Deneyim

“Dünyayı kurtaracak olan kadınlardır”

Türkiye’de ilk kez emekli polis memuru bir kadın cinsel istismar hakkında bir roman yazdı: “Hayat Bir Kelebeğin Ömrü Kadar”. Ben de kitabı duyar duymaz okudum sonra da Nuray Toprak’a ulaştım. Bu cesur kadın sekiz yaşındayken yaşadığı korkunç deneyimi hiç çekinmeden, el alem ne der demeden Mümkün Dergi’ye anlattı. Zaman zaman gözyaşlarımızı tutamadığımız için dakikalarca sustuğumuz bu söyleşiden senaryoları aratmayacak bir #mümküninsan hikayesi çıktı. 

Bu hikâye, kadınların, çocukların, genç kızların başarmak için hiç durmadan uğraşanların hikayesi. Nuray Toprak liseyi terk ettikten, genç yaşta evlenip çocuk sahibi olduktan sonra kendine “İstediğin hayat bu mu?” sorusunu sorma cesaretini göstermiş bir kadın. Arayana, yola çıkmak isteyene bir şekilde yol nasıl görünüyorsa ona da aynısı olmuş. Toprak polis olmaya karar vermiş ve yılmadan bu yolda devam etmiş. Gizli saklı sınavlara girmiş, liseyi dışarıdan bitirmiş. İlkinde polislik sınavını kazanamadığı halde pes etmemiş, yeniden denemiş. Hikayesini de umutsuzluğa kapılmışlara, gençlere umut olsun diye anlatıyor. 

Şu soruyla başlamak istiyorum. Neden polis oldunuz? Şu an size baktığımda bir polis görmüyorum. Belki de benim yargılarımla ilgili ama sizi görünce şaşırdığımı söylemeliyim.

Haklısınız, özel çevrem de çalıştığım müdürlerim, amirlerim, meslektaşlarım da böyle söyler. Değişiksin, renklisin, eğlencelisin, öğreticisin derler. Aslında aklımda polis olmak hiç yoktu. Bu hikâyeyi anlatmayı seviyorum çünkü bir yerlerde sıkışmış hisseden kadınlar ve erkekler varsa okusunlar istiyorum. Her şey pamuk şeker ile başladı… 

Evet. Kitapta da pamuk şekerden bahsetmişsiniz.

Evet. Ben aslında modacı olmayı çok istiyordum. İzmir’de okudum. Ortaokul son sınıfta öğretmenimiz bize tercih yapmamız için liseleri gezdirirken bir moda okuluna gittik. Kız meslek Lisesi, dikiş nakış okulu diye anılırdı ama okulun kapısından içeri girdiğim zaman gelinlikleri, oyuncakları falan görünce ben burayı istiyorum dedim. Zaten konuşmaya başladığım anda iğne iplik elimdeydi benim. O zamanlar oyuncaklarımız yoktu. Gecekonduda oturuyorduk Adana’da. Artan kumaş parçaları bulup dikerdim. Hala da öyleyimdir, bunu da öyle yaptım. (Saçındaki bandı gösteriyor.)

Ancak o okula gidemediğinizi anlıyorum.

Gidemedim. O gün eve geldim, anneme heyecanlı heyecanlı okulu anlatıyorum. Akşam babama söyledik. Dedi ki sen avukat olacaksın, seni çok güzel bir okula yazdırıyorum Babam da polisti bu arada. İki yıl oraya devam ettim. İkinci yılda da 9-10 zayıf gelince bıraktım okulu. Çünkü gitmiyordu. Sonra da şimdiki eşimle evlendim.

İsteyerek mi evlendiniz, görücü usulü mü?

İsteyerek evlendim ama her şey çok çabuk gelişti. İkimizde çok gençtik. Şimdi biri kız, biri erkek İki tane çocuğumuz var. Şükürler olsun ki eşim çok iyi bir insan. Bana çok güzel alanlar açtı. Tabii tepetaklak gittiğimiz de oldu. 

Modacı olmak isterken evinizin kadını oldunuz, hala polislik yok hikayenizde… Merakla dinliyorum. 

Kalabalık bir ailedeydik, 2+1 evde 11-12 kişi yaşıyorduk. Sonra İzmir’den İstanbul’a geldik. Güngören’de bir dairede oturduk yine kalabalık halde. Eşimin durumu yoktu. Kayınvalidemler koyunlarını satıp köyden geldiler, çocuklara küçük bir iş açalım diye. Hamile kaldım, hamilelik kıyafetim yoktu, eşimin gömleklerini giyiniyordum. Kayınvalidemin dolabında gökkuşağı renklerinde bir kumaş görmüştüm de böyle sesim içime kaçık halde “Kullanabilir miyim sana lazım değilse?” diye sormuştum. “Al kızım, ne demek” demişti. Kendime elimle elbise dikmiştim. Sert görünümlü bir kadındı ama içinde yumuşaktı. Bir de beni çok severdi, ilk geliniyim diye. Gelen gidene de beni överdi çok güzel diye, hoşuma giderdi bunları duymak. 

“’İSTEDİĞİN HAYAT BU MUYDU?’ DİYE SORDUM KENDİME”

Bebekle birlikte pamuk şeker hikayesine geliyoruz sanırım.

Havanın çok güzel olduğu bir bahar günü kızımı parka götürdüm. Belki de ilk defa ikimiz bir yere gidiyorduk kızımla. Yeni yeni konuşmaya başlamıştı. Pamuk şekerleri gördü ve istedi tabii. Ama hiç param yoktu. Çok ağladı. “Kızım” diyorum, “Çok zararlı o”, “Ama onların annesi alıyor, onlar neden yiyor?” diye soruyor. Hatta ben polis olduktan sonra yıllarca görev başında ne zaman pamuk şekerci görsem alıp ekip aracına koydum, akşam eve getirdim. Metrobüsle dönüyorsam, metrobüsle getirdim. Bir gün kızım, “Anne yeter artık getirme, travma yarattın bende!” dedi. İşte o gün eve dönünce çok ağladım. O an dank etti ya! Pamuk şekeri ne ki, onu bile alamıyorum. “İstediğin hayat bu muydu?” diye sordum kendime. Akşam eşime dedim ki, “Ben çalışacağım!” Şimdi herkes şaşırıyor ama o zamanlar çok despottu eşim. Evi çekip çeviren, o kalabalık evin babası gibi olan oydu. “Asla!” dedi. “Merdivenleri bile silerim, kızıma bir pamuk şekeri alamadım” dedim. “Ne olmuş alamadıysan?” dedi. Anlayamadı. Ben de önce o zamanlar çok moda olan çim adamlar yapmaya başladım. Evin yakınındaki mobilyacıdan talaş alıyordum, çim adamları yapıyordum. Kızım o zaman kreşe başlamıştı, haftada 2-3 gün oradaki kırtasiyeye satıyordum çim adamları. El örgüsü yelek ve hırkalar yapıp Bakırköy’de el emeği ürünler satılan yerlere satıyordum. Ama hep gizli yapıyordum bunları. 

Yaşarken çok zor olduğunu anlıyorum ama dinlerken ne kadar harika bir hikâye demekten alamıyorum kendimi…. 

Çok zorlandım gerçekten. Bu arada liseyi bitirmem gerektiğini anladım. Çünkü eşim devlet dairesi olursa çalışmamı kabul edeceğini söyledi. O zaman 3 yıl bir senede bitirilebiliyordu. Yine gizli müracaat ettim okula. Bağcılar’da bir liseydi. Sordum, soruşturdum, gittim müracaat ettim. Kızımı parka götürüyorum diye okula gidiyordum. Öğretmenler orada kızıma kâğıt, kalem verip resim çizdirirken ben de sınava giriyordum. Gece herkes uyuduktan sonra kalkıp ders çalışıyordum.

“DEMEK Kİ BENİM ZORLANMAM GEREKİYORMUŞ”

Senaryo gibi gerçekten…

Fenerim vardı, onu açıp okuyordum kitapları. Üç sınıfı bir senede verdim. Hiç unutmuyorum, tarih dersinden geçen bir tek bendim o zaman. Bunları bir tek annem ve kız kardeşim biliyordu. Annem diyordu ki “Kızım, babanın evinde çalışsaydın şimdiye neler olurdun!” Demek ki benim zorlanmam gerekiyormuş. 

“BEN POLİS OLACAĞIM”

Evet, lise birinci sınıfta dokuz kırıkla okulu bırakmışsınız aslında…

Evet. Ondan sonra liseyi bitirdim. Diplomayı aldım. Belediyenin zabıta sınavları, PTT sınavları, belediye, devlet dairesine ait ne varsa, araştırıyorum. O zamanlar internet yok, gazete alıyorum, sarı sayfalara bakıyorum ne iş yaparım diye. İşaretliyorum, sürekli işaretliyorum. Sınavlara giriyorum ama hep diyorlar ki “Kızım alınacak kişiler belli, boşuna geliyorsunuz.” Sonuçta öyle de oluyordu. Sonra bir ara İzmir’den kız kardeşim geldi. Ben modacılığı okuyamadım diye kız kardeşime sen oku diyordum, mecburiyetten de olsa okudu. Sonra İstanbul’a geldi. Laleli’de çok iyi bir işle çok iyi bir yere girdi.

Ne güzel…

Çok da iyi para kazanıyordu o dönemde. İzmir’den yeni geldiği günlerde bir gün dedi ki “Bakırköy’ü merak ediyorum, gidelim mi?” Gittik. Bakırköy meydandan aşağı inerken, sağda bir mağazaya girdik. İsmini bilmiyorum ama bulsam adama binlerce kez teşekkür ederdim. İşte girdik, içerisi kalabalık, benim yine param yok, kız kardeşim bakıyor, ben geride duruyorum. Oranın sahibi miydi, çalışanı mıydı bilmiyorum, “Kusura bakmayın, size yardımcı olamadım. Bizim tezgahtar polislik sınavını kazandı gitti, yalnız kaldım” dedi. O an kız kardeşimin kolundan tutup çektim, “Buldum” dedim ne olacağımı; “Ben polis olacağım.” 

Kardeşiniz ne tepki verdi bu karar anına?

Çok üzülüyordu benim halime çünkü benim yeniden başlayıp ne yapacağım diye arayışlarım altı yılımı almıştı. “Üzüleceksin yine” dedi. “Yok” dedim, “Deneyeceğim, ben polis olacağım.” Benim babam polis ama hiç aklıma gelmemişti. İlk fırsatta Beşiktaş’taki binaya gidecektim, orasıydı başvuru yeri o zaman. Mahallede bir emniyet müdürü oturuyor demişlerdi. Önce ona gittim, küçükken başıma gelenleri, mahkemeye çıktığımı, bunun sorun olup olmayacağını sordum. Ben bilmiyordum ki benim suçum var mıydı, yok muydu? “Hiç önemli değil, girebilirsin” dedi. Sonra Beşiktaş’a gittim. Sadece gidiş-geliş param vardı. Günler öncesinden hastalık numarası yaptım. Yatak yorgan yatıyorum, ateşimi çıkartıyorum. Cerrahpaşa’ya ya da Çapa’ya gidip geliyorduk o zamanlar. Biliyorum eşim çalışıyor, benimle hastaneye gelecek kimse yok. Yalnız başına hastaneye diye çıkıp Beşiktaş’a gidebileceğim. Nasıl gideceğimi de bilmiyordum ama gittim. Böyle yelekli bir polis amiri vardı. Sorular sordu, “Tamam girebiliyorsun sınava” dedi. Bir sürü evrak istediler. Düşünüyorum bu evrakları nasıl hazırlayacağım diye. Bir arkadaşım vardı, onu ayarladım, işim varken ona gitmiş gibi yapıyordum. O da kızıyordu, “Niye beni karıştırıyorsun, ben korkarım” diyordu. Neyse ben müracaatımı yaptım. O zamana kadar hep birlikte aynı evde oturuyorduk, o sıralarda Bahçelievler’de karşılıklı iki daireye geçtik. Bu sefer 2+1 yerine 6+2 oldu ev, hep beraberdik çünkü. Ve sınav başvurum nedeniyle tahkikat için oturduğumuz yerde komşulara soracaklardı ve karşı komşum gibi görünen de kayınvalidemlerdi. Tetikte bekledim, bir gün kapı çaldı, açtım. “Nuray Toprak’ı tanıyor musunuz?” dedi gelen kişi. “Evet tanıyorum” dedim. “Nasıl biridir?” dedi. “İyi” dedim, “Kendi halinde birisi…” Bir şeyler daha sordu. Elim ayağım titriyor, rengim attı, terliyorum. Arada bir de içeriye bakıyorum, kayınvalidem gelmesin diye. Sonunda, “Kusura bakmayın o benim, polis olmayı çok istiyorum” dedim. “Korkusuz birine benziyorsun. Sen polis olacaksın” dedi bana gülerek.

“AZİMLE ÇALIŞ KAZANAMAM DEMİYECEKSİN”

Gözlerim doldu…

Benim de gözlerim doldu o an işte böyle. Dedim ki, “Bunu olabilmem için ne olması gerekiyor ne yapmam lazım?” Bana o zaman liseye ve koleje hazırlık kitaplarından bir sürü kitap isimleri verdi. “Azimle çalış, kazanamam demeyeceksin” dedi. Ama nasıl teşekkür ediyorum. İçeri buyur ediyorum ama gözüm de kayınvalidemde. “Yok” dedi, gülümsedi, “Sen polis olacaksın” diye tekrar etti, çekti gitti. Ben de o kitapları sınava hazırlanan çocuklardan ve kitapçılardan temin ettim. Küçük notlar hazırlamıştım kendime, ev işi yaparken sürekli çalışıyordum.

İşte burada ilahi bir dokunuş olduğunu düşünüyor insan…

Sonra tabii evden çıkmıyorum kâğıt gelecek diye. Bir belge geldi, küçük. Hala saklarım. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Beşiktaş Yıldız Parkı yanı mülakat sınavına girebilirsiniz yazıyordu. Daha sonra da spor sınavı ve yazılı sınav için Florya Polis Okulu’na gideceksin dediler. Şimdi nasıl gireceğim? Hani tamam derse çalıştım. İlk etapta mülakatı geçtim ama daha sonrasında dayanıklılığı ölçmek için beden eğitimi sınavı var.  Sonra yazılı sınav, sonra tekrar mülakat var. O gün geldi, ben yine hastalık numarası yaptım. Florya Polis Okulu’na gittim. Ama nasıl bir heyecan! Siyasal Bilimleri Fakültesi mezunu bir kızla tanıştım. Dedim Nuray sen dışarıdan lise mezunusun, nasıl yapacaksın? Koşuya başlayacağız, belli bir kilometre var, işte sandıkları koymuşlar, o sandıklardan takla atacağız. Taklayı attım ama koşunun bitiş noktasına yakın nefesim tükendi, bayıldım. Hemen asıldı listeler. Kazanamamıştım!  Oturdum kaldım, yırtına yırtına ağlamaya başladım. Bir kız geldi, “Benim abim burada polis. Bak kazanamayan çok kişi var, bir daha sınav açacaklar. Bak lütfen tekrar dene” diye bir şeyler söylüyor. Ama benim kafamda uğultu var, yine pamuk şekerler gözümün önünde dönüyor. Kızım büyüyünce ne yapacak falan… Eve gittim, yüzüm gözüm şiş. Eşim “Ne oldu ciddi bir şey mi var?” diyor çünkü hastaneye gittiğimi zannediyor. Yok dedim ama odaya girdim nasıl ağılıyorum. En büyük terapim kızımdı. Şöyle yanağımı okşadı, “Anne ne oldu?” dedi. Sırdaşımdı, o yaşta. 

Toparlanıp tekrar denemeyi başarmışsınız.

Evet, hiç unutmuyorum, kızımı parka götürdüm yine, ankesörlü telefondan hem annemi hem de beni teselli eden o kızı aradım. Numarasını almıştım. Yeni sınav tarihini sordum, öğrendim. Tekrar gittim Beşiktaş’a, yine sadece gidiş geliş parası ile… Ama bir türlü müracaat kağıdım gelmiyor. Yine yalanlar uydurdum Beşiktaş’a gittim. Böyle göbekli bir başka bir polis vardı. “Abi” dedim “Benim giriş belgem gelmedi.” O zaman demir metal dolaplar vardı, üstünde de mavi ve pembe kâğıt dosyalar yığılmış duruyor. Kontrol etti, “Yok senin başvurun” dedi. “Abi” dedim, “Şu dolabı bir çeksek, arkaya mı düştü?” Elinde sigara, şöyle bir kalktı, “İyi, tamam” dedi. Dolabı hafifçe çektik, benim dosya orada. Üzerinde adım yazıyor. O anki duygumu anlatamam size!

Ne hissettiniz?

Sevinç, gözyaşı, umut…

Adam da şoke oldu herhalde.

Şok. Yani ben gitmemiş olsam, o dosya kalacak.

“HABER GELDİ: KAZANDINIZ”

Hayat sizden sonuna kadar mücadele etmenizi istemiş sanki…

“Tamam kızım ben bunu yetiştireceğim, telefon da açacağım” sana dedi. Kayınvalidemin numarasını verdim ama bu sefer benim kulağım hem telefonda hem kapıda… Arada da parka gidiyorduk, kızıma saat verip “Şu dakika şuraya gelince bana haber ver, dur de” deyip koşuyordum. 3,5 ay kadar sürdü. Sonunda telefon da geldi, belge de geldi. Yine Florya Polis Okulu’na gittim. Yine koşuda nefesim tükenmek üzereydi. Hiç unutmuyorum ya iki ya üç köpek arkamdan havlıyorlar. Kimsenin arkasında köpek yok, benim arkamda var. Gözümden yaşlar akıyor, duracağım ama köpekler havladıkça koşmaya devam ediyorum. Diğer aile yakınları da tezahürat ediyor başaracaksın diye… Bitiş çizgisine geldim ve sonra yere düştüm. Hemen listeler asıldı yine, haber geldi: Kazandınız! 

Yazılı sınav nasıldı?

Nerede polis görsem hemen onlara sınavı nasıl kazanırım diye bir sürü sorular sorardım. Aklıma ruhuma kazımıştım, kazanacaktım, bu sefer olmalıydı. Kitapçığı dağıttılar, açıyorum, bakıyorum, gece yarılarına kadar küçücük fener ışığında çalıştığım konular. Çok zor sorulardı ama ben çok çalışmıştım zaten. Yine de heyecandan kalbim duracak gibiydi. 5 dakika başlayamadım. Neyse tamamladım, çıktım. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir gün telefon çaldı, “Gözünüz aydın, sınavı kazandınız, okul kaydınızı yaptırabilirsiniz” diyor karşıdaki kişi. İzmir Rüştü Ünsal Polis Okulu! Kazandınız diyor, duyuyorum, çok seviniyorum, arkasından geleni anlayamıyorum. Florya olmalıydı. “Bu seneden itibaren eğitim İzmir’de olacak” diyor. 3500-4000 kadın arasından 400 kişiye yakın kazanmışız sınavı… Zorlu süreçlerdi, çok kolay gelmedim bu mesleğe. 

İzmir’e nasıl gidebildiniz?

Herkes şaşırdı tabii önce… Kayınvalidem hiç istemiyordu. Kendince haklıydı da. Teyzesinin kızı demiş ki, “Ne güzel kazandı, 50 tane kocaya bedel, kız koluna bir bileziğini takıyor, niye izin vermeyeceksin?” Ben de eşime, “Bak devlet dairesi dedin, polisliği kazandım” dedim. Onun dışında da hiç sesimi çıkarmıyorum, kim ne derse yapıyorum evde. Annem gelmişti o günlerde. Eşim iki tane otobüs bileti almış, anneme “Al götür kızını, okula kaydet” demiş. 

“HAYATIMDA HEP BÖYLE SON ANDA YAKALANAN FIRSATLAR OLUR”

Ne kadar sürdü eğitim?

Tam 9 ay, 10 gün yatılı eğitimdi. Benden sonraki yıl, okul 2 seneye çıktı. Yaş olarak da sınırdaydım, 28 yaşına girmeme çok az kalmıştı. Kızımın hayatında da hep böyle son anda yakalanan fırsatlar olur.

Kızınıza kim baktı o sırada?

Kayınvalidem ve eşim İstanbul’da kaldılar ve kızıma da baktılar. Adaptasyon için okuldan çıkmamız da yasaktı. Ama bir ay sonra eşim geldi, olmuyor böyle, bırakacaksın diye. Okul müdürüne çıkıyordum, “Eşim geldi, beni okuldan almak istiyor, ne olur gelin, konuşun” diyordum. Müdür izin veriyordu dışarı çıkıp görüşmemize, eşime de “Sen çoluk çocuğuna bak, bekle” diyordu. Hemen hemen her ay bu baskı yaşanıyordu. Yine kolay olmadı ama iyi ki polis olmuşum. Çok alan açtı bana, çok insana dokundum, güzel insanlar tanıdım polis okulunda. Tiyatro da benim aşkımdı ve ilk tiyatro oyununu Polis Okulu’nda oynadım. Hayatımda ondan sonra hep tiyatro oldu. Kızımı da 6-7 yaşına gelince Bahçelievler Belediyesi’ndeki tiyatro sahnesine götürürdüm. Kendimi sahnede hayal ederdim, bir gün ben de burada oynayacağım derdim. Polis olunca da Emniyetin her şubesinde çalıştım; havalimanı, Terörle Mücadele Şubesi, Çocuk Şube, Karakol, Kaçakçılık ve Organize Şube. En son da Toplum Destekli Polislik Şube Müdürlüğü’nde çalıştım ve orada tiyatro oyununu oynadık, benim için çok heyecan vericiydi hayal kurduğum sahnede oynamak. Mesaiden çıkıp tiyatro kurslarına gidiyordum. Özel tiyatroda da oynamaya başladım sonra. Burada toplanan paraları da ihtiyacı olanlara, genelde özel çocuklara aktarıyorduk.

Nasıl bir polistiniz, tarzınız, iletişim şekliniz nasıldı?

Sevilen bir personeldim. İş bitirici, insanlarla iletişimi kolay sağlayan biriydim.

“KÜÇÜK ÇOCUKLARA TACİZ GÖRÜNCE ELİM AYAĞIM TİTRERDİ”

Peki gelelim bugüne… Bu kitabı neden yazdınız?

Meslekteyken hep aklımda vardı bu kitap. İstismar olayları geliyordu, çok etkileniyordum. Gözü açık bir polistim. Meslek hayatımda hep başarı ödülleri aldım. Hatta havaalanında birilerinin çöpe bıraktığı uyuşturucuları fark edip ilk ödülümü almıştım. Ancak çok yoğundum. Evde kalamıyordum. Hem kızım hem eşim için çok zordu. X-ray cihazı sakıncalı olduğu için baktım hamile kalanlar gidiyor, ikinci çocuğumuza hamile kaldım. Güzel bir oğlumuz oldu. Havalimanı çocuğu diyorum ben ona. Müjdeli haberi aldıktan sonra eve yakın bir karakola tayinim çıktı. 

“HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLIYORDUM YAZARKEN”

Kitaba dönersek… Bir intikam kitabı dediniz. Nedir hikayesi?

Çok yoruldum bu kitabı yazarken. Hatta bıraktım bir ara. O günlerde yine Bakırköy’de yürürken ayağıma bir kâğıt yapıştı. Çıkarmaya çalışıyorum, çıkmıyor. Basıyorum, çıkmıyor. Elimle aldım. “Kadına şiddete dur” yazıyordu. “Sen bana ne söylüyorsun acaba?” dedim, koydum cebime… Sonraki günlerde nereye baksam aynı mesajı gördüm. Bir gün Gayrettepe’de olay yeri incelemede çalışan arkadaşım kitabı sordu, “Bir arkadaşım çok güzel tanıtımını yapar” dedi. Kabul etmedim, “Yoruldum, yazamayacağım” dedim. 

Ruhsal olarak mı yoruldunuz?

Ruhsal olarak evet. Hüngür hüngür ağlıyordum yazarken. Çünkü yazdığım olaylar gerçek! Arkadaşının numarasını verdi, kim aradı hatırlamıyorum, konuştuk bir gün telefonda. Çok tatlı bir ses… Tatlı insanları tanımayı severim çünkü bana çok şey katıyor. Eve gitmek için metrobüsteydim, telefondaki ses “Beşiktaş’tayım” dedi, gerisin geri döndüm. Gittim, baktım, ufacık bir şey. Oturduk, sohbet ediyoruz, kitabın konusunu sordu. Dedim ki, “Çocuk istismarı, cinsel istismar.” Elimi şöyle bir tuttu, “Kaç milyon insan arasından neden karşıma çıktın şimdi anladım” dedi. Onun da kitapta hikayesi var. 

Karakterlerden biri mi?

Evet, aslında karakterlerin gerçek hikayelerini kitapta karıştırıyorum. Onun da hayatından izler var. 

“BEN ARTIK HİKAYEMİ SAKLAMIYORUM”

Peki sizin hikayeniz ne kadar var bu kitapta diye sorabilir miyim?

Evet. Ben artık saklamıyorum bunu. Yıllardır anlatıyorum. Sekiz yaşındaydım. Babam polisti. Aileler zannediyor ki onların çocuklarına bir şey olmaz. Benim annem babam da öyle diyordu. Ama oldu. Şu an eczacı olan bir arkadaşımla bahçede oynuyordum. Ona yurt dışından hediyeler gelmişti. Vitrinlerde bakıp alamadığımız oyuncaklardan… Annem de bana çok güzel bir elbise dikmişti, üzerimde o vardı. İlkokul ikinci sınıftaydım. Çok güzel gül bahçeleri olan bir yerdi. Hangi il olduğunu söylemek istemiyorum, babamın şark hizmeti yaptığı bir yerdi. O ilden nefret ediyorum, birisi oralı olduğunu söylerse hala bir duruyorum. Annemi hatırlıyorum balkondaydı. Alt kata babamın iş yerinden polis bir arkadaşı polis taşınıyordu. O zaman yeni taşınana yiyecek bir şeyler yaptırılırdı. Annem “Frına git, lahmacun yapıyorlarsa yaptır getir” diye para verdi. Bir müddet lahmacun kelimesini de ağzıma alamadım. Üzerimde güzel elbisem, böyle zıplaya zıplaya gittim. Adamın un içinde olduğunu hatırlıyorum. “Şu an işim var, sonra gel kızım, yaparım” dedi. Orada başka birilerinin siluetini hatırlıyorum. Arkamdan bir çocuk geldi, “Fırıncı amca yapacakmış ama un alman gerekiyor” dedi, beni un almaya götüreceğini söyledi. Göz ucu ile hem annemi hem arkadaşımın bebeğini görüyorum ama bir yandan da gidiyorum. Biraz yürüdükten sonra çocuk elimi tuttu. “Soran olursa abin olduğumu söyleyeceksin” dedi ve enseme sivri bir şey dokundurdu. Sonrası korkunçtu, korkunçtu. Detaylarını hala kimseye anlatmadım. Ama eşim yıllar içinde bu konuda bana çok destek oldu. Onun için de çok zordu ama hep yanımda oldu. Kadınlarımıza şunu demek istiyorum. Hayatta her şey olabilir, çok zor şey yaşayabilirsiniz ama ayakta kalmak mümkün.

“ARTIK O ÇOCUK DEĞİLSİN”

Siz polis olduktan sonra benzer birçok olayla karşılaştınız. Nasıl başa çıktınız bununla? 

Hangi birimde çalışırsanız çalışın zaten telsizden anons olarak dahi duyuyorsunuz. Ben bir de Çocuk Şube’de çalıştım. Öyle olaylar geliyordu ki inanamıyordum, bu da mı var diyordum. O ifadeleri almak, defalarca çocukluğuna gidip kendine artık o çocuk değilsin diye hatırlatmak. Gelen çocukların neler çektiğini anlamak, bakışlarında onu görmek…. O çocuklara sarılmak, anneleri teselli etmek. Üvey babasının kırmızı oje sürdürdüğü çocuk gibi, anlattıklarımın hepsi gerçekten yaşanıyor anlatabiliyor muyum? Yaşanıyor. 

Sizin bir polis olarak yapabilecekleriniz de bir yere kadardı ama… Herkesi kurtarmanız mümkün değildi. Bununla nasıl başa çıkıyordunuz?

Aslında kurtarmak istiyordum. Nasıl daha iyi kalırım, ne yapabilirim diye düşünüyordum hep. Kitaplar da belki ondan çıktı. Belki oyunlarım da ondandır. Tiyatro beni iyileştirdi diyorum. Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde yüksek lisans yaptım ve tezimin konusu da “Şiddet Mağduru Çocukların Rehabilitasyonunda Tiyatronun İşlevi”ydi. Çünkü tiyatroyu artık gerektiği kadar önemsemiyorlar. Oysa çocukları gerçekten iyileştiriyor, duygularını çok güzel ifade edebiliyorlar. Oynarken de seyrederken de… Çocuklar zaten bilinçaltında ne varsa onu yansıtıyorlar. Anlayabiliyorsan anlarsın. 

Tiyatroya giden çocuklar kaliteli zaman geçirmenin yanı sıra görsel ve işitsel olarak da öğreniyorlar ve bunları daha küçük yaşta hayatına geçirme potansiyeline sahip oluyorlar. Seyrederken oyuncularla empati kurarak almaları gereken mesajları alıyorlar. Duygu ve düşüncelerini daha akıcı bir şekilde dile getiriyorlar. Dil gelişiminde de tiyatro önemli. Özel çocuklar izlerken ya da oynarken hayatın akışına girip mutlu oluyorlar. Dikkat, algılama, konuşma, dinleme gibi becerilerin gelişmesine önemli bir katkı sunuyor. Sosyalleşmeyi, başkalarıyla daha iyi geçinmeyi, çevreyle daha güçlü bir bağ kurmayı, kendine güvenmeyi, uyum sağlamayı ve cesaretli olmayı öğreniyorlar.

En çok merak ettiğim konulardan biri de polislerin bu olaylarda neler yaşadığı, psikolojileri… 

Personelin psikolojisi hiç iyi olmuyor tabii ki ama güçlü durmak zorundasın. Bir şey belli etmemeye çalışıyorsun ama içinde yıpranıyorsun. Çok yıpranıyorsun. Ben bir de sonradan aileyi arıyordum. Başkaları yapmıyordu ama ben arıyordum. Aileyi arıyordum, çocuğu arıyordum. Çünkü karşılarında yaşamış biri var, anlatabildim mi?

“YARADAN BUNU BİLEREK Mİ YAŞATTI DİYE DÜŞÜNDÜM”

“Ben bu olayı yaşadım çocukken ve bunca yıl sonra geldim polis oldum ve çocuk şubedeyim. Bunun bir anlamı olmalı” diye düşündünüz mü?

Çok düşündüm. Dedim ki; Yaradan, bunu acaba bilerek mi yaşattı, gerçekten güçlü bir karakter olduğum için mi sen bunu yapabilirsin dedi? Çünkü çok insan var bunları yaşayıp ayakta kalamayan. 

“EL ALEM DUYARSA NE OLUR DEMEK BİTTİ, HERKES DUYMALI”

Bu kitabı henüz okumayanlara ipucu vermek istemiyorum ama finaline bakınca sizin de sisteme çok güveniniz yokmuş gibi anlıyorum. 

Finali kurgu yaptım ama…

Ama bir umutsuzluğunuz var sanki.

Gerçekten adaletin yerini bulmasını istiyorum. Bir çocuk yaşadıklarını boşu boşuna anlatmamış olmalı. O çocuğa baktığın zaman zaten doğru söylediğini anlarsın. Adalete gelince bir hâkim, bir savcı, bir avukat, bir polis ya da psikolog olarak onun ruh halinden anlarsınız gerçeği. Ben bunu yaşayan biri olarak çok iyi anlıyordum. Yani doğru söylediğini ya da bir yeri es geçtiğini anlıyordum. Bu olay bitmeyecek. Bitmesini çok istiyorum. Ama annenin babanın da çok bilinçli olmasını istiyorum. Gençlerin de bilinçli olmasını istiyorum. Böyle bir olayla karşılaştıkları zaman kesinlikle korkmamaları, kesinlikle anlatmaları gerektiğini söylüyorum. Kimse duymasın, el alem duyarsa ne olur demek bitti, herkes duymalı. 

SUSMUYORUM EY ÇOCUK! SENİN İÇİN KONUŞUYORUM

Seminerlerde ve oyunlarda neler yaşanıyor?

Seminerlerde çocuklara ve ailelere istismara karşı alınabilecek önlemleri anlatıyorum. İlk kitabım, “Su ve Arkadaşları Güvende” de çocukların ve ebeveynlerin bilmesi gereken kuralları hikayeleştirerek anlattım. Sloganım da şu: Susmuyorum Ey Çocuk! Senin İçin Konuşuyorum. Çocuklara kurallarla ilgili hikayeler anlatırken yardımcım da var; Kukla Su. Çocuklar onu çok seviyor. Bizim bir de şarkımız var, Her şeyi Aileme Anlatırım diye. Işıl Ayman söylüyor. Dileyen internette bulabilir. Önceleri okullara gidiyorduk, kuralları dümdüz anlatıyorduk ama çocukları bir şekilde oyuna katamayınca toparlamak zor oluyordu. Emekli olduktan sonra hem hikayeler çıktı hem de Kukla Su doğdu, çok eğlenerek oynuyoruz. Gücümün yetiği kadar da anlatmaya haykırmaya devam…   

“HER SEMİNERDEN SONRA KAMYON ÇARPMIŞ GİBİ OLUYORUM”

Bu buluşmalardan sonra ailelerde ya da çocuklarda açılmalar çözülmeler, çözülen konular, oluyor mu?

Bittikten sonra hüngür hüngür ağlayıp boynuma sarılanlar oluyordu. Kendi çocukluklarında yaşadıkları travmalar da akıllarına geliyordu. Yıllarca yük olarak taşıdıkları konuları hatırlıyorlardı. Bazılarının ailesi yanlış anlamışsındır, bazıları olmaz öyle şey demiş, bazıları korkularından söyleyememiş. İncinmiş ruhlar… Minnetle teşekkür edenler ya da yıllarca anlatamayıp bana anlatanlar ve biraz olsun rahatladık diyenler. Ben ise her seminerden çıktıktan sonra kamyon çarpmış gibi oluyordum. Bir gün bir seminere gittim, okulun müdürü de çok tatlı bir insan. Bir kadın geldi yanıma, “Ben bunu anlatınca benim çocuklarım anlar mı?” dedi. Anladım bir şey olduğunu, hemen telefon numaramı yazdım kitaba. Herkese yazmam. Dedim ki, “Bak numaram burada. Sen kitabı ver çocuklarına, beraber okuyun, sen de anla, sen de özümse. Ama bir şey olursa beni ara.” 6 ay sonra aradı. Kitapta anlatıyorum, çocukta korku varsa, tırnak yeme varsa, kendi kabuğuna çekildiyse, makatında bir kızarıklık varsa, altına kaçırıyorsa diye… Kadının sekiz yaşındaki oğlunda tüm belirtiler varmış. Kadının şüphelendiği kimse yok. Çapa Tıp Fakültesi Adlı Tıp Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Şevki Sözen hocamı aradım. Okulun müdürüne de bilgi verdim. Sonunda 16 yaşındaki ağabey olduğunu anladık. Kadın perişan, biri bir oğlu, biri diğer oğlu. 

Oğlunun diğer çocuklar için çok çalışan annesine sitemli sözleri, Nuray Toprak’ın çocuklar için yazdığı kitapta yer alıyor. 

“DÜNYAYI KURTARACAK OLAN KADINLARDIR”

Hangi eğitim seviyesinde, hangi ekonomik düzeyde olunursa olunsun genelde kadınların sustuğunu görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

El alem korkusu! Genç kızsın ya da genç bir erkeksin. Yarın öbür gün evlendiğin zaman ne olacak? Eşin ne diyecek? İşte babanın evinden temiz mi geldin gibi, anlatabildim mi? Neydin ki ne oldun? Susturuluyoruz ama lütfen susmayalım, susturulmayalım. Hatta avazımız çıktığı kadar bağıralım. Dünyayı kurtaracak olan kadınlardır. Gerçekten çok güçlü varlıklarız.

Meslektaşlarınızdan nasıl tepkiler aldınız kitapla ilgili? 

Çok tebrik ettiler, “Zaten böyle bir şey bekliyorduk senden” dediler. Filmi yapılsın, daha çok duyulsun isteyenler var. Umarım ses olur. 

Çok önemli bir nokta daha var. Hep istismar eden erkekleri konuştuk ama bir de bunu hiç yapmamış, sevgi dolu, tertemiz erkekler var. Siz bu yolculukta o erkeklerle de karşılaştınız mı?

Tabii ki karşılaştım. En başta eşim. Babam. Müdürlerim, meslektaşlarım. Çok iyi dostlarım var. İşte Şevki Hocam, çok tatlıdır, çok destekledi. “Seninle gurur duyuyorum. Seni seviyorum” deyip, tebrik ediyor. Binlerce şükür. İyi ki karşılaşmışım iyi olan herkesle.

Sonra siz emekli mi odunuz? Erken mi emekli oldunuz? 

Hayır. Fazla çalıştım hatta. Bizde yıpranma payı var. Hep şöyle diyorum, ben kızım için bu mesleğe başladım ve kızım için bitirdim. Bir maaşla çocuk okutuyorsun, evi zar zor krediyle alıyorsun. Onlara iyi bir imkân sağlamaya çalışıyorsun. Kızım evlenecekti. Maddi durumumuz çok sıkışıktı. Ama ben en güzelini yapmak istiyorum ona. Ağlaya ağlaya dilekçemi verdim, aldığım toplu para ile kızımı evlendirdim. Çok aşıktım mesleğime. Herkes evlere dağılırken, ben daha ne yapabilirim diye bakardım. Yeni polis olan arkadaşlara da söylüyorum, “Bu mesleği aşkla yapacaksınız. Oflayıp puflayıp değil.” Oflayarak puflayarak bu iş yapılmaz. Bu iş özveriyle yapılır. Bu iş sevgiyle yapılır. İyi ki ben bu mesleği seçmişim. Binlerce şükür. İyi ki yolum o tarafa düşmüş. 

Şimdi neler yapıyorsunuz?

Şimdi aslında çok şey yapıyorum. Şu an bir yabancı aileye aile danışmanlığı yapıyorum. İyi ki varlar, kan bağı olmadan da aile olunuyormuş, gönül bağı ile bağlı bir aile olduk. Eşimin deyimiyle kâhyalık yapıyorum. Modern kâhya. Onların bütün işlerini, çocukların eğitimleri, kurumdaki işleri, evdeki her şeyi, tadilatı, gelen misafiri, misafirleri dışarıda gezdirme gibi, organizasyon işlerini, çocukları kültür sanat faaliyetlerine götürmeyi… Diğer yandan da tiyatroya devam. Yıllarca uyuşturucu ile mücadele etmiş emekli Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan’ın yazdığı “Yarınlara Geç Kalmadan” adlı oyunu EKOAPERA (Emra Kınay Oyunculuk Atölyesi) oyuncuları olarak sahneledik. iyi ki de yazmış hem eğitiyor hem de eğlendiriyor.  Cem Yanılmaz’ın proje sorumlusu ve yönetmeni olduğu oyunu pandemiden önce iki defa oynadık. Çağrıldıkça seminerlere de gidiyorum okullara hem uyuşturucu hem istismar konusunda. 

“EN BASİTİ ÇEVREYE DUYARSIZ KALMAMAK”

Siz demişsiniz ki kitapta, herkes elini taşın altına koymalı. Neler yapabiliriz?

7’den 70’e herkes bir şey yapabilir. Siz de bir şeyler yapıyorsunuz bu konu hakkında, ben de anlatabildiğim kadarıyla, kitaplarla, tiyatroyla, seminerlerle anlatıyorum. Kim olursanız olun, sağınıza solunuza bakıp farkında olabilirsiniz. Kim ne yapıyor? Biri bir çocuğa bir şey mi veriyor? Yanımız başımızda belki bir çocuk kaçırılıyordur, belki birileri bir şey hissettirmeye çalışıyordur. Gözümüz, kulağımız açık olmalı. En basiti bu; çevreye duyarsız kalmamak. Doğaya duyarsız kalmamak, insanlara duyarsız kalmamak, hayvanlara duyarsız kalmamak.

Toplum Destekli Polis ne yapar?

Toplum Destekli Polislik (TDP), yaşanmış olayların analizinden yola çıkarak, yaşanması muhtemel olaylara karşı toplumu bilgilendiren halkın suçlara karşı bilgilenmesini ve bilinçlenmesini sağlayan, suç oluşmadan suçu oluşturan nedenleri araştırarak önlemeye yönelik çalışmalar yapan, proaktif bir emniyet birimidir. TDP, şuç ve suç unsurlarına karşı birçok alanda önleyici hizmet modeliyle insan odaklı hizmet yürütür. 

Emniyet müdürlüğünde son dört yıl TDP’de çalışırken üç oyun çıkardık. Hem oyunculuğunu hem de ekibin şefliğini yaptım. Toplumun tüm kesimleriyle iletişim kurmak ve geniş kitlelere ulaşmak için tiyatro etkin bir iletişim aracıdır. Tiyatronun insanları düşündürmesi, tembelliği öldürmesi ve bireyi üretime zorlaması tiyatronun önemini ortaya koyar. Tiyatro aynı zamanda insanın kendisini keşfetmesine yardımcı olur; hayatı sorgular ve sorgulatır. İnsanı, insana, insanla anlatır. Kişilerarası ilişkileri, olayları, sorunları ve çözüm yollarını çelişkileri, geçmişi,  bugünü ve gelecekte olabilecekleri yansıtır. İnsana ayna tutar. 

ÇOCUKLARIN VE EBEVENLERİN BİLMESİ GEREKEN KURALLAR

İstismar nedir?

Genel olarak çocuğa yönelik bilinçli ve zarar verici tekrarlı veya tek seferlik davranışlarda bulunmaktır. İstismar sonucu çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığı olumsuz etkilenir hatta ölümüne sebebiyet verir. İstatistikler sürekli değişmekle birlikte yapılan araştırmalara göre dünyada günde 5’ten fazla çocuk istismar sebebiyle ölüyor. Cinsel istimara uğrayan çocukların yüzde 90’ı faili tanıyor. 

Çocuklar ve büyükler neleri mutlaka bilmeli?

  • Çocuklara kalabalık yerlerde ve ebeveynlerin görebileceği yerlerde durmaları, kaybolduklarında üniformalı birinden ya da mağazada çalışan, kasanın arkasında duran birinden yardım istemeyi öğretmek gerekir.   
  • Çocukların acil durumda araması gereken telefon numarasını da öğretmek gerekir. Artık hepsi tek bir numarada birleşti: 112 
  • Çocuklara kapının kilitli olması halinde aileden izinsiz açılmaması gerektiğini, kim olursa olsun fiziksel temasta bulunmaması gerektiğini, ebeveynin banyo yaptırırken izin alarak özel bölgelerine dokunabileceğini öğretmek çok önemli. 
  • İyi sır ve kötü sırrın ne olduğu örneklerle anlatılmalı. 
  • Yetişkinler çocukları mıncıklayarak, dudaktan öpmek, özel bölgelerine dokunarak sevmekten kaçınmalı çünkü çocuk bunu normal gibi, oyunmuş gibi algılıyor.
  • Su birikintisi olan yerlerde (deniz, havuz, kuyu gibi) çocuk yalnız bırakılmamalı. 
  • Çocuk kimseye emanet edilmemeli. Bakıcı alınacaksa mutlaka refaranslı olmalı ve GBT baktırılmalı. 
  • Çocuklar korkusuzca yetiştirilmeli, “Ne olursa olsun gel bana her şeyi anlat” denilmeli. Aileye her şeyi anlatmaları gerektiğinin altı iyice çizilmeli. 
  • Tanımadığı kişilerden herhangi bir şey almaması aileye haber vermeden hiçbir yere gitmemesi gerektiği söylenmeli. Her zaman kalabalık güzergahları kullanmaları, korkarsa, tedirginse kesinlikle en güvendiği kişiye başvurmaları, özel bölgelerine kimsenin dokunamayacağı ve bakamayacağı hatırlatılmalı.  Hoşuna gitmeyen bir şey olursa hemen çığlık atıp uzaklaşması öğretilmeli. 

Çocuklarımızı sevgiyle, şefkatle koruyalım, gereken sevgiyi verelim ki bize her zaman güvensinler.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…