İlişkiler

Anne ile ilişki ömür boyu süren bir meseledir

     

“Anne sevgisi yaşamdaki tüm başarıların temelidir

Büyük ihtimalle yaşamda anne ile olan ilişkinin yeniden yapılandırılmasından daha büyük bir görevimiz yoktur.

Pek çok kişi için anne ile olan ilişki yaşam boyu süren bir meseledir.

Maalesef, pek çok insan anneye yönelik sevgi dolu bir duruşun ve minnettar olmanın yaşamdaki gerek iş gerekse partner ilişkileri, tüm başarının temeli olduğunun farkında değildir. Anneye minnet duymamanın ve olumsuz bir tavrın sağlığımız üzerinde pek çok etkisi vardır.

Kalplerimizde annemize yönelik sevgi ve huzur sağlandığında, yaşamın bolluğu tarafından taşınırız.”

                                                                                                                                                                       Bert Hellinger

Aslında bu açıklama çok şey anlatıyor ama anneyle olan bağımız o kadar derin ki, bu bağı tam olarak idrak edebilmek bile bazen yıllar alabiliyor.

Hayatımızın nasıl gelişeceği daha anne karnındayken şekillenmeye başlar. Annemizin hamilelik sırasında sık tekrarlanan duyguları, düşünceleri ve etrafımızda yaşanan olayların yarattığı duygular, doğamızın endişeli, küskün veya sakin vs. olması için belirleyici rol oynar. Yaşanan stresli durumlar anneyle bebeğin bağını anne rahmindeyken zayıflatabilir.

Bağlanma kuramı, İngiliz Çocuk Psikiyatristi John Bowlby tarafından ortaya atılmıştır. Annemizle olan bağımız tüm yaşamımızı belirler ve sağlıklı bir psişenin temeli de budur der.

Çocuk, annesi tarafından ihmal edildiğini, sevilmediğini, reddedildiğini hissederse kendi içinde de küçümseyici ve reddedici olur. Kendini ihmal edebilir, yok sayabilir, kendinden şüphe edebilir. Eğer annesi tarafından sevildiğini hissederse kendisine karşı da yumuşak, iyi, rahat ve sabırlı olur.

Yani annemiz ile olan ilişkimizde kesinti var ise kendimizi de kabul etmemiz zor oluyor. İçsel kritik de bununla bağlantılıdır. Eğer annemiz bizim için yeterli değilse, biz de kendimiz için yeterli olamayız.

Elbette bu bağ pek çok sebeplerden dolayı kesintiye uğrar. Çalışmak zorunda kaldıkları, hasta oldukları, çeşitli sebeplerden dolayı bize bakamadıkları için bizi birilerine bir süreliğine emanet edebilirler, evlatlık olarak verebilirler. Annelerimizin türlü travmaları olabilir; hem şu anki yaşamlarında olmuş olabilir hem de nesiller arası travma mirası da taşıyor olabilirler. Bu sebeplerle fiziksel olarak yanımızda olmalarına rağmen duygusal olarak bizim için orada olmayabilirler. Çocuk için bu durum hayal kırıklığı ve daha pek çok sıkıntılı duyguya sebep olur. Çocuğun büyüdükçe yaşamındaki seçimleri de bu olumsuz kayıtlar doğrultusunda gerçekleşir maalesef.

Bu durum, yaşamda her türlü ilişkimizi, finansal durumumuzu, sağlığımızı, iş durumuzu ve daha pek çok şeyi kapsıyor. Bu yüzden yaşamdaki sorunlarımızın pek çoğunun kaynağı annemizle olan ilişkimizden kaynaklanır. Bunun boyutunu siz hayal edin…

Sarah Peyton’a göre, annelerimiz bir travma ile uğraşıyorsa bu alan bizi o kadar etkileyebilir ki tüm ilişkilerimizi bu travmanın getirdiği bozuk algı gözlüğü ile görebilir, sürekli tekrar eden kendini sabote etme döngüsüne takılabilir, kendi ihtiyaçlarımızı göz ardı ederek başkalarının ihtiyaçlarını kendimizinkinden önce görmemize neden olabilir; sınır belirleyemeyiz ve yaşamın açıklanamayan gizemleri içinde buluveririz kendimizi. Özetle seçimlerimiz, bu oluşan bozuk travma alanından gerçekleşir.

Arkadaşlarımızdan, partnerimizden ve iş ilişkilerinden “koşulsuz sevgi” beklentisi içinde olmak da bir anne yarasının projeksiyonudur. Koşulsuz sevgi sadece anne ve çocuk arasında gerçekleşir; bu sevgiyi başkalarından bekleyemeyiz.

Epigenetik bilimi, büyükannelerin, büyükbabaların yaşadığı travmaların nesilden nesile geçmekte olduğunu araştırmalarla açıklayabilmekte…. Davranışlar bir nesilden diğerine akar. Annemiz kendi annesinden ne gördüyse bize de öyle davranır, odan öncekiler de öyle… Ta ki bilinçli bir şekilde fark edilip, farklı seçimler yapılana dek. Ebeveynlik nesiller arası bir zincirdir aslında. Bir nesli etkilemiş olan hastalık, evlilik ve ilişki problemleri, depresyon vs. gibi tam anlamıyla çözülmemiş olan her şey, tamamlanmak üzere sonraki nesillere miras kalır; Matruşka bebekler gibi. Travmalar ayrıca toplumdan topluma da aktarılır.

Çoğumuz annemizle olan bağımızda bir kopma yaşamışızdır. Bir annenin çocuğuyla mükemmel bir ilişki içinde olmasını bekleyemeyiz; bu gezegen mükemmel insanlar için değildir. Annemiz de her insan gibi hata yapabilir ve hepimiz gibi bazı limitlere ve travmalara sahiptir. Annelere olan öfkenin sebebi çoğunlukla bu ütopik beklentiden kaynaklanır. Bu beklenti çıkmaz sokaktır. Varoluşun bizim için belirlediği kadarından fazlasını istemek çok yorucudur. Annelerimizden ihtiyacımız olanı yeteri kadar aldık. Suçlamaya, özellikle de bu döngülerin nesiller boyunca sürdüğünü bildiğimiz zaman, devam etmemiz mümkün olmaz. Kimi suçlayabiliriz ki burada? Ancak, bu anlayış yaralı bir çocuk için fazla gelebilir ve buna direnç gösterebilir. Yaralı çocuğun olgunlaşması ve sorumluluğunu alması için artık kendimizin ona ebeveynlik yapmamız gerekir. Bu da yaşamının sorumluluğunu almak isteyenler içindir elbette.

Annelerimizden en değerli hediyeyi, yani yaşamı aldık ve sadece bu bile yeterli. Annemizin sevgisi bizi bekliyor ve annemizle olan bağımız, hangi yaşta olursak olalım, iyileşebiliyor. Yaşam da bizi bekliyor daha pek çok hediyeyle…

Tüm annelerimize minnetle…

 

 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.