İNANMA HALİNDEN BİLME HALİNE YOLCULUK
Farkındalık

İnanma halinden bilme haline yolculuk

Merhaba güzel insanlar, güzel dünya! Bu aralar öyle bir büyülü hissediyorum ki yaşamı. Gerçekten de sonunda her şeyin mümkün olduğu bir dünyaya uyanmışım gibi. Sanki koca bir sırt çantam vardı yıllardır, içi taşlarla doluydu, çok ağırdı ve ben onu taşıyordum. Bazen arada durup dinleniyordum. Yine de yola bir taş eksik bir taş fazla devam ediyordum ama çantayı hiçbir zaman sırtımdan indirmiyordum, hiçbir zaman tamamen boşaltamıyordum. Şimdi ise tümden çıkarıp attım sanki. Çantasız kuş gibiymişim ben meğer. Uçabiliyormuşum. Su gibi akabiliyormuşum.

Ne sebep oldu peki sonunda bu zincirlerin kırılmasına? Bir şeyi işaret edemem. Bir günde oldu diyemem. Koca bir emek ve bitmek bilmeyen bir yol arayışıydı bu belki de. Her şeyin mümkün olduğu o dünyaya giden bir rol arayışı. Belki arayış ilk başlarda başka bir şey içindi. Mutluluk arayışı, kabul arayışı, sevgi arayışı, daha iyi bir ben olmanın arayışı… Bir noktada bu arayışa son verdim sanırım. Aradığım her şeyin içimde olduğuna sonunda ikna olabildim. Şimdi, yeni dünyamda yaşamalıydım. İşte arayış artık bambaşka bir realitenin arayışıydı ve tabii ki bu realite benim kalbimde saklıydı. “Her şey bitti, her şeyi hallettim, bundan sonra aydınlandım.” demiyorum tabii ki, lütfen yanlış anlamayın a dostlar. Ama diyorum ki içinde bulunduğum dünyamı çok seviyorum. Çünkü içimdeki ruhsal varlığı seviyorum. Ve bu her şeyi değiştiriyor.

İşlere son noktayı koyan, tam eşikteyken omuza hafifçe dokunarak beni ileri iten tabii ki yine bir Vernon Frost inzivası deneyimi oldu. Bu yazıda size hayatımın en önemli idraklarından birini anlatmaya çalışacağım. Çünkü bu hepimiz için geçerli ve bence her şeyi değiştirebilecek bir bilgi. Hazırsanız başlıyorum!

Her şeyin bir sebebi var, hiçbir şey tesadüf değil

Katılımcı sayısı yaklaşık elli olan bu gibi inzivalarda, bazı insanlara neredeyse hiç denk gelmezsiniz. Bazıları ile ise sürekli karşılaşırsınız. Bazı insanları son gün görüp nasıl ya, ben bu kişiyi hiç görmemiştim, dersiniz. Gerçekten çok ilginçtir. Bir de bazıları vardır, hakkında biraz bilgi sahibisinizdir ve onlarla çok da bir araya gelmek istemezsiniz. Yani bunu yazarken çok gülüyorum kendime, çünkü ciddi yargı içeriyor ama benim için öyle biri vardı inzivada o zamanlar. 50 yıl önceymiş gibi anlatıyorum ama aslında birkaç hafta önceydi. Neyse, o zamanlar insanları yargılıyordum. Şimdi de yargılıyorum tamam tamam. Henüz ermedim. Neyse sadede gelelim. Bu kişi dışında birlikte çalışma yapmak isteyeceğim bir sürü insan vardı. Hep öyle olur. Birilerine daha çok yükselirsiniz sonuçta. Birilerinden ise içten içe kaçınırsınız. Tabii Vernon hep uyarır sürekli tanıdıklarınıza gitmeyin diye. Ben de gerçekten bile isteye insan seçmem, iyi öğrenciyimdir, teslim olurum. Çünkü gerçekten bilirim ki her şeyin bir sebebi vardır. Vernon’a, onun tuttuğu alana gerçekten güvenirim. Şimdi, anlayacağınız üzere bu inzivada pek de yan yana gelmek istemeyeceğim biri vardı. Ondan kaçınmak için çaba sarf etmedim ve gerçekten de hiç denk gelmedik. Ta ki…

Günlerden hangi gündü hatırlamıyorum. Vernon, kalkın ve yürüyün dedi salonda. Yürümeye başladık. Sonra, birini bulun dedi. Ben gayet huşu içinde, sakin sakin yürüyor, birileri ile karşılaşıyor, o kişiye ulaşamadan o kişi başkası ile eş oluyordu. Ben de yürümeye, partnerimi aramaya devam ediyordum. Derken önüm kalabalıklaştı ve ben de bir anda arkamı döndüm ve BAM o kişi ile (adına Sarı diyelim daha kolay olacak), Sarı ile karşılaştım. O anda tabii kaçış yok. Net bir şekilde eşleştik. Bu çalışma için partnerim Sarı olmuştu. İçimden yükselen sesleri duymaya başlamıştım bile. “Kahretsin, heh bu çalışmadan bir halt olmaz, gele gele buna mı geldim, ay lanet olsun yaaa” gibi gibi söylenmeler, şikayetler, bilmiş bilmiş tavırlar… Sonra hemen fark ettim ve dedim ki teslim olacaksın tatlım. Çünkü hatırla, hiçbir şey tesadüf değil.

Ben bu teslimiyeti sağlamaya çalışırken, Vernon konuştu ve çalışmayı açıklamaya başladı: Bu çalışmada iki kişi el ele tutuşacak ve içlerinden birinin gözü kapalı olacaktı. Birlikte dışarı çıkıp yürümeye başlayacaklardı. Gözü açık olan, onun için çok güzel olan bir şey ile karşılaştığında duracak, gözü kapalı partnerine minik bir el sıkma işareti ile işaret verecek, gözü kapalı olan gözünü açacak, gözü açık olan ona o güzel bulduğu şeyi işaret edecekti. Gözü kapalı olan ona gösterilen şeye bakacak, onu görecekti. Ardından devam etmek için gözü kapalı olan yine gözünü kapatacak, diğeri yeni güzel bir şey görene kadar onu gitmek istediği yere götürecekti. On beş dakika sonra ise bu iki kişi görev değiştirecekti. Konuşmak yoktu. Gözü kapalı olanın gözünü açması yasaktı. Süre boyunca el ele güvenle ilerlenmeli ve çalışmanın hakkı verilmeliydi. Çalışmayı duyunca içimden bir kahkaha patlatan zihnimi duyabiliyordum. Bu çalışmanın bu kadar güvene dayalı bir çalışma olması ve karşımdaki kişinin normalde asla güvenmeyeceğim biri olması gerçekten koca bir kozmik şaka olmalıydı. Bu çalışmanın yolunda ve hakkıyla ilerlemesinin hiçbir yolu yok diye düşündüm. Sonra hemen fark ettim. “Sus Aslıhan” dedim, “Sus ve dene.”

Tek yol, içinden geçmek

Dışarı çıkmaya hazırlanırken hala ara ara hafif fısıltı ile söylendiğimi fark ediyordum. Bu çalışma çöp olmuştu işte. Boşa gitmişti. “Hayır, artık kes şu sesini” dedim. “Sadece yap, teslim ol!” İşte o anda gerçekten sustu zihnim. Çünkü başka bir yolu yoktu. Bu karşılaşmayı anlamanın tek yolu, içinden geçmekti.

Dışarı çıktım. Sarı, “Ben başlayacağım, ben kapatacağım gözlerimi.” dedi. Kabul ettim ve başladık el ele yürümeye. Elini tutmayı bile ilk anda garipsedim. O kadar itildiğim bir varlıktı ki o ana kadar. Fakat işte buradaydık. Yan yana, omuz omuza ve o bana teslimdi, benim sorumluluğumdaydı ve ben ise kararlıydım, ona dünyayı benim gözlerimden gösterecektim. Sorumluluk almak benim işimdi. Başladık yürümeye. İlginç olan bir şey vardı: Birbirimizi çok da tanımıyorduk fakat sanki aramızdaki bu sessiz ve bir şekilde kırılgan temas sayesinde ondan bana akan bazı bilgiler hissetmeye başlamıştım. Zorlanıyordu ama denemek istiyordu. Teslim olmak istiyordu. Meraklıydı. Ve sanırım… Benim tarafımdan istenmediğini biliyordu. Bunlar benim ona yansıttıklarım mıydı yoksa şu an gerçekten de onu duyumsayabiliyor muydum? Hislerime güvenmeye karar verdim. Ve bir şekilde, derinde onu yargıladığım ve varlığını yeterince onurlandırmadığım için suçlu hissettim. Ben kimdim ki? Yürüyüşümüz devam etti ve ben onu zaman zaman durdurdum, zaman zaman güzel manzaralar, minik detaylar gösterdim. Benim için doğanın tatlı ayrıntılarıydı. Birlikte el ele uzun uzun baktık gösterdiğim şeylere. Sonra elini sıktım ve bir sonraki güzelliğe yönlendirdim onu. Huzurluyduk bir noktadan sonra.

“Sessizlikte başka bir lisan bulmuştuk.”

Ardından sıra bana gelmişti. Şimdi gözlerimi kapatma sırası bendeydi. İşte asıl şimdi teslim olma zamanıydı. Yürümeye başladık. Çok uzun süre gözümü açtırmamıştı. Neden hiç durmamıştık ki? Bu kadar güzel bir yerde hiç mi güzel bir şey yoktu? Sarı, gerçekten de dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu bilmiyordu işte. Çalışma bitene kadar bir tane bir şey gösterirse iyiydi. Bunlar zihnimden hızla geçen düşüncelerdi. Hepsini gözlemliyordum. Hem yürüyor hem zihnimi gözlemliyor hem teslim olmaya çalışıyor hem de güvenmeyi deniyordum.

Deneyim, yalnızca deneyimdir

Sonra bana yarım saat gibi gelen ama büyük ihtimalle beş dakika süren uzun yürüyüş sonrası gözlerimi açtım. Gösterdiği şey, benim ona gösterdiğim sütten memeleri kocaman şişmiş, çok komik görünümlü bir köpekti. Şimdi aynı köpeği o bana gösteriyordu. Gözümü açar açmaz koca bir kahkaha patlattım. Aramızda bir şaka olmuştu bu adeta. Sonra devam ettik. Yine bana saatler sürmüş gibi gelen bir yürüme sonrası tekrar gözümü açtım, sonra tekrar, sonra tekrar… Sarı, beni ormanın içine sokmuştu. Yerler çamurlu ve karlıydı. Zaman zaman ayağım takılıyor, zaman zaman çamura batıyordum. Tüm bunlar olurken zihnim tabii ki durmuyordu.Hırs yapmıştı işte. İlla abartacaktı. Bir de bana göz kulak olamıyordu. Ayağımdaki ayakkabıların bu koşullara uygun olmadığını göremiyor muydu? Sonra gözümü açıyordum, zihnim bir an susuyordu. Gözümü kapatır kapatmaz tekrar başlıyordu. İşte bu sürecin içinde, tam olarak neresinde hatırlamıyorum, zihnimin gereksiz yere ne kadar da yargı ve güvensizlik ürettiğini gerçek anlamda gördüm. Sonra bir karar verdim: Bana hiçbir şey olmayacaktı. Güvendeydim. Her şey olması gerektiği gibiydi. Tam da olmam gereken yerde, olmam gereken kişiyleydim. Bu bir tesadüf değildi ve ben partnerime güvenebilirdim. Bu onun kim olduğu ile ilgili bir şey değildi. Bu benimle ilgiliydi. O andan sonra bütün deneyim su gibi aktı, sadeleşti. Ben nötrleştim. Deneyim yalnızca deneyimdi. Sarı, gerçekten de güzel şeyler gösteriyordu bana. Orman çok güzeldi, beni buraya getirerek cesur bir seçim yapmıştı. El ele tutuştuğumuz süreçte yine bazı bilgiler almaya devam etmiştim. Bunu yapabiliyor olmak çok güzeldi. Ama hissettiğim şeylerle onu yargılamamaya karar verdim. O da benim gibi bir deneyimdeydi sadece.

“Güven, diğer her şey gibi dışarıdan verilen bir şey değil, içeriden dışarı inşa edilen bir şeydi.”

Çalışma bitmişti ve ben sanki bir arınma yaşamıştım. Doğru mu anlamıştım? Güven hiçbir zaman başkalarının bana tuttuğu alan ile ilgili değildi. Güven benim, kendim için tuttuğum alan ile ilgiliydi. Kırılgan olmakla ilgiliydi, en iyisinin olduğunu bilmekle ilgiliydi, gücünü bilmekle, yaşamın her zaman arkanı kolladığını bilmekle ilgiliydi, sınırlarını doğru inşa etmekle ve onun içinde sade bir şekilde var olmakla ilgiliydi. Karşında kim olursa olsun, sen, kendin için güvenli bir alan tutabildiğinde bu çok bir yüksek frekans davranışıydı ve sonunda karşındakine de o yüksek frekans alanına dahil olma şansı veriyordun. Yani yine karşındakini değiştirmeye çalışmıyordun, sen değişiyordun. İnançlarını değiştiriyordun. İnanmak halinden bilmek haline geçiyordun ve bu, bu dünyada yapabileceğin en iyi şeylerden biriydi.

İşte böyle. Tüm inziva başından sonuna benim için her zamanki gibi ama aynı zamanda her zamankinden çok farklı seviyelerde dönüştürücüydü. Vernon dönüştürmedi tabii beni, o olduğu yerde, gücünde güvenli bir alan tutuyordu ve biz o alana dahil olmayı ya da olmamayı seçiyorduk hepsi bu. Yine her şeyi yapan, Vernon’ın da söylediği gibi kendimizdik. Bir başkası değil. Bu yeni bir konsept benim için. Zamanla başka katmanlarının da idraki gelir. Heyecanlıyım. Ama bu bile tek başına tüm dünyaya bakış açımı müthiş derece değiştiren bir şeydi. Sizinle de bunu paylaşmak istedim.

Eee ne diyelim?
Sevgi olsun!


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Aslıhan Aydoğan Büyükakgül
1988 yılında doğdu. 21 yaşında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına özel sektörde başladıktan 5 sene sonra, istediğinin bu olmadığına karar verdi ve hayallerinin peşine düşmek için işinden ayrıldı. 27 yaşında oyunculuk dersleri almak adına çıktığı yol onu kendi özüne doğru olan yoluna da yönlendirdi. Bu süreçte birbirinden farklı birçok eğitim aldı. Bu eğitimler hem bilişsel bilgileri, hem mistik ilimleri içermekteydi. Şimdi ise oyunculuğun yanı sıra tüm bu deneyimleri esentezleyerek tasarladığı atölyeler, danışmanlıklar ile kişiler ile birebir çalışmalar yapıyor.