Kitap

Aslında aşk değil, toksik ilişki!

“Toksik ilişki” sözünü ne çok duyar olduk. Bazen patronumuzla bazen annemizle bazen sevgilimizle bazen de arkadaşımızla olan ilişkilerimizde bir dizi sağlıksız deneyime maruz kaldık. Bize zarar veren, bizi yoran, vücudumuzda ağrılara sebep olan ve kendimizi sürekli yetersiz hissettiğimiz ilişkilerdi bunlar. Dahası, en çok yakın ilişkilerdeki toksiklik bizi dağıtıyor ve belki de uyandırıyordu. Farkına vardıkça gelişiyorduk ve bu kirli alandan çıkabiliyorduk. Ama önce böyle bir ilişkinin içinde olduğumuzun farkına varmakla başlıyordu bu uyanış.

Yazar ve eğitmen Aylin Algun’un yeni kitabı Aslında Öyle Değil, toksik ilişki yaşayan kişilere adeta bir rehber niteliğinde. Logoterapiden yani anlam yoluyla terapiden de sıkça yararlanan Algun’la kitabını, ilişkileri ve çözüm yollarını konuştuk.

“Sana bu kitapla bir parça olsun destek olabildiysem bu hikâyeyi boşuna yaşamamışım diyeceğim.”

Aslında Öyle Değil – Aylin Algun

Sevgili Aylin, bu kitabın toksik bir ilişkiyi anlatıyor. Öncelikle neden böyle bir kitap yazmak istedin?

Toksik ilişkilerin hayatımızın önemli bir meselesi olduğuna inanıyorum. Yaralarımızla ötekini yaralayarak başa çıkmaya çalıştıkça, yaralayan ilişkiler daha da yaygınlaşıyor. Kendi varoluşunu örseleyen bir ilişkide mağduriyet yaşayan ya da yaralayıcı ilişkiler döngüsünde hapsolan azımsanamayacak sayıda kişi tanıdım. Böyle ilişkilerin “tipik” diyebileceğimiz dinamiklerini ve gerçek olaylarını temel alarak tek bir hikâye aracılığıyla paylaşmak istedim. Anlattığım hikâyenin bir köşesinde birileri kendini bulur, birileri kritik bir öz-farkındalık yakalar, birileri anahtar bir bakış açısı bulabilir diye inandım. Sonra ortaya bir roman çıktı.

Ancak kitabı sadece “roman” halinde bırakmak istemedim. Hikâyede toksik ilişki kurbanı olmuş kadın karakterini, bu ilişkiden özgürleşmiş ve büyümüş haliyle de konuşturmak istedim. Çünkü ancak bu şekilde okura da ek bir fayda sağlayabilecektim. Bu amaçla her bölümün sonuna o karakterin 3-4 yıl sonrasından kendine seslendiği bir öz-farkındalık sesi açtım. Bunları her bölümün sonuna “Kendime Not” başlığıyla ekledim.

Tüm bunlara ek olarak bu kitabı yazarak elbette kendime de önemli bir fayda sağlamaya çalıştım. Benim de toksik ilişkilerde travmatize olduğum deneyimlerim vardı. Bu trajik deneyimlerin bir başkasına fayda sağlayarak iç dünyamda başka bir anlam kazanmasını ve geçmişime bu haliyle sabitlenmesini istedim. Aslında kitaba yazdığım son cümle bunun bir özeti: “Sana bu kitapla bir parça olsun destek olabildiysem bu hikâyeyi boşuna yaşamamışım diyeceğim.”

Kitabın konusundan kısaca bizlere bahseder misin?

“Aslında Öyle Değil”, toplum ideallerine göre yetiştirilmiş ve ideal kriterlerle kendini donatmış bir kadın olan Ayça’nın aniden Mehmet’e âşık olmasını ve zamanla bu ilişkinin dinamiklerinde örselenip kaybolmasını anlatıyor. Mehmet ise dışarıdan baktığımızda toplumun takdirini kazanan etiketleri kendine katmış, “aramızdan biri” diyebileceğimiz ancak kendi yaralarıyla başa çıkabilmek için yakın ilişkilerinde sevgiden ziyade gücün karanlık yönünü rehber edinmiş bir karakter. Hikâyede Ayça, duygusal manipülasyona sürekli maruz kalarak zehirleniyor, zehirlendiğini fark etmedikçe onun kendilik algısı bozulmaya başlıyor. Tam çöktüğü aşamada bulunduğu noktadan çıkmayı başarıyor. Yani zehirden panzehir üretiyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu da adım adım okurla paylaşıyor.

Toksik olarak tanımladığım ilişkinin, içine hapsolanın duygusal ve zihinsel bedenine zehrin artan dozlarla yayıldığı, kişinin çoğunlukla bunu fark edemediği ve gitgide kendinden şüpheye düştüğü, kendini sürekli değersiz ve yetersiz, ayrıca suçlu hissettiği bir ana damarı var.”

Toksik bir ilişki nedir ve kişi bunun içinde olduğunu nasıl anlar?

Literatürde bu konuyla ilgili çok kıymetli psikiyatr ve psikologlar tarafından paylaşılan bilgiler var. Öncelikle ben bu noktada ahkam kesmek istemem, merak edenlerin ayrıca araştırmalarını ve uzmanlara danışmalarını tavsiye ederim. Ancak sadece kendi deneyimlerimden yola çıkarak birkaç noktayı hatırlatmak isterim:

Öncelikle insanın psikolojik sağlamlığı için “besleyici” ilişkiler içerisinde olması çok mühim. Toksik olarak tanımladığım ilişkinin ise -akademik değil deneyimsel anlamıyla- insanı besleyici değil zehirleyici bir ilişki. Bunun içine hapsolanın duygusal ve zihinsel bedenine zehrin artan dozlarla yayıldığı, kişinin çoğunlukla bunu fark edemediği ve gitgide kendinden şüpheye düştüğü, kendini sürekli değersiz ve yetersiz, ayrıca suçlu hissettiği bir ana damarı var. İlişki genel seyrinde gayet yüksek başlıyor hatta genel örneklerde oldukça kısa diyebileceğimiz sürelerde “inanılmayacak kadar iyi” şekilde hızla yükseliyor. Ancak zamanla köle-efendi dinamiğine doğru yol alıyor. Bu ve benzeri durumlara rağmen kişi bu tarz ilişkilerde kendi iç dünyasındaki işlevsel olmayan, farkında olmadığı bazı dinamiklere hapsoluyor ve bunu aşk olarak tanımlıyor.

Ben yakın ilişkilerimizle ilgili öz-farkındalık için şu soruları kendimize sormamızı önemsiyorum: “Bu ilişki hayatı ve başkalarını sevme kapasitemi nasıl etkiliyor?” “Bedenim ne söylüyor, enerjim genel anlamda çöküyor mu yoksa besleniyor mu?” Hatta dilimizin de ne söylediğine bakmak önemli. “Boğuluyorum, bir yerde bir gökte gibi hissediyorum, çok yorgunum, aklım sürekli karışık…” gibi ifadeler en az “Ama onu çok seviyorum, çok aşığım” diyen cümlelerimiz kadar önemli bence.

“İlişki içerisindeki körlük halimizin nedenleri özneldir ve her ilişki başka bir hikayedir. Dolayısıyla bunun en gerçekçi nedenleri kendimizi bir uzman eşliğinde çalışmamız neticesinde ortaya çıkar.”   

Romanında bahsettiğin gibi “tuzak zamanı sinyalleri”ni neden göremeyiz? Romanın ana karakteri Ayça bunları gördüğü halde görmezden geldi.

Romanda “tuzak zamanı” olarak başlıklandırdığım evre, tipik bir toksik ilişkinin ilk zamanlarını ifade ediyor. Bu evrede bolca aşk yağmurları, kişinin ayaklarının yerden kesilmesi, sanki önceden hiç deneyimlemediği şekilde fazlaca sevildiğini hissetmesi, kendisini büyülü bir aşk masalının prensi/prensesi hissetmesi gibi durumlar var. Dolayısıyla toksik ilişki sinyalleri daha çok “sarsıntı zamanı” dediğim ilişkinin kişiyi hırpalamaya başladığı sonraki zamanlarında hissedilir oluyor. Ancak buna rağmen, tuzak zamanında da aslında bazı sinyaller oluyor ancak kişi bu evrenin masalsı büyüsüne kapıldığı için bunları fark edemiyor. Dolayısıyla asıl mesele “o büyüye kapılmak” diye düşünüyorum. “Büyüye neden kapılırız?” dersen, bunun nedeni ilk bakışta toksik ilişki mimarı olabilen kişilerin insanı tamamen doyumlu hissettirmek üzere kendilerini her yönüyle mükemmel, kusursuz bir varlık gibi “sergilemeleri” olarak görülebilir. Ancak çok daha önemli nedenlerin kendimizle ilgili olduğuna inanıyorum. Bunu bir parça detaylandırmak gerekirse kendi çocukluk dinamiklerimiz başta olmak üzere geçmişimizden taşıdığımız yaralarımız, travmalarımız, gölgede kalan yanlarımızın bizi ne şekilde yönettiği, sevgi kavramının hayatımızdaki yeri ve anlamı, güç kavramı, tutkumuz ve bağımlılıkla ilgili eğilimlerimiz gibi çokça etken ilk anda sayılabilir. Ancak hatırlatmak isterim ki ilişki içerisindeki körlük halimizin nedenleri özneldir ve her ilişki başka bir hikayedir. Dolayısıyla bunun en gerçekçi nedenleri kendimizi bir uzman eşliğinde çalışmamız neticesinde ortaya çıkar.    

Ve bu romanın “Kendime Notlar” kısmında çok değerli Logoterapi’den (Anlam Yoluyla Terapi) bahsediyorsun: Acıdan anlam çıkarabilmek… Biraz buraya da değinmek istiyorum. Logoterapi nedir? Anlam nedir?

Logoterapi, dört yıl boyunca üç toplama kampı tutsağı olmuş, nörolog, psikiyatrist ve aynı zamanda 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Viktor Frankl’ın varoluşçu yaklaşımı. Özünde ise insanın “keşfettiği anlamlarla sorumluluğunu üstlenebilmesi” yönünde insanın hayatına dokunabilen çok kıymetli müdahaleler ve insanı dönüştüren bir yaşam felsefesi var. Toplama kamplarında yani dünyanın en zor koşullarında test edilmiş bir yaklaşım olması ise ayrıca kıymetli ki Viktor Frankl bunun hikayesini “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında sarsıcı şekilde anlatıyor.

Logoterapi, özellikle “değiştirilemez trajedi” karşısında kanımca insanın hayatını dönüştürebilen çok etkili müdahaleleri içeriyor. Bunu katıldığım uzun soluklu eğitim sürecinde kendim deneyimlemiş birisi olduğum için kitabın da temel yaklaşımı haline getirmeye çalıştım hatta kitapta kendi gerçek örneğimi paylaştım.

Anlamla ilgili ise öncelikle anlamamız gereken, anlamın öznel -yani kişiye özel- olması, anlara dağılmış olması ve kendi kısıtlı çıkar dünyamızı aşabildiğimiz “öz-aşkındalık” halinde ortaya çıkıyor olması. Viktor Frankl’a göre hayat, son nefesine kadar her an anlamlıdır ve anlam “icat edeceğimiz” bir şey değildir, o zaten vardır. İnsan, koşullanmış hali ile arasına mesafe koyup otantik haline geçebildikçe, biricik yaradılışını “sorumluluk alarak” ortaya koyabildikçe ve bir ötekine kendi çıkarlarından bağımsız şekilde uzanabildikçe anlamlı şekilde var olur ki bu insanı bu hayatta motive eden temeldir. Frankl, insanı tinsel bir varlık olarak ele alır, insanın tinsel boyutu koşulsuz sağlık kaynağıdır. Logoterapi müdahaleleri kişiye biyolojik temeli, psikolojik koşullanmışlıkları ötesine geçerek tinsel kaynağına ulaşabilmek ve bunu ortaya koyabilmek üzere yollar açar. Bu noktada, bunun nasıl olabildiği ile ilgili kitapta örnekler üzerinden bir anlatıma gitmeye çalıştım, dilerim herkese bir şekilde fayda sağlar.   

Toksik bir ilişkiyi kişi neden devam ettirmek ister? Kurban ve cellat ilişkisi gibi olmuyor mu bir yandan bu? Ayça’nın böyle bir ilişkiyi devam ettirme motivasyonu neydi?

Bizleri toksik ilişkide tutan psikolojik koşullanmışlıklarımız, yaralarımız, savunmalarımız olabiliyor ve bunlar kişiye özel. Bu kısma alanında uzman kişilerle çıkacağımız bir öz-farkındalık yolculuğu asıl ışığı tutuyor. Ancak konuya romanın kadın kahramanı Ayça açısından bakarsak aslında Ayça toplumun ideal beklentileri üzerinden kendini var etmeye koşullanmış birisi. Kabaca söylemek gerekirse, hayatta üstün başarıyı temel almış bir annenin uyumlu ve cici kızı. Sevgiyi en ideal halini ortaya koyarak almaya alışmış. Dolayısıyla sağlıklı sınırlarla ilgili ciddi zorlukları var ve bu yakın ilişkilerinde ortaya çıkarak onu sömürülmeye de açık hale getiriyor. Kendisi öz-farkındalık yolculuğuna meraklı birisi olarak kendini kısmen keşfetmiş olsa da bu yol doğal olarak hayatımızın sonuna kadar devam ettiği için, yetersizlik ve değersizlik duygularıyla da mücadelesi elbette devam ediyor. Bu “kurtarıcı” olma otomatik tutumu hem annesiyle hem babasıyla yaşadığı sevgi dinamiklerinden hem büyüdüğü ailede yoğrulduğu ilişkiler neticesindeki koşullanmışlıklarının sonucu. Daha fazlasını anlatmayayım istersen, zaten okurun hikâyeden bununla ilgili çokça çıkarımı kendisinin de yapacağına inanıyorum.

“Toplum tarafından güçlü etiketlere ulaşmış insanların ‘Sevmeyi de muhakkak bildiğine’ dair körü körüne inançlarımız da var”

Aslında burada hepimizin çıkaracağı dersler var. Güç tanımını sevginin üstünde tuttuk. Hatta güç tanımını içi boş makamlara, maddiyata verdik. Sen bu romanı yazarken dinlediğin birçok kişinin ortak hikayesini anlattın bizlere. Burada yapılan yanlış nedir ve bu yanlışa düşmemek için neyi düzeltmeliyiz öncelikle?

Bence asıl sorun hayatta gücü talep etmemiz değil. Asıl sorun, güce ulaşmaya çalışırken ve güçlü bir hal deneyimlemeye çalışırken manipülasyon içeren, tamamen kendi çıkarımıza odaklı, adaletsiz, insanlık onurunu gözetmeyen karanlık yöntemleri düstur edinmemiz. Toksik ilişkilerde de güç meselemiz ötekini kontrol ederek var olmaya çalışmamız, bir başkasını ezerek kendimizi yüksekte ve güçlü hissetme çabamız, diğerinin onurunu gözetmeden gurura tutunma çabamızla buluştuğunda büyük sıkıntılar yaratıyor.

Öte yandan, toplum tarafından güçlü etiketlere ulaşmış insanların “sevmeyi de muhakkak bildiğine” dair körü körüne inançlarımız da var. Oysa ki insanın insanlığını gözetmenin temelinde onurlu tutumları benimsemiş olmak, evrensel ahlakı bilmek ve buna sadık olabilmek bambaşka bir meziyet.

Sevgi konusuna gelirsek, tüm bu söylediklerimle bağlantılı olarak bence Erich Fromm’a kulak vermek gerek: “Olgunlaşmış sevgi der ki, sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum. Olgunlaşmamış sevgi der ki, seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var…” Bence sevmek bir seçimdir, duygunun ötesinde tutumla bütünleşmiş bir eylemdir. Gerçek anlamda sevmek de kolay değildir, zira insanın kendi ihtiyaç ve çıkarlarından, geçmiş koşullanmalarından ve yaralarından özgürleşerek ötekiyle yakın bir ilişkiye geçebilmesini içerir. Bu da tamamen içsel bir yolculuktur. Kendi çıkar dünyamızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere tutunduğumuz ilişkilerde ağırlıklı olarak sevgiden değil bağımlılıktan bahsedebiliriz.

İlk çocukluk yılları ve ebeveynlerle olan ilişkilerin toksik ilişki yaşamada ne kadar rolü var? Ayça Mehmet’te neyi arıyordu?

Bence çok rolü var, ilk yakın ilişkimizi ebeveynlerimizle kurarız ve temel ilişki dinamiklerimiz onlarla oturur. Romantik ilişkilerimiz de yakın ilişkidir ve bu dinamikleri bir şekilde tekrar deneyimliyor olmamız gayet olağandır.

Ayça Mehmet’te güçlü görmek istediği babasını buldu, daha doğrusu Mehmet’in sergilediği sahte güce kapıldı. Ayça Mehmet’te -özellikle ilişkinin tuzak zamanında- yetersizlik yaralarını sarmak üzere muhteşem tutum ve söylemleri içeren bir dinamik buldu ve “muhteşem ben” rüzgarına fazlasıyla kapıldı. Ayça Mehmet’te annesinde alışık ve tanıdık olduğu güçlü etiketleri gördü ve kendisini annesinin kucağında gibi en başından fazlasıyla güvende hissetti. Ayça Mehmet’te kendi bağımlı ilişki dinamiklerini buldu, daha neler neler buldu… Buna da maalesef aşk dedi, sevgi sandı ama aslında öyle değildi.

İçimizdeki o boşluk nasıl dolacak peki?

Kendimizi fark ederek, kabul ederek ve sorumluluk alıp dönüşme cesaretini içeren içsel bir yolculuğa girerek. Buna da sadık kalarak… Parmağımızı ötekilere doğrultmamayı, çözümün gerçekten kendi içimizde olduğunu idrak ederek.

Duygusal manipülasyona maruz kaldığımızı nasıl anlarız? Ve manipülasyona uğradığımızda nasıl kurtulabiliriz?

Kitapta bunun çok örneği var. Hatta diyalog bazında tüm detaylarıyla göstermeye çalıştım. Ancak burada çok genel olarak birkaç noktayı vurgulayayım: Yakın ilişkide olduğunuz kişi sizi sürekli suçlu hissettirmek, utandırmak üzerinden kontrol ediyorsa, ne yapsanız yetmiyor gibi hissederek sürekli kendinizi sorguluyorsanız, kendinizi zamanla tükenmiş, hayata ve başkalarına karşı sevgi kapasiteniz azalmış gibi hissediyorsanız, bedeninizde sürekli yorgunluk ve ağrı, sızı, rahatsızlık gibi sinyaller açığa çıkmaya başlamış, sosyal desteğiniz azalmış ve yakınlarınızdan uzaklaşmış gibi hissediyorsanız dikkatli olmanızı öneririm. Kurtulma kısmına gelecek olursak, bu da kişinin öznel iç dünyasıyla ilgili, gerçekten bence tek bir büyülü reçete yok. Ancak kendini sevmeyi öğrenmiş, öz saygısını geliştirmeyi başarmış, sağlıklı sınırlar meselesini çözmüş insanların manipülasyona açık olduklarını düşünmem.

Bence hep doğru kişiler hayatımıza girer diyeceğim bu soruna yanıt olarak. Çünkü yanlış dediğimiz kişiler işlevsel olmayan savunmalarımıza, iyileşmemiş duygusal yaralarımıza ışık tutmak üzere hayatımıza gelirler.”

Aylin Algun

 “Kendime Notlar” kısmından bir seminer olurmuş sevgili Aylin, neden Mehmet’le Ayça birbirlerini buldu? Bu yanlış kişiler neden hayatımıza girerler?

Çok teşekkür ederim çünkü kitabın “Kendime Notlar” kısmına gerçekten kitabın roman kısmından ayrı olarak, ayrı bir başka kitap yazıyormuş gibi emek verdim açıkçası. Dilerim herkese fayda sağlar.

Aslında bence hep doğru kişiler hayatımıza girer diyeceğim bu soruna yanıt olarak. Çünkü yanlış dediğimiz kişiler işlevsel olmayan savunmalarımıza, iyileşmemiş duygusal yaralarımıza ışık tutmak üzere hayatımıza gelirler diye inanırım. Bu noktada bizim seçimimiz devreye girer. Ya yaşadığımız trajik durumlarda kendi sorumluluğumuzu almadan hayatın kurbanı oluruz ya da trajedinin önümüze koymaya çalıştığı kendimizle ilgili anlamı keşfeder, öğrencilik yolunu seçerek sorumluluk alıp tekâmül ederek hayatımıza büyüyerek ve evrilerek devam ederiz.

Logoterapi terimleri de kendime notlar kısmında gözümüze çarpıyor. “Aşırı Niyetlilik” derken neden bahsediyorsun? Romandan örnek verirsen daha iyi anlayabiliriz.

Aşırı niyetlilik, Frankl’ın literatüründen aldığım bir kavram. Ayça boşanmış, yalnız bir anne. Kırklı yaşlarına da gelmiş bir kadın olarak aslında güvenilir, hayat boyu tutunabileceği bir ilişkiye açlığı var. Üstelik kendisini özel ilişkilerinde başarısız, başaramamış hissediyor ve haliyle “bu sefer olmalı” niyetinde. Aynı zamanda Ayça’nın annesinin tutumlarında, Ayça’nın güvenilir bir ilişkiye tutunmasına Ayça’yı iten söylemler de yoğun. Ayça bu dinamiklerin ve Mehmet’te gördüğü diğer dinamiklerin de etkisiyle, Mehmet’i daha en baştan, yeterince de insanlığını tanımadan “kusursuz bir prens” gibi algıladığı içsel bir hale bürünüyor. Bu gözlükle baktıkça Mehmet’in toksik yönleri de görünmez hale geliyor. Ve Ayça benimsediği “aşırı niyetlilik” tutumuyla hem doğru seçimler yapamıyor hem de Mehmet’i zihninde yerleştirdiği o bembeyaz dosyada tutabilmek üzere kendini kaybetmeye başladığı tavizlere ve seçimlere yöneliyor. Böylece toksik ilişkilerin tükenme safhasında geride bıraktığı ruhumuzda ve bedenimizde hasarlar oluyor.

İstismar eden kişilerin öne çıkan özellikleri neler oluyor?

İnsanları türlü özellikleriyle etiketleyip onları “istismarcı”, “narsist” gibi sınıflara sokmaya kendimce karşıyım, zira insan dediğimiz varlık aslında sadece bu etiketlerden ibaret değil. Ayrıca insanlara teşhis koymak benim işim ve uzmanlık alanım değil. Bunun yanı sıra sadece “teşhis koyabilmek” için bazı sınıflamalara da ihtiyaç olduğunu elbette kabul ediyorum. Böyle bir bakışla, okurlara kısmi bir rehber olması açısından kitapta bazı belirgin tutumlara yer verdim, bunları kısaca paylaşmak isterim. Ancak bu noktada bir önemli notum daha var; her söylediğimi lütfen “süreklilik” ve “yoğunluk” kriterleri çerçevesinden dikkate alalım ve ayrıca asıl ötekinde değil, “kendimizde” sorgulayalım. Kitapta da bunları verirken temel amacım kendi tutumlarımızla ilgili de bir sorgulama alanı açmaktı.

Tutumları hızlıca özetlemek gerekirse, şu başlıkları sorgulamanızı öneririm:

Ötekini yetersiz, değersiz ve suçlu hissettirmek yollarıyla ilişkiyi kontrol etmek ve güçlü hissedebilmek, sorumluluk almamak -kişinin kendi hatasını düzeltmek üzere, gerçekten onarma çabasına ve değişme gayretine girmemesi- sıkça sorun çıkarmak -buluttan nem kapmak, sürekli bir çatışma arayışında olmak- kusursuzluk algısı vermek -kendini özellikle ilişkinin başlarında kusursuz bir prens/prenses gibi ortaya koymak- Daha fazlası var, ancak bu saydıklarımın daha sık görüldüğünü gözlemledim.

Ayça tüm bu olanların sonunda ne anladı, kendi payına ne çıkardı?

Ayça, Mehmet’in ona işlevsel olmayan kendi iç dinamikleriyle ilgili hocalık ettiğini, bir rehberlik yaptığını anladı. Ayrıca, kendini tanımladığı kısıtlı etiketlerin kendisi olmadığını idrak etti. Eksileriyle mücadele sürecinin onu bambaşka birisi yapabildiğini deneyimledi. Öğrendiklerinden başkalarına da fayda sağlama tutkusuna tutundu yani “öz-aşkındalık” tutumunu benimsedi. Tüm bunlardan yola çıkarak bu ilişkiden doğan anlamları kendi iç dünyasına sabitledi ve hayata güvenle yolculuğuna devam etti.

“Herkesi kurtaramayacağını anlamalı, sevgi ve bağımlılık arasındaki farkı anlamalı, sahte gücün peşinde değil gerçek sevginin peşinde dolaşmalı.”

Toksik ilişki içine düşen kişi ne yapmalı, ne yapmamalı?

Çok kısaca öz saygı ve öz sevgi yolculuğuna çıkmalı, uzmanlardan yardım almalı. Kendisini, kendisinde eksik gördükleriyle tanımlamayı bırakıp kendini gerçekten tanıma ve anlama odaklı, otantik varoluşuna doğru içsel bir yolculuk yapmalı. Herkesi kurtaramayacağını anlamalı, sevgi ve bağımlılık arasındaki farkı anlamalı, sahte gücün peşinde değil gerçek sevginin peşinde dolaşmalı. Sadece toksik ilişkiler değil, hayatta başımıza gelen her olumlu/olumsuz deneyimde Frankl’a referansla, “Ben hayattan ne bekliyorum?” sorusundan ziyade “Hayat benden ne bekliyor?” sorusuna odaklanmalı. Çünkü hayat, bize yaşattığı deneyimlerle bize özgür olabilme yani otantik varoluşumuzu gerçekleştirmek üzere seçim yapabilme ve sorumluluk alma çağrısı yapar. Özgür ve sorumlu olan kişinin hayatı anlamlıdır. İnsan anlam arar ve hayat onu anlama yöneltecek soruları getirdiği deneyimlerle sorar.

Ve son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

“Aslında Öyle Değil”, yani hiçbir şey göründüğü gibi değil. Deneyimlediğimiz her hikâyede olumlu ya da olumsuz bize özel bir anlam var. Değişmek ve evrilmek üzere sorumluluk almamız için bir çağrı var.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

dilara_duman
Kendini dönüştürme yolculuğunda, dönüşümün en etkin yolunun bilgiyi aktarmak olduğuna inanıyor. Çok satanlar listesinden inmeyen yazar ve kişisel gelişim duayeni Louise L. Hay’in geliştirdiği Heal Your Life eğitmeni. Felsefeyi de kişisel gelişim yolculuğunun bir parçası olarak görüyor.