Bizi sadece hakikat iyilestirir, başta acı verse de…
Dergi Kitap

Bizi sadece hakikat iyilestirir, başta acı verse de…

Hayatımızı şekillendiren dinamikleri, o mutlu sonla biten aşk filmlerinin neden bazılarımız için en azından bir süre mümkün olamayacağını anlamak, aşkı çatışmadan çıkarıp gerçek makamında yaşamak için ihtiyacımız olan biraz cesaret ve iyi niyet… Pınar Boylu Gogulan’ın son kitabı Lâl, bize bunun nasıl mümkün olabileceği anlatıyor.

En kolay yargılama cümlelerimizden biridir şu: Kendi çözememiş başkasına nasıl yardım edecek? Çok acımasızca değil mi? Çözüm nedir, çözüme varıldığına kim karar verir, her şey çözülünce hayat devam eder mi ve üstelik çözüme giden yola girmek zorunda kalmayan biri bir başkasına nasıl yardım edebilir? Sevgili dostum Pınar Boylu Gogulan son kitabında bir aşk deneyimi üzerinden yaşadığı ıstırabı, bu tür cümlelere göğüs germe cesareti ile anlattı. Bunu anlatmakla kalmadı, soy sendromunun hayatımızın her alanına nasıl nüfuz ettiğini hem kendisinin hem danışanlarının hikayesinde gözler önüne serdi.

Pınar Boylu Gogulan
Pınar Boylu Gogulan

Pınar, Lacivert ile başladın, sonra Mor sonra Siyah geldi, şimdi de Lâl. İn midir cin midir, kimdir nedir kitaplarının sana eşlik eden söz konusu kahramanları?

(Kahkaha atıyor) Ne indir ne cindir ne de sadece bu deli kadının görebildiği fantastik, ruhani varlıklardır. Her biri anne karnındayken, henüz yeni dünya gezegenine bağlanmışken bize eşlik eden, özellikle en zor anlarda, kulağımızın içine her şeyin yolunda olduğunu fısıldayan ve bize güven veren kılavuzlardır.

Herkes inancına göre yorumluyor, kimi adına melek diyor, kimi yüksek benlik, kimi rehber ruh, kimiyse “kedidir kedi!”  Ben sıfatlara takılmayı çok uzun zaman önce bıraktım. Okurumun inanç mekanizmasına teslim ediyorum, nasıl adlandırmak istiyorlarsa, öyle! Her birinin verdiği mesaj ve hizmet ettiği departmana göre de rengi var. Sen ne departmanı diye sormadan ben söyleyeyim. İlişkiler departmanı, gölgeler ve sırlar departmanı, inatçı ruhlar departmanı, güzellikle anlamıyor bari bedenlenip yanına aile üyesi olarak gideyim departman üyeleri, liste uzun, say say bitmez.

Neler anlatıyorlar bize?

Bu soruya beş sene önce farklı cevap verirdim, bundan beş sene sonra da ne olursun yine sor, cevap bambaşka olabilir. Çünkü biz, kendi içimizde derinleştiğimiz kadar derinini görebiliyor ve algılayabiliyoruz.

Değişmeyecek ve her zaman arkasında duracağım hakikati söyleyeyim sana ve kıymetli okurlarımıza… Ben özel olduğum için orada değiller, her birimiz çok özel olduğumuz için, her birimizin ‘kılavuzu’ nefes kadar yakın.

Bu dünyadaki bedenlenme yolculuğumuz müthiş bir serüven, zor, yorucu, yıpratıcı, “Deli misin, otur oturduğun yerde” diye caydırmak isteyecek kadar ağır. Dolayısıyla, bir ödülü, ilahi müdahaleyi, ilahi makamın veya evrenin gücünü, desteğini muhakkak hak ediyor. Lacivert, Mor, Siyah ve Lâl ve henüz tanışmadıklarımız, işte tam da o ödül, o destek, “takım çantası” sahibi ustalar, üstatlar. Yargısız, koşulsuz bir sevgi, sabır -Siyah’ı düşündüğümde sabırsız bir mizahla- yanımızda, içimizde nöbet duran “vicdan” sesimiz, “bilge” sesimiz onlar. İyi ki varlar. Minnettarım onlara. Hep orada olsunlar ve yol göstersinler.

“Ben okurumdan ayrı görmüyorum kendimi. Benim yolda farkındalıklarımı en çıplak haliyle paylaşmam ışık olacaksa okuruma, onu zihninin hapishanesinden özgürleştirmeyi başaracaksa yaşamaya, yazmaya, paylaşmaya değmez mi?”

Güzel dostluğumuz sebebiyle hikayeni yakından biliyorum ve sana şunu sormadan geçemiyorum. Sen tüm bunları yazmak için mi yaşıyorsun yoksa?

Yaprakcığım, gerçekten birebir şahidisin hikâyemin. Lacivert ile başladı serüven. Aslında, hayat bana ikinci bir şans verdiğinde başladı. Lacivert ile “Ruhsal plana geri düştüm” dedim çünkü tam da böyle olmuştu. Korkularımın, geçmiş travmalarımın ve egomun komutasında kurbanlık koyun gibi oradan oraya sürüklenen bir esaretin içindeydim, travmalarımın esiriydim. Lacivert ve Mor geçmiş yara berelerimin hikayesiyle yüzleşip, görünenin ardındaki ilahi hakikatle yeniden buluşmamın habercileriydi.

Lacivert’i yazarken, Mor’dan ve Siyah’tan bihaberdim. Bir seri olduğunu biliyordum. Her birinde çıkış noktasının ben ve yaşadıklarım olduğunu da biliyordum. Yazmak için yaşadım diyemem. Yaşamadan idrak edemezdim. İdrak hakikate soyunmanızı sağlar.

Ben okuruma hakikatli olmaya söz verdim. Bu okurumla benim aramda bir anlaşma. Bu benim yüksek benliğimle ister Tanrı ister ruhsal rehberler ister doğa ana diye isimlendirin, ilahi olan ile sözleşmem. Salt hakikat iyileştirir. Tecrübe etmeden, idrak edemezdim.

Yolu almaya söz verdim. Her yolun sonunda edinimlerim, kazanımlarım, tecrübelerim, farkındalıklarım, kapımı çalan danışanlarımın hikâyeleri ve onlarla yaptığımız çalışmaların sonucunda ruhumuzun ceplerine doldurduğumuz bilgi ve deneyim hazinesi paylaşmayı hak ediyor.

En sürprizi Lâl’di. Ben seri Siyah’la tamamlanacak sanırken, Lâl kendisini Siyah’ın sonlarında gösterdi. Üstelik kırmızı olduğunu sandım, cehennem azabının içine soktuğunda zihnim beni, daha doğrusu zihnim ve egom şovu yeniden yönetmeye başladığında, Lâl görünür oldu.

İlişkilerin sanatını, aşkı, aşka insanın ettiği eziyeti, ilişkilerin biyolojisini, kimyasını, matematiğini ve ilişki dinamiklerini yazmak benim için zorlayıcı oldu, çünkü gerçekten “Yandım Allah” dediğim, acının ıstırabın en harlı hâlini tattığım olaylar yaşadım.

Lâl’de anlatıyor zaten, cehennem ateşinde yanmadan, aşkı ve ilişkileri anlayamazsın, anlatamazsın. Yandık çok şükür! 

Bir de adı üstünde, “kişisel gelişim” ya hani yazdığımız ki ben buna “olgunlaşma, ruhsal yolculuk, büyüme sancıları, ruhsal gelişim” demeyi daha çok seviyorum. Kozadan çıkan kelebekleriz her birimiz. Bir solucan gibi sürüneceğiz de yaprak kemirerek beslenecek, vaktimiz dolduğunda kendi etrafımıza koza örecek, kozanın içinde karanlıkla, ilahi olanla, salt kendimizle kalacak, kozadan da kendi gayretimizle çıkacak, kanatlarımızı, renklerimizi, gücümüzü, güzelliğimizi, biricikliğimizi fark ederek uçacağız da. Büyüme ve dönüşüm sancılı, şüphesiz. Ben okurumdan ayrı görmüyorum kendimi. Benim yolda farkındalıklarımı en çıplak haliyle paylaşmam ışık olacaksa okuruma, onu zihninin hapishanesinden özgürleştirmeyi başaracaksa, yaşamaya, yazmaya, paylaşmaya değmez mi?

LAL - Pınar Boylu Gogulan
LAL – Pınar Boylu Gogulan

Sen aslında ilk kitap Lacivert’ten beri soy sendromundan bahsediyorsun, çatışmalarımızla evleniriz diyorsun ve aile hikayen her yeni kitapla önümüze daha çok açılıyor. Lal’de Adam ile yaşadıklarını, inişlerini, çıkışlarını, yaralarını açık açık anlattın. Nereden geliyor bu cesaret?

(Kahkaha atıyor) Ödüm patladı! Yargılanmak bahsettiğin şey. Çok yargılandım da. En yakınlarım, en canım, kanım dediklerim yargıladı, hatta Adam ile yaşadıklarımda silkelemek, sarsmak istediler. Babama çok saydıran oldu. “Gerçekten tüm bunları yaşadınız mı?” diye hayretle gelen sorular, abarttığımı düşünenler oldu. Babamın yeni eşi bile hoşlanmadı mesela yazdıklarımdan. Hakikat acıtan bir şey Yaprak! Kendimizden sakındığımız bir acı hakikatle yüzleşmek. Kendimizi sanrıların ve kandırmacaların içinde muhafaza etmeyi daha çok seviyoruz çünkü.

Velhasıl, korktum elbet. Ancak, cesaret ve iyi niyet galip geldi. Bir de korkmayı bir kenara koy, aile mahremini paylaşıyorum. Düşündüğünde, Adam’ın mahremini paylaşıyorum. Çocuklarımın da mahremi. Kendi mahremim. Atalarıma saygıda kusur eder miyim diye de ödüm patladı. Hele Gürcü Ayşe, en en çok sakındığım. Razı gelirler miydi, müsaade ederler miydi bunca yarayı, sırrı, siyahı, günahı masaya yatırmama?

Her kitabımı yazarken, özellikle en mahrem anları anlatırken, çok sevgili Fazıl Say’ın bestesi, sözleri üstat Muhyiddin Abdal’a ait olan, “İnsan İnsan”ı muhakkak dinlerim, hatta kitaba da ekledim ki okurken kendi sırları veya günahlarıyla yüzleşen okurum da dinlesin.

Her şey insan için, her şey bizim için. Ayıbı, kusuru örtmek, insan olmaktan utanmaktır. Yolda verdiğimiz her karara, her ayıbımıza, her günahımıza, her düşüşümüze, yara berelerimize, toz toprak içinde kalışımıza sonsuz hoşgörü ve kabul gösteren ilahi bir makam var.

Ben yüzleşmeden özgürleşemem, yüzleştiğimi, en mahremimi okuruma emanet etmeden, okuruma güvenmeden onu kendi hakikatiyle buluşturamam. Tüm ilişkilerin sağlam temelini güven oluşturur. Ben okurumun beni yargılayacağından korkup vazgeçseydim, okurum kendini yargılamaya devam edecekti. Ben güvenmeyi seçtim, okuruma güvendim ve mahremimi emanet ettim. Emanetimi kutsal hazine gibi de sakladıklarını, Gürcü Ayşe’yi sarıp sarmaladıklarını, Selanikli Koca Çınar’ın sırtını sıvazladıklarını, Hamid Ağa’ya hürmet edip önünde ceket iliklediklerini, Rahime Hanım’ın hırçınlığının sebebini anlayıp tebessümle karşıladıklarını biliyorum.

“Ayıbı, kusuru örtmek, insan olmaktan utanmaktır. Yolda verdiğimiz her karara, her ayıbımıza, her günahımıza, her düşüşümüze, yara berelerimize, toz toprak içinde kalışımıza sonsuz hoşgörü ve kabul gösteren ilahi bir makam var.”

Her şeyi biliyor ama kendi çözememiş demelerinden korkmadın mı?

Her şeyi bilip çözememek konusuna gelince, sevgili Meltem Reyhan, Hande Akın, Tülin Etyemez ve ismini yazamayacağım çok kıymetli kişisel gelişim uzmanları dostlarımla sohbetlerimde, danışanları veya okurlar tarafından yargılanma ve ayıplanma meselesini konuşuyoruz elbette. E şimdi ayıplamalarla veya “Aaa, siz de bunu yaşıyorsanız, biz ne yapalım?” gibi sorularla karşılaşmak gülüp geçtiğimiz masum ve insani yargılamalar. Danışan inanmak ve idealize etmek için tanrılaştırıyor yazarı veya terapisti. Hâlbuki atladığı çok mühim bir hakikat var, o da terapist de yazar da usta da insan! Burada insanın altını çiziyorum. Çünkü alkışla egosu beslenen bizlerin de atlamaması gereken bir hakikat bu. İnsan olduğumuzu idrakle secde edebilelim diye yaşıyoruz, secde edebildiğimiz, teslim olduğumuz an, yeniden dirilebiliyoruz. Terapinin derinliğini terapistin derinliği belirliyorsa, ben yere çakılmadan, dibi görmeden, dibe kadar yüzüp tüm korkularımla yüzleşmeden, derinleşemem.

SEVGİYE EN BÜYÜK HAKSIZLIK; NASIL SEVECEĞİNİ ÖĞRETMEK

Kendi hakikatine körleşmekten bahsediyorsun. Nasıl oluyor bu, sen nasıl körleştin? Sizin çatışmalarınız nerede buluştu?

Sevgi yeryüzündeki en masum, en savunmasız, en tertemiz duygu Yaprakçığım. Fakat, yeryüzünde büyük haksızlığa uğradığına şahitlik ediyorum ve gözlemliyorum uzun zamandır. Sevgiye en büyük haksızlık; “nasıl seveceğini öğretmek.” Biz, toplumca, çocuğumuz dahil her bir canlıya, nasıl seveceğini öğretiyoruz.

Seviyorsan, fedakârlık edersin, seviyorsan onun için kendinden vazgeçersin, seviyorsan soyadını değiştirirsin, seviyorsan hayır diyemezsin, seviyorsan bu işi yaparsın, bu kadar para kazanırsın, şu saatler arasında çalışırsın, günde beni şu sıklıkta ararsın, yaptığın her şeye beni dahil edersin ve benim istediğim gibi olursun.

Beni seviyorsan susarsın, beni seviyorsan kendi doğrunu bırakır benim doğruma, benim inandığıma inanırsın. Benim merceğimden bakarsan beni sevebilirsin. Ah, sevgi can çekişiyor, zincirlere vuruluyor, sevgi pas tutuyor, atar damarları tıkanıyor böyle olduğunda. Seviyorum diye kendi hakikatine körleşiyor insan.

İlişki dinamiklerine baktığında, eşini suçlamak, eşini eleştirmek, eşine atmak tüm sorumluluğu daha kolay geliyor. Hâlbuki eşin de senin hakikatinin bir yansıması.

Mayın tarlasıyla dolu bir evde büyüdüm. Gözlemlediğim ilk aşk, sevgi, ilişki anne ve babama aitti. Bitmesi gereken, hatta hiç başlamaması gereken bir ilişkiyi, “Çok seviyorum”, “Çok aşığım”, “Sensiz yaşayamam” diye sürdürerek, kendi hakikatlerinden uzaklaşan bir anne ve babanın evladıyım.

Benim dünyaya gelme sebeplerimin başında evliliklerini kurtarmak ve yeniden sıfırdan başlamak var. Proje bebekler diyorum ben benim gibilere. Anne ve babayı bir arada tutkalla tutan birleştirici ve onarıcı güç. Aman Yarabbi, nasıl ağır bir yük olduğunu telaffuz etmem mümkün değil ki yaşayanlar çok iyi bilir. Her kavgaları veya her çatışmalarında, ayrılık gündeme geldiğinde varoluş misyonunuzda çuvallıyorsunuz, dolayısıyla ayrılık ölümle özdeşleşiyor beyinde. Dolayısıyla, ayrılmamak, birleştirmek, bir arada tutmak, sevgi ve aşk için kendinden vazgeçmek, kendini kurban etmek sizin için yaşam demek oluyor. Kendi hakikatine körleşiyor insan.

E Adam’a da nasıl seveceği öğretildi. Göçmen bir ailenin hayatta kalma mücadelesini, dışlandıklarını, ezildiklerini, haklarının adaletsizce ellerinden alındığını gözlemleyerek büyüdü. Üç yaşında babasının vefatıyla, babasının ailesinin annesine yaşattığı baskıyı, dışlanmayı, itip kakılmayı deneyimleyerek “kimsesiz” ve “sahipsiz” etiketleriyle toplumun onayladığı, kabul ettiği bir “adam” olma yolculuğunda düştü, kalktı, yine düştü ve yine kalktı. Sevginin fedakârlık kuralıyla da kırbaçlandığı içinde suçluluk duygusu ve borçluluk duygularıyla görünmez tasmalarla sevgi ve aşkı yaşamaya çalıştı.

İlişkininin dizginleri bizim elimizde zannediyoruz. İlişkinin başrol oyuncuları anne ve babalarımız, atalarımız, genlerimizdeki “ilişki” raflarında gizli saklı tüm arşivler. Bazen de çatışmalarımızın çözümü ile eşleşiyoruz, anne babamızın tamamlayamadıklarını, yarım bıraktıklarını tamamlıyor, ektikleri tohumların hasatlarını biçiyoruz. Annemin babamı boşama arzusunu gerçekleştirdim ben, kocamdan kararlılıkla ve netlikle tek celsede boşanarak. Ama babamın da “aldatıldım” duygusunu onurlandırdım boşanma sebebime “aldatıldım” diyerek. Adam’la da annemin yaşamak istediği ama yaşayamadığı aşkı yaşadım, travmalarımız müsaade ettiği kadar.

Sen ipin ucunu ilk ne zaman nasıl yakaladın peki? Devamında fark etmen ne kadar sürdü?

Yaprakçığım, aşk sandığımız öyle bir kapan ki… Ama aynı zamanda aşkın ta kendisi, öyle yüce bir makam ki kimsenin öğretemeyeceği zor dersleri kafana vura vura öğretiyor. Atalarımız ne kadar zorluklar ve acılar çekerek öğrenmişse, benim beynim de “zor olmadan öğreti olmaz” diyor. Dolayısıyla, bunun “şefkatle”, “saygıyla”, “kolaylıkla” ve “keyifle” öğrenebilme yollarını araştırıyorum.

Ben 2012’den bu yana, ne yaşarsam yaşayayım, karşımdakini suçlamak yerine, yaşanılan “büyük gibi görünen meselenin” ardındaki hakikati anlamaya epey kafa yoruyorum. Bu insanın gelişimini, genişlemesini, büyümesini desteklediği gibi yoruyor ve yıpratıyor da. Doğrusunu yapmalıyım sorumluluğuyla karşındakiyle sınırlarını çizmekte tökezleyebiliyorsun.

Bugün aile ağacına baktığında kendi hikayen kimlerle nasıl bağlantılı imiş, çözümün hangi aşamasındasın?

Kendi hakikatime uzaklaştığım her an, kendi içime dönüp, bağlantıların izini sürdüm. Bağlantıları bilinçdışının karanlığından ışığa taşıdığımda, çatışma çözüldü. Çözüldü mü sandım diye soruyorum bugün sana bak açıkça, bir dostum olarak ve okuruma da mahremimin en güvenilir emanetçisi olarak ama hayır, sanmadım, gerçekten çözüldü.

Benim hayatımda değil sadece, Adam’ın hayatında da iyileşmeler, gelişmeler oldu. Çocuklarımın hayatında da para pulla ödenemeyecek, çok kutsal bir makama oturdu Adam ve özellikle Can Leo’ya verdiği sevgiyi, aşkı hiçbirimiz yok sayamayız. Dolayısıyla evet, izini sürdüğüm çatışmalar, içsel hesaplaşmalarım, eşimle bunları paylaşmak ve ona da fark ettirmek, o an için çözüm oldu.

Ancak, her çatışma sonrası, her virajı aldığımızda, ardından başka bir çatışma geldi gösterdi kendisini. Neden? “Nasıl seveceğimiz” öğretildiğinden ve ezberi bozamadığımızdan. Çatışmanın ta kendisi olduğumuzdan. İçimizdeki anne-babayı susturamadığımızdan, içimizdeki atalarımızın acısını ıstırabını terk edemediğimizden, ilahi merceği çıkarıp, hayata toplumun, anne ve babanın, atalarının merceğinden bakmaya devam ettiğimizden.

İlişki çelişkiye dönüştüğünde, sevgi, aşk can çekiştiğinde, üzdüğümde ve üzüldüğümde, tekrar tekrar bir labirentin içine sıkışmış, çıkış yolu arayan ama dönüp dolaşıp aynı yere gelen iki “kurban” olduğumuzu anladığımda en zor olan şeyi yaptım, bıraktım.

Hakikatli sevgi, bırakabilme erdemini gösterebilmektir. Annem ve babam gerçekten bırakamamışlardı. Hala bırakabildiklerini düşünmüyorum. Babam Özbekistan’a yerleşti çocuklarına ve geçmişine küsüp, annem İngiltere’ye yerleşti seneler önce, vatanı terk etti ama içindeki kırgınlığı, küskünlüğü, sorgulamaları, hesaplaşmaları bırakamadı tamamen ikisi de. Dolayısıyla içsel çatışmaları belki hafifledi ama bitmedi.

Ah işte orası sırat köprüsü, Yaprakçığım. Ben şahit oldum hayattayken çatışmanın sonlanışına. Rahmetli amcam ve yengem, amcamın yengemin elinden zemzem suyunu içip af dileyişine, yengemin amcama koşulsuz sevgisine şahit oldum.

Çözümün hangi aşamasındayım zamanla göreceğiz. Bildiğim ve inandığım şu ki, yaşarken deneyimlemeye, fark etmeye, idrak mertebesine adım adım ilerleyeceğiz. “Hamdım, piştim, yandım!” Hiçbir zaman oldum diyemeyeceğimizi, yana yana küllerimizden yeniden doğacağımızı ne de güzel anlatmış Mevlâna.

“Ben okurumun beni yargılayacağından korkup vazgeçseydim, okurum kendini yargılamaya devam edecekti. Ben güvenmeyi seçtim.”

“Ben Adam’dan razıyım ben hayattan razıyım” diyorsun Lâl’de. Razı mısın gerçekten? Bunu gerçekten içten söyleyebilmen için neler olması gerekti?

Tüm hücrelerimle razıyım hem de babamdan razı olduğum kadar razıyım.

Sen de biliyorsun, Lâl’in yayımlanması ile eş zamanlı bırakma, pes etme kararını aldım. E sen bırakabilme erdemi gösterirken, karşındaki kabullenemeyebiliyor. Kendi çatışması olan değersizlik, terk edilme, öfke duygularına yenik düşebiliyor. Öyle de oldu ve okuruna ciğerini döken Pınar, “şiddet gören kadın kurban kimliğine hop soyunuverdi ve kendisini de ilişki yaşadığı adamı da hiç hak etmedikleri şekilde ifşa etti. Allah’ım bu nasıl körleşmek kendi çatışmana! İçimde annemin yaşayamadığı aşkı yaşayıp, o aşkı yaşamış olmanın bedelini tıpkı onun gibi şiddet görerek sonlandırmayı seçen “ezik”, “kurban” kadın rolünü oynamak! Şahane bir kurgu ve plan değil mi annemi onurlandırmak için.

Karıncayı incitemeyen bir adam, benim kılıma dokunmadı. Ama gözümün önünde kendi canını yakarak şiddetin zehrini tattırdı. E şimdi Adam kurban mı? Suçlu mu gerçekten? Yoksa ruhsal bir kontratın altına imza atma cesareti gösteren zor rol sahibi mi?

Kitaplarımda da soruyorum okuruma, hayatlarımızda “kötü rol”e soyunanlar, annemiz babamız, büyük annelerimiz veya büyük babalarımız, şiddet gösterenler, intihar edenler, ruhsal rahatsızlıkları olanlar, terk edenler, aldatanlar kötüler mi gerçekten?

Adam en az benim kadar suçlu, Adam en az benim kadar kurban, Adam en az benim kadar haklı. İlişki sonlandığında, iki kişi ölüyor. Kimse kimin canı daha çok yandı ölürken bilemez. Adam Adam dediğimiz, insan ya hu! Soy ağaçlarımızda tüm “kötü rol” başrolleri, gerçek birer kahraman. Düşünsene ne olağanüstü bir sistem!

İlahi makam çağırıyor babamı, diyor ki “Pınar kızımız, geçmiş hayatlarında ‘kurban’ ve ‘bağımlı’ bayrağını layıkıyla taşıdı. Sahneye çıkıp oynamak, anlatmak, eğitimler vermek, sorumluluk almak yerine, perde arkasına saklandı, ‘güçlü’ otoritelerin gölgesinde kaldı ve kendini gerçekleştiremedi. Ona bir ‘baba’ arıyoruz, Türkiye’de doğan göçmen bir ailenin 7 yaşında babasını savaşta kaybetmiş ve kimsesiz büyümüş bir babanın oğlu olacaksın ve senden istenildiği gibi rolünü oynayacaksın. Oynarken de sen de koşulsuz sevgiyi, güvenmeyi, kanaat etmeyi, erdemli ve sabırlı olmayı öğreneceksin. Razı mısın rolünden?”

Razı olmamak, kadere aleni bir isyan!

Biz hep dualarımızda yaratıcıdan istiyoruz, taleplerle dolu dualar ediyoruz, daha fazlasını düşlüyoruz belki, daha iyisini diliyoruz. Mevcudiyetin kıymetine ve hazinesine karşı körüz. Hak ettiğim kadarını ver, hak ettiğime razı gelme kudretini ve erdemini ver diyebiliyor muyuz gerçekten?

Razıyım, evet. Seçimlerimi, tecrübesizliğimi, cahilliğimi ve günahlarımı affedebildiğim kadar razıyım.

“Mevcudiyetin kıymetine ve hazinesine karşı körüz. Hak ettiğim kadarını ver, hak ettiğime razı gelme kudretini ve erdemini ver diyebiliyor muyuz gerçekten?”

Peki ilişkilerin biyolojisi nedir? Kimyası nedir? Psikolojisi nedir? Hepsi birbirinden ayrı mı, buluştukları yer neresi?

İlişkilerin biyolojisi, biyolojimizin yani beynimizin eşimizi seçerken başvurduğu bir tarih ansiklopedisi. Genlerimize ait tüm kayıtlar, enerji alanımızda mevcut. E karşımızdaki kişinin de enerji alanında kendi soy ağacına ait bir tarihçe var, onun kodu ve programı da ayağına dolanıyor. İki bireyin biyolojik ihtiyacı, yaraları, travmaları, çatışmaları bir çekim gücü yaratıyor.

O kadar şahidim ki danışanlarımın hayatlarından, soy ağacında devletlerin adaletsizliğine uğramış ailelerin çocukları gidip avukat, savcı veya hakimle eşleşiyor ve bunu farkında olmadan yapıyor. Beyin aile ağacına huzur ve barış getirsin diye bir adalet temsilcisini daha güvenli bulup eşleşmeyi sağlıyor.

Biz seçtik sanıyoruz. Aramızdaki kimyayı ve çekim gücünü bile beyin yaratıyor. İki kişinin birbirine çekilmesini sağlayan hormonları ve kokuları salıveriyor üzerimize.

İlişkinin psikolojisi de çatışmaları ne kadar birlikte çözmek istediğimizle belirleniyor. Kadın değişiyor, adam yerinde sayıyorsa, adam farkındalığını ve yarasını kadınla paylaştığında, kadın suçluyor veya üzerine alınıyorsa, ilişkinin psikolojisi karın ağrısı çekiyor. “İlişkinin Sanatı”nı eklesem olurmuş alt başlığa çünkü sağlıklı ilişki yaşamak gerçekten bir sanat. Düşünsene, sağlıklı bir ilişki yaşamak isteyen her iki bireyin de aynı anda mevcudiyetlerini korumaya, farkındalıkları için içsel yolculuklarını yapmaya, kendi travmalarıyla yüzleşmeye, toplumsal ve ailesel zehirli bitkileri her gün ayıklamaya, zihinlerini terbiyeye, nefsi terbiyeye, sağlıklı ve şiddetsiz iletişim kurmaya razı olmaları gerek. Tüm bu saydıklarım ciddi mesai alan “gönüllülük” esasına dayalı birer meziyet. Yetişkin olmak ve hayatın sorumluluğunu almak aslında. Her birimizin ilişkiler sanatında usta olmasını tüm kalbimle diliyorum.

Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.
Bu içerik Mayıs 2022 tarihli Aşk Özel Sayısında yer almaktadır. Dergiyi şimdi okumak için tıklayın.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

yaprak-cetinkaya
Gazetecilik eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde aldı. 27 yıldır farklı görevlerde daima mesleğine aşık bir hal ile çalışıyor. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından…