Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer
Esenlik

Elbet açacak içimdeki nilüfer

Didem Ergin, Standford Üniversitesi Şefkat Elçisi. “Dönüşen Zihin” adlı bir platformu ve aynı isimde bir podcast kanalı var. Kadınlarla şefkati ve öz şefkati paylaşarak dönüşüyor, dönüştürüyor.

2024 yılında Nemesis Yayınları’ndan çıkacak kitabı “Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer”in heyecanını yaşıyor bir yandan da. Amerika’da Budist temelli Naropa Üniversitesinde Benlik Ötesi ve Budist psikoloji eğitimi gören Ergin’le, kadınların ataerkil düzende dönüşen zihnini, anneliği, geçirdiği kanser hastalığının ona öğrettiklerini ve elbette şefkati konuştuk.

“Bu konular hakkında daha fazla öğrenmek istiyorum” arzusu

Biraz kendinden bahsedebilir misin? Senin yolculuğun nasıl başladı?

Herkes gibi ben de birçok kimlik taşımaktayım. Bu günlerdeki kimliklerimin önceliklendirme sırasına bakarsak bir anneyim, hayat boyu öğrenciyim, Dönüşen Zihin Platformu’nun kurucusuyum, Stanford Üniversitesi Şefkat Elçisiyim ve Budistim.

Çocukluğumdan beri maneviyata önem veren bir yapım vardı. Fakat daha sonrasında modern hayatın koşturmacası, aile bağlarımızdaki kopukluklar beni kendimi ispatlamak için başarılı olmak konusunda koşullandırdı. 30 yaşıma geldiğimde Amerika’da saygın bir mühendislik firmasında, başarılı işler yapan beyaz yakalı bir idareciydim. Fakat çok derinlerimde bir şeyler eksikti. Houston’da bir hafta sonu, bir arkadaşımın davetiyle ücretsiz meditasyon veren bir merkeze girdim: Houston Zen Merkezi. Orada ilk meditasyon hocam Gaeyln Godwin ile tanıştım. Onunla birlikte meditasyonun temellerini öğrendim. Yıllardır yaşadığım boşluk, bir anda maneviyatla biraz da olsa dolmaya başladı. Ben, bu konular hakkında daha fazla öğrenmek istiyorum arzusu kendiliğinden ortaya çıkıverdi. Bu arzuyu takip ederek Amerika’daki tek Budist temelli üniversite olan Naropa Üniversitesinde Benlik Ötesi ve Budist Psikoloji alanlarında yüksek lisans yapmaya başladı.

Kadın kimliği üzerine bakış açın nedir?

Bu kimlikler mevzusu çok enteresan. Üniversitede bunun bir dönem detaylı dersini aldım ve hayata bakış açım değişti diyebilirim. Ataerkil bir düzende yaşadığımızı ve bu düzenin bize (kadınlara) dayattığı beklentileri, baskıları ve kadınlar olarak bunları nasıl içselleştirdiğimizi görmek beni derinden etkiledi. Açıkçası kendimi anlamam konusunda bana çok yardımcı oldu.

Ataerkil bir düzen var ve hangi cinsiyetle doğduğumuz, bu düzende nerede yer alacağımıza bizim adımıza maalesef karar veriyor. Kadınlara ve erkeklere atfedilen net roller var. Kadın dediğin tatlı olur, anaç davranır, zayıftır, sesini yükseltmez, fedakâr olur; erkek ise tuttuğunu koparır, güçlüdür, ağlamaz, sert olur, ailenin lideridir gibi.

“Toplum tarafından bu derece keskin rollerle betimlenmemiz her birimize acı veriyor. Kendi otantik kimliğimizi ifade edebilmemizde bize ket vuruyor.”

Bu bir sistem diyorum çünkü burada bir işleyiş var. Maalesef kadının emeği, çabaları çoğu zaman es geçiliyor ve hatta sömürülüyor. Bu öz değerimizi törpüleyen bir durum. Daha da fenası biz de bu kurulmuş sisteme inanmaya ve bunu içselleştirmeye başlıyoruz. Kendimize acımasız davranıyoruz, kendimizi beğenmiyoruz, yetersiz hissediyoruz hatta bedenlerimizden utanıyoruz. Kafamızı çevirdiğimiz her yerde kadınların nasıl olması, ne giymeleri gerektiği konusunda bize pompalanan fikirler var. Televizyonlarda, haber kanallarında, reklamlarda, ailemizde bile kadının beden algısına varacak derecede bir müdahale var. Ve bu cinsiyet ayrımcılığının üzerimizde bıraktığı acıları görmek kendimizle şefkatle çalışmanın bence ilk aşaması. Burada, “Bir acımı acıtan bir toplumsal bir sorun var ve ben bu acıya hassasiyetle yaklaşmayı seçiyorum.” diyebiliriz.

Sende değişim yaratan ne oldu?

Hayatımda birçok dönüm noktası oldu, belki birkaçından bahsedebilirim. Dediğim gibi ilk olarak hocamla tanışmam, mühendislik derecem varken birden hepsini bırakıp psikoterapi okumak için Naropa Üniversitesi’nden içeri adımımı atmam, beklenmedik bir hamilelik ve sonrasında anneliğe alışmam, sanırım en büyük öğretmenim olan meme kanseri teşhisi ve akabinde gelen zor tedavi sürecim… Hayat sandığım kadar siyah ve beyaz değilmiş. Birçok gri alan varmış hayatta. Bütün bu dönüm noktaları ne kadar keskin yanım varsa hepsini tek tek törpüledi.

Değerli Tibetli Budist öğretmen Atisha’nın dediği gibi, bütün bu zorlukları aydınlanma ve zihinsel uyanma yolunda bir öğretmen olarak görmeyi pratikledim. Halen de pratiklemeye devam ediyorum.

Ben çektim, o da çeksin mi?

Annelik ve kadın kimliği üzerine neler söyleyebilirsin? Kadın kadınının kurdu mu yurdu mu?

Annelik, kadınlara atanan kimliklerden bir tanesi. Kadın, bu kimliği ile ataerkil sistemde sözde

Yüceltiyor. Ama aynı sistem kadını güçsüz, yetersiz, değersiz hissettiriyor. Burada çok büyük bir kopukluk var. Mesela şu mesaj, her kadına dayatılıyor: Anne olmak kutsaldır ve her kadın anne olmalıdır. Böyle bir şey olabilir mi? Yine kadının bedenine, kendi hayat kararlarına üstü örtük bir müdahale var. Her erkeğin baba olması gerektiğinin konuşulduğunu hiç duydunuz mu siz?

Bilmiyorum kadın kadının kurdu mudur fakat psikolojik açıdan “içselleştirilmiş baskı” diye bir terim var belki onu biraz konuşabiliriz. Kadın bu sistemde istediklerini elde edemediğinde, ihtiyaçlarını karşılayamadığında doğal olarak ortaya çıkan bir öfke var. Fakat bu öfkeyi dışarı vurması çok tehlikeli, onun için bastırmayı seçiyor. İşte burada içselleştirme devreye giriyor. Sistemde hayatına devam edebilmek için sistemin ona dayattığı mesajları içselleştiriyor ve onlara inanmaya başlıyor. “Kadın dediğin çok konuşmaz, uyumludur,” mesajını ele alalım. Bu norma uymayan, hakkını arayan başka kadınlar gördüğü zaman bu, bastıran kadını çok rahatsız ediyor. “Ben çektim o da çeksin” gibi bir zihinsel tutum kendini gösterebiliyor. Yani içselleştirdiği baskıyı o da kendi cinsiyetinden olan diğer kadına uygulamaya başlıyor. Böyle böyle birbirimizin polisi oluyoruz. Sisteme kimse baş kaldıramadığı için süreç devam edip gidiyor.

Hayatındaki dönüm noktası olan anne olma ve hastalık süreçleri sana neler öğretti?

Bununla ilgili, Ocak 2024’te Nemesis Yayınevi’nden çıkacak bir roman yazdım. Her kadının okumasını tavsiye ederim. Kendi hayatımdan esinlenerek anneliğin zorlayıcı yanlarını bütün dürüstlüğümle yazdım. Ayrıca kanser gibi zorlayıcı bir hastalık sürecinde kendi zihnimle nasıl çalıştığımı karakter üzerinden anlattım.

“En temelde edindiğim öğreti kendimizle ne kadar temas halinde olursak, hatta kendimizle dost olabilirsek o derece başkalarıyla ilişki kurabiliyoruz.”

Yani, kendimize temas edebildiğimiz kadar başkalarına temas edebiliyoruz. Onun için bu temasın yumuşaklıkla, şefkatle, nezaketle, anlayışla olması çok önemli. Bu da bir zihin pratiği. Dönüşen Zihin’de açtığım bütün psiko-eğitim müfredatı, bu konuları içeriyor.

Hayat amacın ne?

Başka kadınların kendilerini anlamalarına ve öz şefkati içselleştirmelerine yardımcı olabilmek için kurduğum Dönüşen Zihin Platformu’nda topluma, evrene yararlı olabilmek için hizmet etmek.

Aynı zamanda Budist bakış açısıyla bir psikoloji eğitimi alıyorsun? Bu bakış açısı sana neler kattı?

Tabi, böyle bir eğitim alabilmenin büyük bir ayrıcalık olduğunun farkındayım. Naropa Üniversitesinde canlı olarak Pema Chödrön gibi büyük öğretmenleri dinleyebilme şansım oldu. Bu süreçte kendi zihnimle çalışmam konusunda elimden tuttular, diyebiliriz. Acımasız iç kritik sesimle şefkatli bir ilişki kurmayı öğretti bana.

Kendimizin zorluklarına anlayış getirmek

Şefkat ve öz şefkat üzerine neler söyleyebilirsin?

Şefkat, bugünlerde insanların ağzına pelesenk olmuş bir kelime olmakla birlikte aslında tam bir duygu değil. Şefkati tanımlayarak başlayabiliriz. Şefkat, kendimizin ve başkalarının yaşadığı zorluklara, strese, kayıplara karşı geliştirdiğimiz hassasiyet ve bu zorlukları dindirmeye yönelik içimizde uyanan motivasyon, eyleme geçiş isteğidir. Dikkat edersen şefkat ve öz şefkat diye bir ayrım yapmıyorum. Çünkü tanımdan da gördüğün gibi şefkat kendimizin zorluklarına anlayış getirmeyi de içerir. Duygu değil dedim çünkü araştırmalar bize şunu gösteriyor ki şefkat, birçok aşamadan oluşuyor. İçinde bilişsel, duygusal, motivasyonel ve davranışsal kademeleri var.

Kadın çalışmaları çemberleri sence nasıl bir şifa içeriyor?

Yargısızca dinlenebildiğimiz, görülebildiğimiz, kendimiz gibi olabildiğimiz her ortam bence bize iyi gelir. Şifa kelimesini bazen çok iddialı buluyorum onun için bize iyi gelir demeyi seçtim.

Dönüşen Zihni biraz anlatır mısın?

Ben üniversitede okurken şefkat konusunda öğrendiğim temel öğretileri Türkçe seslendirmeye başladım ve bir podcast fikri ortaya çıktı ve bu serinin adı Dönüşen Zihin oldu. Akabinde kanser teşhisi aldım. Podcast esnasında anlattığım öz şefkate dair ne kadar öğreti varsa hepsini uygulamaya geçirme fırsatı verdi bana kanser. Bu süreçte de Dönüşen Zihin, bir online psiko-eğitim platformu halini aldı.

Kadınların kendileriyle şefkatli bir ilişki kurabilmeleri için düzenli olarak eğitimler açıyoruz. Platformumuzda iki temel modül var: İlki, kadınların öfkeleriyle dost olmalarının önemi, ikincisi ise kadınların kronikleşmiş utançlarıyla, iç kritik sesleriyle çalışabilmeleri üzerine.

Kanser sürecinden sonra hayatın ruhsal bedensel ve zihinsel olarak nasıl değişti?

Hayattaki önceliklerim netleşmiş oldu. Ve kendimi adayacak bir işin ucundan tutmaya karar verdim. O da Dönüşen Zihin. Kafamın içini yiyip bitiren geçmişe dair düşünceleri, duyguları, hatıraları artık bıraktım ve hayat enerjimi toplumu kadınlar için daha şefkatli bir yer kılmaya yönelik elimden geldiğince çalışmaya adadım. Yazdığım romanda bu adanmışlığın bir uzantısı. Bedenime gelince tabii ki bu yeni süreci halen kabul etmeye çalışıyor.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

kevser-aycan-saroglu
Kul, insan, kadın, gazeteci, yazar, editör, yazar kâşifi, rüya avcısı. Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu. Medya sektöründe çok uzun yıllar muhabir, editör, köşe yazarı olarak görev yaptı. Halihazırda büyük bir yayınevinde yayın danışmanlığı yapıyor. Kendisini ‘ebedi hayat öğrencisi’ olarak görüyor.