20 yy.’ın en etkili ve ilginç düşünürlerinden birisi olan Viyanalı filozof Ludwig Wittgenstein, felsefe tarihine kararsız filozof olarak geçmiş bir isimdir. Böyle anılmasının haklı sebebi ise yaşamının ortasında kendine ait tüm düşüncelerini -sil baştan- değiştirmiş olmasıdır. Bu sebepten de felsefe tarihçileri açısından erken dönem ve geç dönme Wittgenstein olarak nitelendirilir. Bu duruma rağmen her iki döneminde de eserleri analitik felsefe, dil felsefesi, mantık ve Hareket Teorisi’nin gelişimi üzerinedir ve onun bu çalışmaları mantık alanında derin etkiler yaratmıştır. Felsefesi ve hayatı iç içe geçmiş olan bu filozof felsefe ve bilgi için düzenlemiş bir hayat yaşamış ve aslında Antik Yunan düşüncesinin mirasına sahip çıkmıştır.
Wittgenstein’ın en önemli yönü mantık ve matematik merkezli bir düşünme sistemi geliştirmiş olmasıdır.
Mühendislik eğitimi alan Wittgentein Viyana’nın varlıklı ailelerinin birisinin oğlu olmasına rağmen ailesinden kendine kalan serveti reddedip kısmen zorlu bir hayat yaşamayı seçen bu ilginç adam söylenilenlere göre Camridge’de okuduğu yıllarda en etkilendiği hocasına yazdığı kitabı verip bunu okuyup lütfen bana tam bir aptal olup olmadığımı söyler misiniz, der. Hocası da bunu neden istiyorsun dediğinde ise: “Çünkü tam bir aptalsam gidip pilot olacağım, yok eğer değilsem de bir filozof” diye yanıtlar. Dönem sonunda hocası ona şu cevabı vermiş; pilot olmamalısın. Mühendisliğe olan ilgisi giderek daha soyut şeylere kaydıkça matematik ve mantık felsefesi onun ömür boyu süren bir tutkusuna dönüşmüş ve günümüzde halen yaygın olarak mantıkçılığın temel metni kabul edilen Aritmetiğin Temelleri’ni yazmasını sağlamıştır.
Wittgenstein felsefe dünyasına adım attıktan sonra yayınlanan ilk eseri Tractatus’dur. Bu eserinde, dil, mantık, mutluluk gibi pek çok konuyu ele alır ve bu eseri tamamladığında, ele aldığı konuları nihai olarak çözdüğüne ikna olduğu için felsefeyi bırakarak Avusturya köylerinde öğretmenlik yapmaya başlar. Bu dönemde bir manastırda bahçıvanlık yapmaktan, kız kardeşi için bir ev tasarlayıp inşa etmeye kadar kendi değimiyle muhtelif basit işle uğraşır. Varlıklı bir ailenin zeki oğlu olarak böylesi bir hayatı seçmesi ise etrafı tarafından onun yaşamı boyunca yalınlık ve uç noktada dürüstlük değerlerini bağlı kalmaya çalışmasının sonucu olarak görülmüştür. Wittgenstein kendini çağın karmaşasından koruyabilmek için basit olanla ilgilenir.

Bu garip düşünürün felsefesinin “nasıl yaşamamız gerektiği” konusunda ortaya koyduğu bir doktrin ya da sistem olduğu söylenemez, hatta bu konuda ne kadar konuşabileceğimiz bile tartışmalıdır. Wittgenstein’ın düşüncelerinin amacı bir şeyi açıklamak yerine daha çok “neyin söylenemeyeceğini açığa çıkarmaktır” diyebilirim. O yazdığı her metinde sanki yalnızca şu konuya dikkat çekmek isteyen bir düşünürdür: “Yaşamı biraz daha anlaşılabilir kılmak için söylenebilir olanı söylenemez olandan ayırmayız.” Bana göre onun felsefî projesinin ana teması bu düşüncedir. Çünkü onu okudukça giderek belirginleşen tek şey onun yaşamın anahtarını mantık olarak betimlemesidir. Neyin söylenemez olduğuna bu kadar kafa patlatan bu adam dil eleştirisi ve ontoloji araştırmalarına ait tüm düşüncelerini ise mantığa yaslamıştır.
“Mantık bir öğreti değil, dünyanın bir aynadaki zahiridir.”
Wittgenstein, mantığı bir yandan dünyanın, öte yandan dillerin yapısının nasıl olduklarını belirlemek amacıyla bir ön araştırma ve hazırlık olarak görür. “Mantık her mümkün durumla [düşünülebilir olan her şeyle] ilgilidir, mümkün olan her şey mantığın olgularıdır” der. Ona göre biçimsel ve teknik açıdan bakıldığında mantık, deneysel içeriği olmayan, dünya olguları hakkında hiçbir şeyi dile getirmeyen önermeler ve kurallardan oluşmuştur. Mantığın önermeleri [olgulara ilişkin] hiçbir şey söylemezler. Bu bakımdan mantığın önermelerini içerikli olarak gösteren tüm öğretiler yanlıştır. Ancak mantık, ontoloji yapmanın temel koşulu olarak dünyanın nasıl olduğunu kendi yapısında gösterir. Çünkü ona göre mantık araştırması bütün şeylerin doğasını açığa çıkarır. Wittgenstein açısından mantık, her türden mümkün dünya tasavvurunun imkânlarını araştırır. O dünyayı bilmenin doğasına uzanan merdivenin mantık olduğuna inanır. Onun gibi düşünmeye devam edip olgulara bu açıdan baktığımızda ise ontoloji yapmanın temel koşulunun mantık olduğunu hemen anlarız. Her türlü mümkün ontolojinin temelinde aslında onun öne çıkarmaya çalıştığı bu gerçek yer alır. Wittgenstein açısından mantığın temellerinden hareketle inşa edilen mantıksal ontoloji ne dünyanın aktüel durumunun bir açıklamasın ne de dünyadaki olguların bir tasvirini sunar ve der ki; dünyanın aktüel durumunu açıklayan modelleri meydana getirmek bilim kuramlarının, olguların tasvirini vermek de deneysel içerikli önermelerin görevidir.
Wittgenstein açısından mantığın temellerinden hareketle inşa edilen ontoloji dünyanın ne olduğunu değil, yapısının nasıl olduğunu ortaya koyar. Yani, “Mantık her deneyden öncedir – bir şeyin öyle olmasından önce o vardır. Kısaca diyebiliriz ki mantık “Nasıl?” sorundan öncedir, “Ne?” sorusundan önce değil. O halde Dünyanın yapısı ile mantığın yapısı ortaktır ve biz gayet tabii ki mantığın yapısından hareketle dünyanın yapısının nasıl olduğunu ortaya koyabiliriz. Mantık bir düzeni ortaya koyar, gerçekte dünyanın düzenini, yani mümkün olan şeylerin düzenini ki bu düzen hem dünyayla hem de düşünceyle ortaktır” Bu sebeple Wittgenstein’a göre, mantığın yapısının ve temellerinin araştırılması dünyanın yapısı ile temellerinin de araştırılması anlamına gelir.
Dünyanın yapısını ve imkânlarını anlamaya yönelik her türlü ontoloji, mantığın yapısı ile temellerinden hareketle ortaya konulur. Mantığı ontolojinin, daha doğrusu dünyanın yapısını anlamaya yönelik çabanın temeline yerleştiren Wittgenstein, bu bağlamda felsefenin temelinin mantık olduğuna iman eder. Böyle düşünmenin kazancını ise Felsefenin metafizikten kurtuluşu olarak açıklar. Çünkü ona göre metafizik olarak felsefenin sorunlarının ortaya konulmasının kendisi felsefî bir sorundur ve bu sorunların ortaya çıkmasının nedeni, dilin mantığının daima yanlış anlaşılmasıdır. En ünlü eseri olan Tractatus’un yazılış amacını işte bu bağlamda ortaya koyar. Bu kitap esasında bir mantık kitabıdır. İki değerli mantık üzerine yazılmış olmasıyla beraber, doğruluk fonksiyonlarını da anlatmaktadır. Bunun yanı sıra, mantıktan hareketle “Felsefe nedir?” sorusuna da cevap arar. Ayrıca analitik yapısıyla da matematik felsefesinde yeni bir yaklaşım getirir. Wittgenstein, bir mantıkçı olmasıyla beraber aynı zamanda şiirle ilgilenen bir yöne de sahiptir. Eseri matematik, mantık ve dil felsefesinde çığır açıcı kabul edilir.

Tractatus numaralandırılmış aforizmalardan oluşan bir metindir.
Yedi temel aforizma 1’den 7’ye kadar numaralarla sunulur. Her bir aforizmanın altındaki açıklama ve yorumlar 1.1, 3.1 biçiminde, söz konusu açıklamaya dair görüşler 1.11, 3.11 biçiminde numaralandırılmıştır ve anlatım ve içerik açısından pek ilginç olan bu kitap şöyle açılır:
1.Dünya olduğu gibi olandır.
1.1 Dünya şeylerin değil olguların bir toplamıdır. Dünya hakkında fikirlerini bu biçimde ifade eden Wittgenstein daha sonra dilin ne’liğine yönelir. Bir olgu durumunu resmeden bir çizim düşünelim. Olgu, gerçekte olup biten şeyin kendisidir. Çizim ise olanaklı bir olgu durumunu resmeder.
2.1 Biz, olguları kendimize resmederiz.
2.12 Bir resim gerçekliğin bir modelidir.
2.131 Bir resimde resmin unsurları nesnelerin temsilcileridir.
2.14 Bir resmi oluşturan şey, unsurlarının bir diğeriyle belirli bir bağlantı içerisinde olmalarıdır.
2.141 Bir resim bir olgudur.
Çizim örneğini ele alırsak çizimdeki unsurlar (çizgiler, şekiller, renkler), gerçekte mevcutturlar. Her bir resmin belirli bir yapısı vardır. Yapı ile kastedilen, resmi oluşturan unsurların birbirleriyle belirli bağıntılar içerisinde olmalarıdır. ‹ki farklı resim, benzer bir yapıya sahip olabilir. ‹ki resim benzer yapıları haiz olmalarının ötesinde, ortak bir resimsel biçime sahiptirler. Burada resimsel biçimle kastedilen ne resimlerdeki unsurlardan birisi ne de resimlerin yapısıdır. Resimsel biçim, bir olanaklılık olarak düşünülmelidir. Birtakım unsurların böyle bir yapı içerisinde düzenlenebilme olanaklılığı bize, resimsel biçimi verir. Resimsel biçim varlığını bir olguya ya da o olguyu temsil eden bir resme bağlı değildir. Söz konusu olanaklılık, bir resimde fiilî hale gelebileceği gibi çok farklı resimlerde de fiilî hale gelebilir. Tüm bu resimlerin, aynı resimsel biçime sahip olduğunu söyleriz.
Resimler ve resmedilenler arasındaki resmetme bağıntısından söz edilebilmesi, resim ile resmedilen arasında ortak bir şeyin olmasına bağlıdır. Resim, ister resmettiği gerçekliği doğru biçimde resmetsin, ister etmesin, resimle gerçeklik arasındaki bu ortak şey, resimsel biçimdir. Yukarıda kitaptan alıntıladığım bu bölümleri Wittgenstein’ın düşünce tekniğini serimlemek için kullandım. Burada belirtmekte fayda var ki Wittgenstein, resim terimini çok geniş bir anlamda kullanmaktadır. Onun ele aldığı şekilde resim sadece iki boyutlu bir çizim olmak durumunda değildir. O resim örneği ile şunu demeye yeltenir; nerede olguların, olguların içerisinde yer alan nesnelerin temsil edilmesi söz konusu ise bir resmetme bağıntısından söz edilebilir. Wittgenstein’a göre, her bir resim mantıksal bir açıklamadır ve mantıksal resimler, dünyayı doğru ya da yanlış resmedebilir.
Wittgenstein tüm olanaklı olguların ya da olanaklı tüm nesnelerin, olanaklı tüm bağıntılarının mevcut olduğu bir mekândan söz eder ve bu mekâna mantıksal uzay adını verir. Mantıksal uzay sadece fiilî olgu durumlarını değil, tüm olanaklı olgu durumlarını da kapsar. Mantıksal uzayı bu şekilde ortaya koyan Wittgenstein, resimlerin ne’liğini şu şekilde ortaya koyar:
2.202 Bir resim mantıksal uzayda olanaklı bir durumu temsil eder. Bu görüşlerden hareket ederek bir resmin doğru ya da yanlış olmasından nasıl söz edilebilir?
2.22 Bir resim temsil ettiğini doğruluğundan veya yanlışlığından bağımsız olarak, resimsel biçimi vasıtasıyla temsil eder.
2.223 Bir resmin doğru veya yanlış olduğunu söyleyebilmek için onu gerçeklikle karşılaştırmalıyız.
2.224 Sadece resme bakarak resmin doğru veya yanlış olup olmadığını söylememiz mümkün değildir.
2.225 A priori olarak doğru olan resimler yoktur.
Bir resmin doğru olması, resmettiği olgunun fiilî olmasını gerektirir. Bunu anlayabilmek için ise resmin olgu ile karşılaştırılması zorunludur. Eğer Wittgenstein haklı ise bu, akılcı ve epistemoloji anlayışlarının yanlış yolda olduğunu gösterir. Herhangi bir resim ne kadar açık ve seçik olursa olsun, olgulardan bağımsız olarak doğru ya da yanlış olamaz ve düşünceler ifadelerini algılanabilir işaretlerde, resimler ve dilde bulur. Bu noktada, Wittgenstein’ın dilin sınırlarını çizerek düşünceye nasıl sınır çekebileceği anlaşılır hale gelir.
Önermesel bir işaret yani, bir cümle, belli nesnelerin bir düzenlenişinden ibarettir. Ancak dilin yapısı anlam olanakları açısından oldukça karmaşıktır. Wittgenstein, dille karşılaştığımızda, dilin mantığını kolayca çözemeyebileceğimizi ve bu nedenle dilin düşünceyi gizlediğini öne sürer.
“Wittgenstein mantığın içinden hareketle, mantığın kendisini araştırır. Mantığın kendisini araştırıyor olmak temel önermenin, yalın önermenin ortaya çıkartılması demektir.”
Dilin özü, bu itibarla saklı olabilir ama bu onun açılıp, aşikâr hale getirilemeyeceği ve teşhir edilemeyeceği anlamına gelmez. İşte dilin bu saklı özünü açığa çıkaran, mantıktan başka bir şey değildir. Wittgensten, hocası Russell’ı izleyerek dilin yüzeysel grameri ile dilin mantığını birbirinden ayırır. Russell, mantıkçıların çalışmaları ile gelişmekte olan modern mantığın, dilin içsel yapısını yansıtmakta yetkin olduğunu savunmuştur. Bunun anlamı, gündelik dillerin dışlanması ya da ideal – mantıksal bir dile doğru evrilmelerinin talep edilmesi değildir. Wittgenstein’a göre gündelik diller dil olmaları itibariyle, her ne kadar muğlaklıklar, karışıklıklar ve belirsizlikler içerseler de dilin özüne haizdirler. Yapılması gereken onlardan kurtulmak değil, onları anlamaktır. Wittgenstein, bir felsefe probleminin dilin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını söyler. Daha doğrusu dilin mantığını yanlış anlamaktan dolayı ortaya çıkan problemler olduğunu fikrini savunur ve dilin mantığını yanlış anlamaktan kaynaklanan felsefe problemlerini sonuna kadar gidip çözmemiz gerektiğine inanır. Bu problematiği çözmenin koşulu ise mantığı felsefenin merkezi kılmaktır. Felsefe mantık ve metafiziğin iç içe olduğu bir alandır. İşte Tractatus mantığın temellerinden, yani mantıkla ilgili araştırmalardan dile doğru gider. Burada belirtmekte fayda var ki Wittgenstein mantığı iki anlamda kullanır: Birinci anlamda, temel araştırma yapmanın kendisi olarak mantığı, dilde araştırır. Wittgenstein’ın ilk dönemine ilişkin en temel kabulü budur.

İkinci döneminde ise felsefesini mantığın olanağının araştırılmasından dilin yapısının araştırılmasına doğru çevirir. Bu anlamda Wittgenstein’da mantık birinci anlamda dilin ve dolayısıyla dünyanın mantıksal yapısının araştırılmasıdır. Bu noktada yapılması gereken şey, mantıklı dilin, düşünülür dilin, söylenebilir dilin sınırlarını mantıkla önceden belirlemektir. İşte Tractatus’un en belalı kısmı ve aslında merkezi burasıdır. Wittgenstein temel önermenin olmazsa olmaz bir özellik olduğunu söyler. Onun kurduğu mantık evreninde; Mantık dilin sınırlarını hem doldurur hem de belirler. Wittgenstein, mantığın yani dilin sınırlarının ötesindeki hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ısrarla tekrarlar. Her durum için bu iddiasını kanıtlar. Wittgenstein, gündelik dilin kendi içinde mükemmel olarak gayet iyi bir biçimde çalıştığını söyler. O sadece mantık ve matematikte dilin düzgün biçimde kullanılmasına yönelik bir çabaya girmiştir. Yoksa Wittgenstein bütün dili mantık ve matematikte ya da Leibniz’in yaptığı gibi evrensel bir açık seçikliği hedeflemez. Onun mantık araştırmasının nedeni dünyayı anlamaktır. Çünkü o öyle inanır ki dünyada mantıkla başlamamış hiçbir şey bulunmaz. O tüm deneylerden önce gelir ve mümkün dünyalarının bir ön kabulüdür ve mümkün dünyaların sınırlarını ortaya koyar ve işte felsefede bu dünyanın içinde değil sınırlarında olan bir alan olduğu için dünyayı anlamak ancak mantıkla yürütülen felsefe çalışmalarıyla olanaklıdır.
“Mantık dünyanın imkanlarının araştırılmasıdır.”
Mantık olmadan felsefe yapılamaz çünkü felsefe anlaşılır olmak için kendini hakkında konuşabileceğimiz bir dünyayla sınırlamak zorundadır. Bu sınırı geçecek olursa onu anlamsızlık bekliyor olur. O yüzden konuşamayacağımız mistik şeyler hakkında sessizliğimizi korumamızı önerir.
İşte bu yüzden dini ve etik değerler hakkındaki tartışmaları anlamsız olarak nitelendirir. Çünkü bu başlıkları tartıştığımızda üzerinde konuşmaya kalkıştığımız şeyler dünyanın sınırları dışındadır ve aynı zamanda dilimizin sınırlarının da ötesindedir. O, “Açık ki etik söylenmeye gelmez.” diye yazar. Wittgenstein’ı okumayı da öğretmeyi de çok seven rahmetli Oruç Hocam bir seminerinde onun Felsefi Soruşturmalarda kullandığı yöntemi özetleyen bakış açısını; “Düşünmeyin fakat bakın” olarak özetlemişti. Ben ise yazımın sonlarına gelirken Oruç Hoca’dan daha uzun bir yöntem özeti yapacak olursam benim anladığım kadarıyla Wittgenstein tıpkı Kant’ın aklın sınırlarını çizmeye uğraşması gibi o da dilin haliyle de düşüncenin sınırlarını çizmeye uğraşmış bir filozoftur. Bunu yapmasının nedeni ise felsefi tartışmaların ve anlaşmazlıkların çoğunun dünya hakkında düşünme ve konuşmayı ele alış biçimlerimizle ilgili bazı temel hatalara dayandığından kuşkulanması olsa gerek.
Görünürdeki tüm karmaşıklıklarına rağmen Wittgenstein’ın Tractacus’ta yer alan ana fikirleri aslında çok basit bir ilkeye dayanmaktadır hem dil hem dünya biçimsel olarak yapılandırılmıştır ve bu yapılar bileşenlerine ayrılabilmektedir. Wittgenstein dilin ve dünyanın bu yapılarını ortaya çıkartmaya ve sonra da birbirleriyle nasıl ilişkide olduklarını göstermeye çalışmıştır. Bunu yaparak da bir dizi geniş kapsamlı felsefi sonuca ulaşma gayretindedir. Wittgenstein’ın “dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” derken ne kast ettiğini anlamak istiyorsak onun, “dünya” ve “dil” kelimeleriyle ne kastettiğini anlamakla işe başlamamız gerekir ki aslında bugün hangi işe bunu yapmadan başlayabiliriz ki? Gelecek ay görüşmek üzere sevgiyle.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.