdan iki hafta sonra %90-95’in üzerinde insanların ağır hastalıklardan ve ölümlerden korunduğunu düşünüyoruz. Veriler de onu gösteriyor zaten. O şekilde bakmak lazım ama yine de dikkati elden bırakmamak gerekiyor. Antikorunuz olsa bile bir miktar, başkalarına bulaştırma riskiniz var ama MRNA aşıları çok çok fazla antikor ürettikleri için onların bulaştırma riskleri de çok düşük. Mesela bugün Amerika’da CDC, aşı olanların artık maske takmasına gerek olmadığını, yani diğer aşı olanlarla birlikte oldukları zaman maskelerini çıkarabileceklerini, birbirlerine sarılabileceklerini söyledi. Ben de buna katılıyorum. Aşılar etkili ama on kişiden birinde etkisi daha az olabilir. Kişiden kişiye de değişebiliyor.

COVID KADINLARDA DAHA HAFİF SEYREDİYOR

Arkadaşlarla aramızda çok güldüğümüz bir konu var, Covid’in içki içen kişilere bulaşmadığıyla ilgili; kandaki alkolden ötürü. Bu işin şakası tabii ama var mı böyle araştırmalar, bir istatistik yapıldı mı hiç, kimlere daha çok bulaşıyor, kimlere bulaşmıyor?

Yani tabii gözlemsel şeyler. İnsanlar görmek istediklerini görüyorlar. Arkadaşım sigara içiyordu ona bulaşmadı falan. Sigara içen insanlara kesinlikle bulaşabiliyor. Sigara içenlerde daha ağır geçebiliyor. Çünkü sonuçta akciğerinize zarar veriyor sigara. Hatta sigaranın Corona’dan daha da tehlikeli olduğunu söyleyebilirim. Alkolün de aynı şekilde… Yani alkolle de ilgili bir veri yok. Hatta aşı olanlar alkol içsin mi içmesin mi, onda da herhangi bir sorun yok açıkçası. Belki birisinde bir etkisi olmuş olabilir ama bunlar çok nadir şeyler büyük bir ihtimalle. Ama şöyle gözlemlerin kesinlikle doğru olduğunu biliyoruz. Örneğin obezitede, yani fazla kilolu olan insanlarda ölümlerin çok daha fazla olabileceği. Bu dünyanın her yerinde gösterilen bir durum. Diyabeti olanlar, tansiyonu olanlarda çok daha ağır geçiyor. Yaş zaten o çok net bir durum. Özellikle 50 yaş üzerinde yine ağırlaşıyor ve giderek artıyor, 60 yaş üzerinde daha fazla, 70 yaş üzerinde daha fazla riskiniz oluyor ve çocuklarda çok hafif geçiyor. Kadınlarda erkeklere oranla daha hafif geçiyor. Ölümlerin üçte ikisi erkeklerde oluyor, bazı ülkelerde en azından. İlginç durumlar da var, örneğin Afrika’da, Hindistan’da insanların çok fakir ve hijyen olmayan şartlarda olmalarına rağmen çok az ölüm bildirildi. Ki Hindistan da çok iyi tutuyor bu veriler. Bunun da tam olarak neden olduğunu bilmiyoruz. Belki de insanların orada çok temiz olmamasından dolayı kaynaklanmış olabilir. Çünkü bağışıklıkları çok iyi gelişmiş olabilir. Açıkçası net olarak bilmediğimiz şeyler bunlar ama içkiyle sigarayla alakalı bir şey olduğunu düşünmüyoruz.

Virüsle ilgili ilk duyumları almaya başladığınızda, kitlesel bir salgının geldiğini anladınız mı? Ya da bunun vahim bir şeye dönüştüğünü fark ettiğiniz zamanlarda siz bir bilim insanı olarak neler hissettiniz, aklınızdan neler geçti? Anlayabildiniz mi bunu, yoksa size de sürpriz mi oldu? Telaşlandınız mı? Duygularınızı çok merak ediyorum.

Açıkçası ben çok telaşlandım. Çin’de yeni vakalar bildirilmeye başlanmıştı. Ama hem Dünya Sağlık Örgütü hem de Çin, dünyayı biraz yanılttı da diyebiliriz. İnsandan insana geçmediği, çok lokal olarak kaldığı şeklinde bildirimler yapıyorlardı. Ben çok iyi hatırlıyorum 15 Ocak’ta benim New York’ta Columbia’da, SARS corona virüslerin uzmanı yakın bir profesör arkadaşıma text mesaj atmıştım. “Yani,” dedim, “nasıl insandan insan geçmediğini söylüyorlar? Çok net bir şekilde belli bir şey yayıldığı.” Orijinal SARS’tan da çok daha tehlikeli bir şey olabileceğini biliyorduk zaten. Bu virüsün daha bulaşıcı olduğu o zamandan belliydi. Ki SARS o kadar bulaşıcı olmamasına rağmen çok endişelenilmişti bütün dünyada. O zamandan endişe başladı, hatta şaşkınlık içindeydik. Dünyada neden daha sıkı önlemler alınmıyordu… Çin bir hafta sonra çok sıkı önlemler almaya başladı. Ben de Türkiye ile ilgili endişelenmeye başlamıştım. Gerçi bazı uçak seferleri iptal edilmeye başlanılmıştı Çin’den vs. ama biraz geç kalındığını düşünüyordum. Hatta şubat ayı ortasında sosyal medyada ilk defa twitter hesabı açtım Türkçe olarak. Çünkü maalesef Türkiye’de aynı zamanda çok kötü bir dezenformasyon vardı. Türk geni olanlara bulaşmıyor diyen bazı doktorlar ortaya çıktı. Kelle paça içerseniz bir şey olmaz diyenler oldu. Bunların çok tehlikeli olduğunu düşündüm. Ne olduğunu insanların gerçekten anlamadığını düşünüyordum, hatta kendi arkadaş çevremde herkesi uyarıyordum, “Bakın bu çok ciddi bir durum, hepimizin çok çok dikkatli olması lazım,” şeklinde. Açıkçası o zamanlar çok çok endişeliydim. Maalesef umduğumdan da kötü oldu diyebilirim. Çünkü belli olan bir şey var. Yani bu virüslerin nasıl bulaştığını biliyoruz. Özellikle solunum yoluyla yayılan virüslerin ne kadar çabuk insana adapte olabileceğini, mutasyonların olabileceğini; bunları öngörebilmek çok da zor değildi açıkçası.

Şu beni çok şaşırtmıştı; mart ayında kesinlikle maske takılması gerektiğini söylüyordum. Fakat bazı hocalar, hatta Amerika’da bile maske takmaya gerek yok denildi. Bunun da nedeni yeterince maske olmaması, olanlar sağlık personeline yetecek kadar. Halbuki bu çok yanlış bir mesaj oldu. Bunu net olarak insanlara söylemek lazımdı. Yani ne olursa olsun yüzünüzü bir şekilde kapatın, maske bulamazsanız bile… Bu durum tabii ki maske karşıtlarını da oluşturdu. Doğal olarak insanlar “Koskoca doktorlar, profesörler bize maske takmaya gerek yok dediniz, niye sonra fikrinizi değiştirdiniz,” diye düşünmeye başladılar. O dönemde olan bazı şeyler gerçekten anlaşılabilir değil açıkçası. Evet, çok zorlu bir süreçti.

 

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.