Aşkın geleceğine dair bir projeksiyon
Aktüalite Dergi

Aşkın geleceğine dair bir projeksiyon

Kemal Sunal ve Fatma Girik’in baş rollerini paylaştığı “Japon İşi” filmini hatırlarsınız. 1987 yapımı bu film çok sevdiğim bir adroid aşk hikâyesi. O vakit de düşünmüştüm, bugün de hâlâ aynı fikirdeyim, aşıkmış gibi yapabilen bir robot ile gerçekten aşık biri bir olamaz. Kalbin mantığın sesini susturması, türlü mantıksızlığa olur vermesi; aklın, görevi kalbe devretmesi, şüphe ve merak, bekleyiş vs. aşkı aşk yapan şeyler sanki. Öte yandan ilişkileri giriş gelişme sonuç bölümlerine ayırırsak, günümüz aşklarının özellikle giriş bölümünün oldukça mantıklı argümanlarla şekillendiği de gerçek. Sosyal medya ve arama motorları sayesinde birini tanımadan bilebiliyoruz, bize uygunluğunu ölçebiliyor, ürün kataloğu gibi çalışan partner aplikasyonlarıyla işimizi şansa bırakmıyoruz. Teknoloji, gönül işlerinde de hayatımızı kolaylaştırıyor. Peki, bu iyi bir şey mi? Gelecekte aşklar nasıl olacak… Aşk olacak mı? İlişkilerde terazi, mantığa doğru mu gidiyor? Aşık gibi davranmaya programlanmış robotlar olacak mı? Aşkın geleceğini T-İnsan ve Yarının İşini Yarına Bırakma kitaplarının yazarı, Fütürist, Ekonomist, Yazar ve Ajans Başkanı Ufuk Tarhan’a sordum. Insragramdaki @futuristufuk hesabından da oldukça sıra dışı bilgiler paylaşan Ufuk Tarhan’ın sorularıma verdiği cevaplar, önümüzdeki yıllarda tartışacağımız pek çok başlığı içinde barındırıyor.

BAĞLILIK ILE İLGILI AIDIYET DUYGULARIMIZ DÜNYADAŞLIĞA DOĞRU EVRIM GEÇIRECEK

Ben bir iyimser olarak, zamanın ruhuna inanıyorum. Ve bizlerin uyumlanma yeteneğimize… Dış gerçeklikler değişiyor, değişecek de… Peki insanın değerleri bu değişim karşısında ne gibi farklılıklar gösterecek? Yoksa özde aynı mı kalacağız?

Ne güzel. Ben de daima olumlu bakışı benimseyen ve her şeyin “zamanın ruhu ile uyumlanması gerektiğine” inanan bir bakış açısına, yaşam felsefesine sahibim. Çünkü ve zaten hiçbir şeyin aynı kalması mümkün değil. Her şey değişiyor ve değişmek, gelişmek zorunda. Evrensel kurgusu böyle. Bizim içinde olduğumuz galaktik evren de yerküre de sürekli değişiyor. Dolayısı ile üzerindeki insanlar ve diğer canlı, cansız varlıklar da maddi, manevi yapıları ile sürekli evrim geçiriyorlar. Öte taraftan temel ihtiyaçlarımız olan “beslenme, barınma ve örtünme” ise değişmiyor.  İnsanoğlunun yaradılışından bu yana sürdürülebilir yaşam için temiz hava, su ve bunlara ihtiyacı var.

O zaman şöyle toparlayabiliriz; özdeki ihtiyaçlarımız aynı kalıyor ancak bunları karşılama, kullanma, yaşama yöntemlerimiz ve değer setlerimiz değişiyor.  Bir anlamda özümüz değişmiyor ancak değerlerimiz “daha iyi, daha uyumlu, daha sürdürülebilir…” olmaya çabalar şekilde dönüşüyor.  Genel kanı bunun tam tersi ama gerçek benim söylediğim gibi. Öyle olmasa sürekli kalabalıklaşmamıza, karmaşık sistemlerde yaşamamıza rağmen nasıl bir arada olmayı sürdürebilirdik ki? Çoktan birbirimizi katletmiş olmamız gerekirdi…

Aile, akrabalık, ilişkiler… Bu kavramlar da doğal olarak değişime uğradı. Sizce bu olgular zamandan nasıl etkilenecek?

Değişecek. Aile, akrabalık, vatandaşlık, ulus-millet bağları zayıflayacak. Bir ülkeye, millete, aileye, gruba, kökene bağlılıkla ilgili “aidiyet duygularımız” dünyadaşlığa doğru evrim geçirecek. Yerküre üzerinde yaşayan insanlar olarak her birimizin birbirine en büyük bağlılığının “gezegenin sürdürülebilirliği” olduğunu anladığımız yıllardayız. Milliyet, cinsiyet, aile, köylü, kasabalı, şuralı-buralı, akraba olmak ve bunun bizi birbirimize asıl bunların bağladığına dair sanrılardan farklı bir boyuta, evrensel bütünlüğü kabule ve saygıya geçeceğiz.  Yani geçmemiz lazım. Özümüz buna evirilmeli. Yoksa işimiz zor… Hepimiz geleceğe “dijital medeniyetlerin dünyadaşları” olduğumuz bilinciyle adeta “yeni bir türmüşüz” gibi insansılarla, canlılarla ve cansız varlıklarla bir bütün olarak ilerleyeceğiz.

Ben dijital olanakların özellikle aşk gibi gizemden beslenen bir duyguyu biraz olumsuz etkilediğini gözlemliyorum. Kimseyi merak etmediğimiz, geçmişini de şimdisini de görebildiğimiz, bazı şeyleri neredeyse hiç konuşmadığımız bir bilgilenme olanağına sahibiz. Gelecekte daha farklı teknolojilerle elimizdeki cihazlara bile gerek kalmayacağı konuşuluyor. Birbirimiz hakkında konuşmadan bildiklerimiz artacak mı?

Bu, yine ikinci soru gibi daha çok “bilgi edinirsek, konuşmamıza gerek kalmayacak, gizem yok olacak gibi” bir ön yargı ve çıkarım içeriyor gibi geldi bana. Eğer esas amaç ve ihtiyaç “birbirimiz hakkında bilgi edinmek” ise ve bunu, en azından temel seviyede, bizzat konuşarak, soruşturarak ve kişisel temasla daha çok uğraşarak öğrenmek yerine kolayca, teknoloji yardımı ile yapabiliyorsak sorun ne? Hatta her gün daha da gelişen teknoloji sayesinde kişilerin anlatmadıkları ya da bizim sormadıklarımızı dahi öğrenebiliyorsak sıkıntı ne, ona bakmak lazım.

İletişim aslen bir amaç değilse ve araç ise… Asıl ihtiyaç “birbirimizle anlaşmaksa, aşk yaşamaksa” ve biz bunu seçersek engel ne? İnsana dair standart, statik bilgileri kolayca elde edebiliyorsak, “Ne güzel, daha farklı, daha derin, detaylı konuşmalara, yüzeyden daha derinlere inmeye zaman kalıyor” diye sevinmemiz gerekmiyor mu?  Gelecekte elimizdeki cihazlara dahi gerek kalmadan, sensörlerle vb. birbirimiz hakkında bilgi edinebileceğimize göre konuşmak için daha çok vaktimiz olacak. Hatta bilgi edinmiş olarak çok daha sağlıklı, verimli konuşabileceğiz, dolayısı ile anlayıp, anlaşılabileceğiz. Böyle de bakamaz mıyız gelişmelere?

Üstelik gizemli olmak, hayata gizem katmak; istenildikten sonra her koşulda mümkün değil midir?  Gizlenmek istiyorsanız kapatırsınız bilgilerinizi, ayarlarsınız filtrelerinizi, çekersiniz perdelerinizi ve hayata öyle devam edersiniz. Başta da dediğim gibi bizi sıkıştıran teknoloji değil, kendi kendimize “teknolojiyi, dış faktörleri sorumlu tutarak” koyduğumuz limitler, varsayımlar, genellemeler daha doğrusu seçtiğimiz “tutum ve davranışlar…”

Mutlu aşk ifadesi, bir oksimoron mudur?

Direkt kitaptan alıntı yaparak yanıt vereyim. Oksimoronun kelime kökeni, eski Yunanca oksýs, “sivri, keskin, bir şeyin sivri ucu” ve mōron, “aptal” sözcüklerinin bileşiminden geliyor. Oximoron, oxymoron, “aptallığın en uç noktası” olarak kullanılıyor. Birbiriyle çatışan, çelişen iki, ters anlamlı, uyumsuz kelimenin bir arada kullanılmasını anlatıyor. Yani oksimoron; iki zıt özellik veya düşünceyi ifade ediyor. Mesela sessiz çığlık, yaşayan ölü, kesin tahmin, korkunç güzel, feci lezzetli, geçici sonuç, vb. gibi. Buna benzer, her dilde kullanılan yüzlercesi var.

O yüzden “mutlu aşk” veya “mutsuz aşk” ya da “huzurlu aşk” vb. oksimoron sayılmaz çünkü bu nitelemeler aşkla zıt ve çelişkili durumlar değildir. Aşkın içinde her türlü duygu, çoğu zaman da taşkın ve doğal olarak vardır ve aşk sürekli değişkenlik içinde olan istikrarsız bir haldir. Yani mutluluk ya da farklı duygusal nitelemeler aşkla birlikte kullanıldıklarında mutlak, statik ve sürekli bir “zıtlık veya uyum” içermezler. Hiçbir duygu aşkın içinde kesintisiz, daima devam edemez, çünkü aşk akışkandır.  Bazen yükselir, bazen azalır, bazen de tamamıyla yok olur. Mutluluk da benzer şekilde dalgalanır. Hep en tepelerde ya da en diplerde yaşanmaz. Mutlu aşk da mutsuz aşk da olur. Yani aşk sürmektedir ama mutluluk seviyesi düşüktür, ya da birlikte mutlusundur ama ilişkide aşk kalmamıştır ya da aşkın ateşi sönmüş, azalmıştır. Bilmem açıklayabildim mi? “Mutlu aşk” oksimoron değildir (bence) çünkü oksimoron dersek ikisi birbirine tamamen zıt demiş oluruz ki bu doğru değildir. Doğru olan; aşkın insanı mutlu, mutsuz, deli, huzurlu, huzursuz, sersem, dingin, heyecanlı, karamsar, sevinçli, umutlu, umutsuz, vb. ettiğidir. O yüzden bir türlü tam tarif edilemez hem istenir hem kaçılır ya!

“Etik her zaman etiktir ve her konudaki sürdürülebilirliğin temel yapı taşıdır. Topluca yaşanan, insanları, insansıları, diğer canlıları kısaca evrenimizi oluşturan tüm unsurları kapsayan, gözeten, yaşam alanı tanıyan, mutlak saygı+sevgi içeren ve sağlayan doğal, organik kurallar setidir.”

Yarının İşini Yarına Bırakma - Ufuk Tarhan
Yarının İşini Yarına Bırakma
Ufuk Tarhan
Ufuk Tarhan

Bugünün geçmiş için gelecek bir tarih olduğunu düşündüğümde, hayatımızda ve hatta dünyada nelerin değiştiğini görebiliyorum. Gelecek üzerinde hep karanlık senaryolar yazılan bir kavramdı. Şimdi de aynısını yapıyoruz. Gelecekte hiç mi iyi bir şey yok?

Bu bakış açısı “ya o ya bu” veya “ya hep ya hiç” ya da “sürekli” gibi “dayanaksız, verisiz” bir kesin ayrıştırma, niteleme, ön yargı, çerçeveleme ve yönlendirme içeriyor gibi. Oysa böyle bir şey yok, olamaz. Evrende her şey sürekli değişim içinde (Entropi Yasası). Evet gelecekte daha fazla sayıda olumsuzluğun gerçekleşme ihtimaline daha yüksek prim verenler var. Ama gelecekte daha fazla olumlu şeyin gerçekleşme ihtimalini savunan, buna sıcak bakan ya da her ikisine de eşit mesafede olan, “her ikisi de mümkün” diyenlerin sayısı da az değil. Kısacası çok genel bir alışkanlık olarak özellikle biz Türkler, doğu kültürü olasılıkları değerlendirirken “ya o, ya bu” tarzında “ayırımcı, taraf tutar gibi” keskin yaklaşımlar benimsiyoruz.  En ufak konularda bile birbirimizi seçimler yapmaya zorluyoruz. Bu tip “kapalı” sorularla daha doğrusu soru soruyormuş gibi yapılan “çıkarımlarla” yanıltıcı yaklaşım sergiliyoruz. Önce bunu netleştirelim, farkında olalım ve mümkünse yapmayalım.

Sonra da yanıtımı vereyim; tabii ki gelecekte olumsuz olabilecek şeylerin yanı sıra pek çok güzel gelişmenin olasılığı da çok yüksek. Esasen her bir konu iyi ya da kötü amaçlar için kullanılabilir. Örneğin nano teknoloji ile damarlarda dolaşacak minicik robotlar damar çeperlerini onarıp, kan akışının düzenlenmesini sağlayabilir. Ve tabii ki kötü niyetli kullanımla aynı nano robotlar kitlesel olarak, zerrecik halinde insanlara püskürtülürse, diyelim solunum yolu ile bunları içine alan insanların toplu katliamında da kullanılabilir.  Veya yapay zekâ, robotlar insan onuruna, güvenliğine aykırı işleri yapmakta (mesela nükleer sızıntı olan ortamlarda, Çernobil’de inceleme ya da COVID-19 hastalarına yemek götürmekte, vb.) kullanılabilecekleri gibi, başka insanlara, canlılara, çevreye zarar vermek için de kullanılabilir.

Kısacası, her döneme, gelecek üzerinde karanlık senaryolar yapanlar ve onları engellemeye çalışanlar da daha iyi bir gelecek için çabalayanlar olacaktır. İnsanlık tarihi boyunca da yaklaşımlar böyle olagelmiştir ve ne mutlu ki çoğunlukla iyiler kazandığı için bugünlere varabilmişizdir. Yoksa çoktan yok olurduk. Ben şimdi ve gelecekte de güzel aklın, iyiliğin kazanacağına; daha mutlu, güzel yarınları hep birlikte ve aşkla inşa edeceğimize inanıyorum.

AŞIKMIŞ GIBI DAVRANABILEN ROBOTLAR

Hayat, merak ve teknoloji, duygulanabilen insansı robotları sadece filmlerde görmediğimiz bir yere doğru gidiyor. Düşünüyorum da bir insan robota kolaylıkla âşık olabilir -ki olabiliyor da- İnsan her şeye âşık olabilen bir canlı. Peki, tasarımı âşık olmaya programlanmış robotlar mümkün mü? Olduğunu düşünsek, rağbet görür mü sizce?

Robotları, insansıları en azından şimdilik ve muhtemelen bir 50 sene daha insanlar programlayacağına göre bir robotun ya da botun âşık olması değil de gerçekten aşıkmış gibi davranabilmesi tabii ki mümkün olacak. Hatta günümüzde de aşk robotları sektörünün neler yapabildiğini ve talebin nasıl hızla büyüdüğünü sızan haberlerden duymaya başladık bile. İnsanların, organik insan baskısından ve dengesizliğinden sıkılarak kendisine tamamen kendi beklentileri doğrultusunda davranan ve iyi hissettiren robotlarla aşka benzer duygular yaşamayı tercih edeceğini, buna olan ihtiyacın ve talebin de sürekli artacağını düşünüyorum.

İnsanların gelecekte giderek artan oranda, devamlı vır vır eden, baskı yapan, tartışan, mutsuz kılan bir eş, partner ya da arkadaş, vb. yerine kendisine iyi davranan, tam da beklediği gibi karşılık veren robotları tercih edeceklerinden hiç kuşkum yok.  Teknoloji çağının insanları yorgun, kaygılı, sabırsız ve daha iyi bir gelecek arayışında. Hal böyle iken kimsenin, bir başkasının kaprisini, maddi-manevi yükünü çekecek hali, zamanı, kaynağı yok.  İnsanlara kendi varlıkları bile ağır geliyorken klasik ilişki karmaşası artık çekilmez geliyor. O yüzden teknoloji bu konuda da can simidi gibi “ben buradayım, sana iyi hissettirebilirim” diye göz kırpıyor. Neden olmasın? Oluyor zaten…

Kitabınızda insanın etik anlayışına dair de bir projeksiyon yapıyorsunuz. Sizce aşkın etik sınırları nasıl olacak? Ya da sınırlar baki olacak mı?

Kanaatimce, etik konusu herhangi bir alan ve zamanla sınırlandırılabilecek ya da bazı konularda çok hassas olunan, bazılarında ise gevşetilebilir sıradanlıkta bir durum değil.

Etik her zaman etiktir ve her konudaki sürdürülebilirliğin temel yapı taşıdır. Topluca yaşanan, insanları, insansıları, diğer canlıları kısaca evrenimizi oluşturan tüm unsurları kapsayan, gözeten, yaşam alanı tanıyan, mutlak saygı+sevgi içeren ve sağlayan doğal, organik kurallar setidir.

O yüzden aşkın da dahil olduğu bütün yaşamsal konularda “etik” olmazsa olmaz kritikliktedir. Neticede etiğin olmadığı yerde neyin olduğunun çok da önemi yoktur.

Kitabınızda “Berrak, aydınlık bir gelecek için dilde, zihinde, bedende ve eylemde hijyen şart” diyorsunuz. Berrak, aydınlık ve zamana ayak uydurabilen bir aşk için neler söylersiniz?

Ne güzel olur derim. Hijyenik bir ortamda yaşanan aşk ilerleyen süreçlerde ne güzel ne tatlı ne kadar güven veren bir hayat arkadaşlığına döner diye düşünürüm. Ve gençlere, herkese dilde, zihinde, bedende daima “hijyenik” olmayı hararetle tavsiye ederim. Yaşamsal temel prensip ve gereksinimler aslında çok yalın ve belli. Bunları dikkate almak ancak ve ancak daha iyi bir hayat, gelecek için yol açıyor. Deneyimleyin, göreceksiniz. Bunlar yaşamadan yaşanmaz… umarım yaşarsınız…

Sevgili, partner ya da aktivite arkadaşı gibi ihtiyaçlar için kullanılan dijital uygulamalar, platformlar var ve insanlar bunları kullanıyorlar.  Bunlar da insanın dönüşümünün bir parçası mı? Aşk ve mantık ikilisinde terazi mantığa doğru mu gidiyor?

Aynen. Tüm bu konuştuklarımız, irdelediklerimiz dönüşümün analizi aslında. Biz kalabalıklaştıkça akıl, bilgi ve teknoloji sayesinde yeni çözümler, araçlar, yöntemler geliştiriyoruz. O geliştirdiklerimizi bizi, biz onları sürekli değiştiriyoruz ve hep daha iyi olma çabası ile dönüşüyoruz. Gelecek dediğimiz süreç içinde tüm bu unsurlarla etkileşim içinde ilerliyoruz. Bu da doğal olarak algılamamızı, duygu durumlarımızı da bir evrime sokuyor çünkü her bir nesil, öncekinden farklı şeylere seviniyor, üzülüyor, korkuyor, mutlu oluyor, kızıyor, heyecanlanıyor… Örneğin eskiden insanlar evleneceği insanı ya da partnerini seçmek için gizli mektuplar, mendil içinde mesajlar, semboller, çay partisinde dansa kaldırmalar vb. ile kontak kurarken şimdi sosyal medya postunu like etmek, bir uygulamadan yorum yazmak, vb. gibi sayısız, açık, hızlı, ve direkt hedefe giden yöntemleri kullanıyor.  Eh, hali ile artık taraflara duygulanacak, heyecanlanacak fazla zaman kalmıyor ya da gerekmiyor. Bu durumda da daha çok veri ile analiz ve mantık ağır basmaya başlıyor. Evet terazi mantığa doğru kayıyor… Ki bu daha sağlıklı olabilir. Duyguların yarattığı karmaşayı, acıyı düşündüğümüzde, bu bana hiç de itici gelmiyor.

RASTGELE VE HATA OLASILIĞI YÜKSEK ÇIFTLEŞMELER TARIHE MI KARIŞACAK?

Sizce 100 yıl sonra aşklar nasıl olacak?

Kuşkusuz çok farklı olacak çünkü her şeyden önce 100 yıl sonra insanlık mutlaka “sosyal puan” benzeri uygulamalarla ve yapay zekanın yönettiği algoritmalarla yönetiliyor olacak. Yaşam koşulları, haklar, sorumluluklar tamamen veri analizleri ile belirleneceğinden insanlar eşlerini, aşklarını da genel havuzdan seçecekler ya da kendilerine önerilecek. Rastgele, hata olasılığı çok yüksek uyumsuz çiftleşmeler yerine daha isabetli seçimler ve birleşmelere yapay zekâ yardımcı olacak.  Genel olarak aşk, sevgi, insanların birbirlerine karşı yoğun duygular hissetmesi, seks, bağlılık, aidiyet, aile olmak, vb. sürecek ancak bu haller, bugünkü kadar önemsenmeyecek ve oldukça farklı ritmlerde, çeşitte, şekilde, durumda yaşanacak.

Gelecekte bir insansı ile yaşayan, evlenen, çocuk yetiştiren çiftler de göreceğiz. Cinsiyet ayırımı yok olmayacak ama hiçbir şekilde bu günkü kadar ön planda olmayacak. Evlilik kurumu ve doğal üreme epeyce minimize edilmiş olacak. Etik kurallar değişmemekle birlikte “ahlak” anlayışında müthiş farklılaşmalar olacak. Paradigma sıçramaları yaşanacak.

Özetlersek; #YarınınİşiniYarınaBırakma #Tinsan #GelecekGüzelGelecek.

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

serda-kranda-kapucuoglu_
Kitap projeleri, yayın danışmanlığı, yazar koçluğu ve geliştirici editörlük yapıyor. Jungian Koç. Birdenbire adlı ilk romanını 2022’de yayımladı. Kurucusu olduğu ZB Akademi’nin Serda Kranda Akademi markası altında hem kurumlar hem de bireyler için editörlük ve yazarlık atölyeleri düzenliyor, editoryal danışmanlık veriyor. 21 Gün Okuyanları adlı okuma kulübünün kurucusu. Mümkün Dergi’nin ve 360 derece editörlük ve yayın danışmanlığı hizmetleri veren Mümkün Ajans’ın kurucu ortaklarından. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve psikolojiyle ilgileniyor. 1979 İstanbul doğumlu. Evli, kedili ve iki kız annesi.