Adem’in mümkün dünyaları…
Felsefe

Adem’in mümkün dünyaları…

Eğer Tanrı mutlak iyiyse kötülük nasıl var olabiliyor?

Sanırım yeryüzünde bu soruyu en azından bir kere bile olsa düşünmemiş kimse yoktur.
Alman asıllı bir matematikçi olan Gottfried Wilhelm Leibniz, matematik alanı ile ilgili tahsili yaparken kafasını kurcalayan bu soruya yanıt arar ve matematikteki kombinasyon hesabından yola çıkarak felsefede de matematikteki gibi kombinasyon yasalarının geçerli olabileceğinden kuşkulanır. Bu şüpheyle yola çıkan Leibniz tüm düşünme denemelerinin sonunda felsefe tarihinin üzerinde en çok durulan fikirlerinden birisini ortaya atar ve “Bu dünya mümkün dünyaların en iyisidir” der.

Ona göre Tanrı her şeyi bilen kudreti ile tüm olasılık hesaplarını yapmış ve ortaya mümkünler arasındaki en ideal dünyayı koymuştur.

Bu oldukça iddialı fikri kavramsallaştırırken analiz yoluyla başlıca müşterek ideaları, yalın idealar ortaya çıkarılması ve onlara uygun düşen işaretlerin tahsis edilmesi gerektiğine kani olur. Böylece, “düşünceler alfabesi” ya da yazısı bir kez oluşturulduktan sonra, felsefenin bütün problemleri matematikteki kombinasyon hesabına benzer bir mantık hesabına indirgenecektir. Leibniz kategorik kıyasın bütün mümkün hallerini bu felsefî kombinasyonlar örneğine uyarlar. (Leibniz’in 20 yaşında yazdığı bu konudaki eseri ve doktora tezinin genişletilmiş hali Dissertatio de Arte Combinatoria, gelecekteki çalışmalarının hareket noktasını oluşturması bakımından dikkate değerdir: söz konusu eseri, icat edeceği diferansiyel hesabın ve evrensel karakteristik hakkındaki araştırmalarının nüvesini taşır.)

Leibniz bu kitabında, fiziğin bütün fenomenlerinin, gayrı-cismanî hiçbir neden konuya dahil edilmeksizin, büyüklük, şekil ve hareketle açıklandığını lâkin onlara özgü olan belirlenimlerle birlikte bizzat bu unsurların, yalnızca uzayın ve cismanî tabiatın göz önünde bulundurulmasıyla açıklanamayacağını söyler. Uzay, gerçekleşmiş figürler dışında kalan başka figürler ihtiva ederken, cisimler de reel hareketler dışında kalan hareketlere yeteneklidir. Mümkün belirlenimlerin arasından yapılmış bu seçimin, bir Tanrı’nın mevcudiyetini şart koştuğunu ileri sürer.

Ona göre Tanrı her şeyi bilen kudreti ile tüm olasılık hesaplarını yapmış ve ortaya mümkünler arasındaki en ideal dünyayı koymuştur. İşte bu yüzden Leibniz’e göre bizim kötülük olarak nitelendirdiğimiz her durum mümkün şartların en iyisidir. Lakin insan bütünü görebilme yetisine sahip bir canlı olmadığı için olanın içindeki durumu sınırlı bir algı ile kavrar. İnsanoğluna iradesini bahşeden Tanrı, yarattığı bu kusursuz dünyanın içinde günah da işleyebilen bir Âdem tasarlamıştır. Yani tanrı günah işleyen bir adem yaratmamıştır, ademi yaratır ama ademin içinde günah işleyebileceği bir dünya tasarlar. Bu ne demek? Âdem bir bireydir ve Tanrı onu yaratıyor ve onun yanında Âdemin’in içinde günah işleyeceği bir dünyayı da yaratıyor. Lakin tüm dünyayı Âdem için yaratmıyor. Yani bu dünya aslında bir nevi ademin içinde, bu Adem’in dünyası, onun ancak bir birey bazındaki bakış açısından görünen bir dünya. Ve Adem’in içinde yerleştiği sonsuz sayıda dünyalar var. İşte bu dünyalara Leibniz, “mümkün dünyalar” adını veriyor. Adem’in mümkün dünyaları…

Tanrı ve uyum ilkesi:

Leibniz’in yukarıda özetlediğim felsefesinin tüm metafizik siteminin temeli, onun önceden kurulmuş uyum ilkesi adı verilen bir ilkeyi kabul etmesiyle bağlantılıdır. Leibniz’e göre tüm evren uyum içinde ve yetkin olarak işleyen bir sistemdir. Çokluk ve karşıtlık uyum ilkesini yok eden bir oluş değildir. Tanrı bu evreni sonsuz sayıdaki evren olanakları içinde en uygun, en uyumlu olanı olarak seçmiştir.

Bu evrende her şey yerli yerinde ve birbirleriyle uyumlu bir birlik içindedir. Tanrı başlangıçta bunlar arasındaki uyumu oluşturmuştur. Her şey önceden kurulmuş bu uyumluluk gereği kendisine düşen devinimi gerçekleştirir; bu şekilde tözler arasındaki uyumlu işleyiş bozulmaz. Tanrı bu evreni, iyi niyetiyle en iyi evren olarak seçmiştir, bu yüzden evrenin iyiliği tartışılmazdır. Şu hâlde Tanrı bütün bir evrenden sorumlu olan en yüksek monaddır (bu kavramı birazdan açıklayacağım) ve salt etkinliktir. Tanrı öncesiz sonrasız bir varlıktır ve mutlak zorunluluktur. Bu yüzden çelişmezlik yasası tarafından yönetilir.

Bu durumda eğer evren yaratılmaya değmez olsaydı Tanrı onu yaratmazdı.

Yani anlaşıldığı üzere Leibniz’e göre insan ve dünya olumsaldırlar. Çünkü Tanrı öyle değil de böyle seçtiği için böyle olmuşlardır. Ancak Tanrı’nın seçimi rastgele değil, olanaklı olanın en iyisini seçme yolunda gerçekleşmiştir. “Her şeyi bilen olmakla, Tanrı en iyi dünyanın hangisi olduğunu biliyordu; iyi olmakla onu istiyordu ve her şeye gücü yeter olmakla, onu varoluşa getirme gücünü taşıyordu”, Tanrı içinde istenç özgürlüğü olan bir dünyanın, zaman zaman insana kötü olanı seçme izni verse de istenç özgürlüğü olmayan bir dünyadan daha iyi olacağına karar vermişti. Kaldı ki dünyada iyiliğin kötülükten daha çok olduğu gösterilebilirdi. Bu durumda eğer evren yaratılmaya değmez olsaydı Tanrı onu yaratmazdı. Böylece Leibniz, Descartes ve Spinoza’ ya göre gerçek anlamda bir Tanrı tutkunu olarak karşımıza çıkar. Katıksız bir matematikçi olması, doğuştan getirilen a priori idelere ve bilgilere inanması onu metafizik görüşlerini temellendirme bakımından en yüksek metafizik ilke olarak Tanrı kavramına taşımıştır.

Ona göre Tanrı’nın evrensel düzeni niye böyle kurduğunu bilmek insan aklını aşar. Tanrı dünyaların en yetkinini seçmiştir, yani hem varsayımsal açıdan en basit olanını hem olgular açısından en zengin olanını seçmiştir. Tanrı dünyayı ne biçimde yaratmış olursa olsun dünya her zaman Leibniz evreninde mucizeye de yer verir. Tanrı’nın mucizeleri ve etkileri şu özelliği gösterirler: Bir yaratılmış ruh, ne kadar aydınlanmış olursa olsun, onları akıl yürütmelere dayanarak önceden kestiremez, çünkü genel düzenin seçik kavrayışını aşar oysa doğal diye adlandırılan her şey yaratıkların anlayabildikleri daha az genel kurallara bağlıdır. Kısaca Leibniz tüm felsefesinin başlıca hedefi “ahenk”i kavrayamasak da onu kabul etmeye dayanır diyebiliriz.

Leibniz denince az önce yukarıda sözünü ettiğim Monat ve Teodise kavramından bahsetmek gerekir. Leibniz tözü, monat ile aynı anlamda kullanır. Ona göre “yalın olan, hiçbir parçası olmayan” demektir. Hiçbir parçanın olmadığı yerde ne uzam ne şekil ne de bölünebilirlik olanaklıdır. Onun bu betimlemeler monadın herhangi bir cisimsel şey olmadığı anlamına gelir. Leibniz’e göre monatlar doğanın gerçek atomları ve tek bir sözcükle şeylerin öğeleridir. Monat ne bir çözülmeye uğrar ne de onun doğal olarak yok edilmesi tasarlanabilir.
Töz, evrenin varoluşunu açıklamaya çalışan felsefelerin ilk öğe olarak düşündükleri varlık, öz, değişen şeylerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavramdır.
Teodise kavramı ilk kez Leibniz tarafından, Essais de Theocée adlı eserinde kullanılmıştır. Terim Grekçe tanrı ve adalet sözcüklerinin bileşiminden oluşur. Leibniz’in kötülük problemi karşısındaki görüşleri, günümüz din felsefesinde kullanımı giderek yaygınlaşan “teodise” ve “savunma” kavramları açısından ele alınmaya ve değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Leibniz için Tanrı, aklı sayesinde sonsuz olanağı bir arada düşünebilen bir varlıktır. O, aynı zamanda en yüksek iyidir. Bu bağlamda bu dünya, olanaklı dünyalar arasında en iyisi olmalıdır. Öte yandan Tanrı her şeyi iyi yaratmıştır. Yaratılanlar arasında derece farkı vardır. Tanrı daha yüksek iyiliklerin meydana gelebilmesi için daha düşük iyiliklere, yani kötülüğe izin vermektedir. Leibniz insandaki algı yetisini, “dışsal şeyleri temsil eden monadın içsel durumu” olarak tanımlar.

Monatlar, uzam, şekil ve nicelik yönünden birbirlerinden farklı olmasalar da, ayırt edilemezlerin özdeşliği kuramına göre nitelik yönünden birbirlerinden ayırt edilebilirdirler. Çünkü ayırt edilemez olsalardı farklı bir töz değil, bir tek töz olmalıydı. Oysa yeterli neden ilkesine göre bunlar ayrı ayrı tözlerdir. Çünkü Tanrı her birini yaratmış bulunuyor. Tinsel, yalın tözler olan monatlar nitelikçe birbirlerinde algı düzeyleri ve istek dereceleri bakımından ayrılır. Her biri kendi içyapısına ve yasalılığına göre gelişir. Birbirlerinden herhangi bir şey alıp vermezler. Monatlar kapalı bir birliktir, pencereleri yoktur. Yalın bir töz böyle olmak zorundadır; kendisine bir şey eklenemez ya da başka monatlara bir şey vermek suretiyle eksilemez. Her biri belli bir algı derecesiyle donatılmış olarak, kendisi açısından evreni yansıtır.
Bu noktada algının yanı sıra bir de tam algı (apperception) devreye girer. Tam algı, algının yani içsel durumun bilincinde olma ya da onu düşünme demektir. Bu ikincisi ne tüm monatların ne de aynı monadın tüm zamanlarda yetenekli olduğu bir şeydir. Buna göre kimi monatlar bellek ve bilinç olmaksızın bulanık algılara sahiptirler. Örneğin bitkinin başat monadının uyuklama ya da baygınlık durumunda olduğu söylenebilir. İnsan bile zaman zaman bu durumda olabilir. Daha yüksek bir algı derecesi algıya bellek ve duygu eşlik ettiği zaman ortaya çıkar. Bellek, ruhları bir tür art ardalık ile donatır.

İyi ve kötü kavramını 1 ve 0 sayıları üzerinden düşünmeye meyleden (iyi=1, kötü 0 ) Leibniz’in amacı, sadece 0 ve 1 rakamlarını içeren bu sistemi mekanikleştirmekti.

Felsefe dünyasının en önemli düşünürlerinden birisi olan Leibniz, her ne kadar ününü metafizik konulara getirdiği çıkarımlardan alsa da bugün teknoloji temelli her sistemin mantığını oluşturan iki tabanlı sayı sistemi dediğimiz 1’ler ve 0’lar dünyasının da fikir babasıdır. Onun matematik dalında gerçekleştirdiği bu buluş bugünkü bilgisayarların çalışma düzeninin mantığı olarak bize teknolojinin kapılarını da açmıştır. İyi ve kötü kavramını 1 ve 0 sayıları üzerinden düşünmeye meyleden (iyi=1, kötü 0 ) Leibniz’in amacı, sadece 0 ve 1 rakamlarını içeren bu sistemi mekanikleştirmekti. İlk düşüncesine göre 0 ve 1 çok kullanışlıydı. Bu iki sayı doğru-yanlış ve açık-kapalı anlamlarına da gelebilirdi. (Çaktırmayın adam yanlışlıkla kodlamayı buluyor.☺)

Ayrıca ikili aritmetiği kapsamında, 1 ve 0’la olumluluk ve olumsuzluk arasında bir paralellik kurgulayarak, yaratılışın her yerinde bu çeşit olumsuzluklar, sınırlar olduğundan söz etmiştir; tıpkı doğru bir çizginin her yerinde noktalar olması gibi lineer cebirde kofaktör kullanarak determinantın hesaplanması hala “Leibniz formülü” olarak anılmaktadır.

Yine söylemeden geçemeyeceğim üzere Leibniz özellikle ikili aritmetik ve durum analizi çalışmalarını daha ileriye taşıyarak durum analizi ile- şimdi topoloji olarak bildiğimiz alana öncülük eden filozof olmuştur. Yazıyı bir noktada bitirmek zorunda olmasam onunla ilgili daha anlatacak çok şeyim var ama onun en kısa özeti sanırım benim açımdan bu kadar diyebilirim. Düşünme eylemini kavramsallaştıran her insana duyduğum yoğun ilgiyi tekrardan dile getirerek bu yazıyı da yine aynı anımsatmayla bitiriyorum: Yöntemli şüphe iyi bir fikre giden en kısa yoldur.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

eftalya-koseoglu
MSM konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Mezunu. Reklam sektöründe yaratıcı yazarlık ve prodüktörlük yaptı. New York Film Academy’de Senaryo Yazarlığı ve Yönetmenlik Eğitimi aldı. Halen akademi dışı felsefe eğitimi almaya devam ediyor.