Bilim

“En önemli iyileştiricimiz, bir diğerimiz”

Sokak kedilerini besleyenlerdenseniz bilirsiniz, birçoğu hemen mamaya koşmak yerine önce kendini sevdirmek ister. Bunu neden yaptıklarını gerçek manasıyla anlayabilmem için pandeminin üzerinden neredeyse bir yıl geçmesi gerekti. Bedenimizi, nefesimizi sakınarak yaşamak zorunda kaldığımız bu son aylarda temas, dokunmak, sarılmak neredeyse hayal oldu. Kedilerin insana sokulma ihtiyacı fazlasıyla anlamlı geliyor artık bana da. Çünkü her canlı gibi insan da bir başkasıyla var oluyor. Pandemide yaşadığımız onca acının yanında birbirimize dokunmaya, sıcak bir sarılmaya, el sıkışmaya hasret kaldık. Peki dokunmak neden bu kadar önemli. Pandemi boyunca yaşadığımız ve galiba bir süre daha deneyimleyeceğimiz temassızlık ne gibi sonuçlar doğuracak? Psikiyatrist ve Aile Terapisti Prof. Dr. Kemal Kuşçu dokunmaya olan ihtiyacımızı ve bu mahrumiyetin olası sonuçlarını yanıtladı. 

Neden temasa, dokunmaya ihtiyaç duyarız? 

Teması nasıl tanımladığımızla alakalı olarak yanıtlayabilirim bu soruyu. Eğer teması fiziksel (tensel) bir dokunuş, bedensel bir etkileşim gibi tanımlayacak olursak, zaten evrimsel açıdan beynimizin veya zihnimizin dış dünyayı algılaması ve özellikle yakın ilişkileri işlemesi açısından temasa ihtiyacımız var. Dışarıdaki dünyanın ve bir başkasının zihnimizdeki suretini dokunarak oluşturuyoruz.

Dokunmak ilk iletişim kurma biçimimiz değil mi?

Evet, doğumdan itibaren dış dünya ile oluşturduğumuz bağlanmanın en kilit noktalarından biri bir başka tenle olan temasımız. Zaten bizim kendi gelişimimiz de anne rahmine bir temasla başlıyor. Sonraki tüm gelişimimiz, zihinsel olarak kendimizi düzenlememiz temas etrafında gelişiyor. İnsan insana temas hem duygusal hem de sosyal olarak dış dünyayı yordamamıza ve işlememize fırsat veriyor. Bu durum bir şekilde dış dünyanın yoğunluğu içinde zihnimizde olağanlaştırıcı, sakinleştirici bir etki oluşturuyor.

“TEMASSIZ KARTLARLA ADETA BU DÖNEME HAZIRLANDIK”

Pandemiyle beraber adeta bir dokunma özlemine girdik. 

Esasında bu temassızlık noktası bir süredir yaşadığımız bir süreç. Temassız kartları düşün. Neredeyse bu döneme hazırlanıyor gibiydik. Online görüşmeler de son bir senede başlamadı, daha önce de vardı. Uzun süredir dış dünyayı ve bu dünyada oluşturduğumuz temasları bir tehdit olarak algılıyorduk. Bu örtük kaygımız şimdi ete kemiğe büründü. Bu sürecin iki boyutu var; birincisi dokunma, temas hijyeni, ikincisi de sosyal temas çünkü gündelik hayatımızda birebir ten teması olmasa bile sosyal temaslar çok önemli bir yer tutuyordu ve rutinlerimiz arasında önemli bir geçiş noktası oluşturuyordu. Rutindeki değişikliklerle de geçiş noktalarımız azaldı. Eskiden iki toplantı arasında bir kafeye oturuyorduk, iş yerinden arkadaşlarla molada buluşup kahve, çay içiyorduk, bir sosyal temas noktasında biraz tembellik yapıyorduk ya da alışverişe çıkıyorduk, toplu taşımaya biniyorduk. Tüm eylemler kendi içinde hayatımızdaki rutinleri birbirine bağlıyordu. Hiç tahmin etmediğimiz hiç öngörmediğimiz küçük sosyal temaslar hayatımızı bir araya getiriyordu. Şimdi bu bağlardan yoksun kaldık. 

Sosyal bağlardan yoksun kalmak bizi nasıl etkiledi?

O temaslar ortadan kalkınca günlük eylemlerimiz arasında hiç boşluk kalmadı. Temasın getirdiği sakinleştirici, olağanlaştırıcı hatta iyileştirici süreçlerden mahrum kaldık. 

“İNSANLIĞIN EN GÜÇLÜ EYLEMİ BİR ARADA OLABİLMEK”

Temassızlığın, dokunmanın eksikliğini hissediyor muyuz? Böyle bir farkındalığımız var mı sizce? 

İnsanlığın en güçlü fikri ve eylemi bir arada olabilmek. Bir araya gelebilmek ve ortak hareket edebilmek bizim en temel evrimsel reflekslerimizdir. Doğada son derece kırılgan canlılar olduğumuz için bugüne kadar başımıza gelen her şeyi birlikte kalarak hallettik. Tek başına hallettiğimiz hiçbir konu yok insanlık adına. İnsanlar herhangi bir düzlemde veya şekilde bir araya gelmek istiyor. Çünkü bu çok önemli bir güvenlik hissi ve bir tür olağanlaştırma ve “tek başına değilim, bunu yalnız ben yaşamıyorum” hissi oluşturuyor. Kendisiyle hem bedensel hem de sosyal olarak daha fazla baş başa olan insanlık için hayat daha da zorlaşıyor. Çünkü bizim en önemli iyileştiricimiz bir diğerimiz, ötekimiz.

“ÖNÜNDE SONUNDA YİNE BİR ARAYA GELECEĞİZ”

Dokunmadan yaşamaya çalışmak fiziksel olarak mümkünmüş, bunu deneyimledik. Psikolojik olarak ne kadar mümkün? 

Temas noktasına geldin yine… Ben fiziksel (tensel) dokunmanın kendi içinde beyin için oluşturduğu bütünlemenin yerine konamaz bir işlev olduğunu ve uzun süre devam ederse şu anda tahmin edemeyeceğimiz durumları da beraberinde getireceğini düşünüyorum. Beynimizin açısından dokunmanın yerine konacak şeylerin şu an için karşılığını görmekte güçlük çekiyorum. Er veya geç birbirimize dokunacağız ya da dokunmayı, fiziksel teması yeniden keşfedeceğiz. Tensellik, cinsellik, insanın insana dokunarak yakınlaşması, bağlar kurması zihni bütünleyen gündemler. El sıkışmalar, öpüşmeler, sarılmalar bütün bunların nereye gideceği, buradaki yeni normların hayatımızı ve o hayatın içindeki duruşumuzu da nasıl şekillendireceği konusunda gelişmeleri ben de merakla bekliyorum. Kendi normlarımızı yeniden oluşturacağız. Dokunmanın yeni ekolojisini tarif edeceğiz. Ben o kadar da kolay vazgeçeceğimizi tahmin etmiyorum. Pandemi toplumsal olarak bize yeni bir bedensel disiplin dayatıyor. Bunun uzun vadede etkilerini, politik etkilerini, insan zihnine olan etkilerini, insan ilişkilerine ve organizasyonlarına olan etkilerini bir süre tartışacağız galiba. Ancak önünde sonunda yeni bağlar oluşturarak yine bir araya geleceğiz.

“İNSANLIK KENDİNİ ŞAŞIRTARAK YOLUNA DEVAM EDECEK”

Dokunma açlığının yerini ne doldurabilir?

Zihnimiz aslında çok esnektir. Bir boşluk varsa zihin her zaman o boşluğu dolduracak mekanizmaları oluşturur. Korunmayla alakalı sosyal bir durum oluşmaya başladı. Son yıllarda Türkiye’de şehirden uzaklaşma zaten vardı. Ama korunaklı ortamlar yani ev, evin etrafı, aile, kişisel ya da bireysel yaşam alanları daha büyük bir odak haline gelecek insanlar için. İnsanların iç dünyalarındaki güvenlik arayışı da artacak. Kapanmanın ilk dönemlerinde mutfak yeniden keşfedildi. Evlerde ekmek yapımı neredeyse bir akım haline geldi. Bu çok temel ögeler üzerinden bir güvenlik arayışı gibi geliyor bana. Giderek bu durum farklı formlar bulacak. Bence insanlık tarihinin her dönemindeki gibi insanlık kendini şaşırtarak yoluna devam edecek.

Psikolojik sorunlardan kaçamayacağız galiba pandeminin sonunda…

Dokunma duygusal ve sosyal dünyamızın hem regüle olması hem de zenginleşmesi için bir işlev. Bu yoksunluk kendini büyük bir ihtimalle bir tür psikolojik tepki şeklinde gösterecek. Kaygı ve depresyonlar daha görünür olacak. Bununla birlikte ben iyimser bir tarafta duruyorum; bütün bunları bir başka şeye dönüştürebilme tarafında. İnsanlık eksikliklerini kendi içinde başka şeylere dönüştürerek de ilerleme sağlıyor. Bunlardan bir tanesi hayal kurma, fanteziler. Hayal kurma paradoksal bir şekilde daha çok üretime dönebilir. Temasın yeni fırsatlarını, yeni gündemlerini de keşfedebilir. Mesela online eğitimler arttı. İnsanlar iç dünyalarını yeniden zenginleştirmeye gayret ediyorlar. Bir tür korunmaya gayret ediyorlar bu yoksunluktan. Büyük bir ihtimalle bunun sonuçları olacak. Bu dönemin yükü kadar bu dönemin olasılıklarını da birlikte yaşayacağız.

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Sinem Gündem
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 22 yıldan bu yana televizyonların haber merkezlerinde çalıştı, haber programları çekti. En büyük tutkusu yazmak ve soru sormak.