Farkındalık

Her şey mümkün

Hayatta her şey mümkün

Sir Isaac Newton -çok büyük ihtimalle- o meşhur ağaçtan kafasına bir elma düştüğünde son üç yüz yılımıza yön verecek kısıtlı bir fiziğin temellerini attığını hiç bilemeden bu dünyadan ayrıldı. Aslında Newton her bilim insanı gibi gözlemleyerek, doğayı ve kanunlarını anlamaya çalışarak içinde yaşadığımız dünyayı tanımlı ve yönetilebilir bir hale getirme derdindeydi. Bilerek de yapmıyordu bunu. İçinde yaşadığı kültür, insanlık bilincinin o yıllarda eriştiği seviye ve beklentiler, eşiğinde bulunduğumuz bu yeni çağa kadar, insanları hep bilinmezi bilme ve kontrol edebilme isteğiyle doldurup taşırdı.  

Bunun ardında ego yönelimli bilinç ve öz yönelimli bilinç farkının rol oynadığını görüyorum ve biraz bu alandan bahsetmek istiyorum.[1]

İnsan benliğine baktığımızda bu ego ve öz kavramlarını felsefi, teolojik ve pragmatik açılardan çok farklı farklı, katman katman değerlendirebiliriz. En temelde bilmemiz gereken şeyler fiziksel varlığımızı korumak, arzularımızı gerçekleştirmek üzere tasarlanmış, kolektif olarak da yüz binlerce yıldır beslenerek büyüyen bir ego bilincimiz yani nefsimiz vardır. Bir de ilahi yaradılıştan getirdiğimiz özümüz yani spritüalitemiz, ruhsallığımız ya da daha geleneksel adıyla maneviyatımız vardır. Ego, nefsimiz ve arzularımızı temsil ederken, öz ilahi olanla aramızdaki bağı hatırlatır. Hangi inanca sahip olursak olalım biliriz ki insan denilen varlık, katı fiziksel bedenin ötesinde birçok boyuta sahiptir. Rasyonel çevreler, zihin ve yeteneklerine fazlasıyla itibar ederken, spiritüel çevreler de ruhsal yetenekler üzerine odaklanmaktadır. Belki de bunun en doğru şekli kadim öğretilerde sıklıkla bahsedilen üç katmanlı beden-zihin-ruh yapısıdır. Tam anlamıyla burayı anlayıp, dengede tutmakla ilgili kişisel çalışmalarımızı yaparsak Stefano D’Anna’nın çok bilinen Tanrılar Okulu kitabında da dediği gibi “Bir bireyin kendi içsel bütünlüğüne ulaşması tüm insanlık deneyimini değiştirir,” konusuna hizmet edebiliriz.

Şu sıralar kişisel gelişimle ilgilenen, okumalar yapan ve bu konularda bilgilenen çok insan olduğunu görüyorum. Bu sevindirici gelişme zaman zaman, uygulamadaki tutarsızlıkları gördüğümde beni de hayal kırıklığına uğratmıyor değil. Hatta kolektifteki bu tutarsızlık kendi içsel çalışmalarıma yansıdığında, belki de ilk dersi anlayamamış öğrenci gibi müthiş bir şefkatsizlikle en çok da kendimi yargılıyorum. Demem o ki, yukarıda yazılan basit bilgileri bildiğimizi, anladığımızı zannediyoruz sıklıkla. İşin öyle olmadığını yol hep hatırlatıyor. Çok şükür! Çünkü yol holistik, çünkü yol birçok alandan okuma yapmayı, evreni, kendimizi ve büyük tasarımı hakkıyla anlamayı istiyor. Çünkü yol lineer değil, spiral… Mümkün değil denilenleri mümkün edebilmeyi gerektiriyor. Çünkü yol sürekli bir şekilde ego ve öz arasında kıvrıla kıvrıla gidiyor. Nelerin egodan, nelerin özden geldiğini anlamak bir büyük meziyet…

Tüm bunları anlatmaya nereden karar verdiğime gelince ilk yazımla, bu mecrada yazar olarak objektif bir tutum izlemek istemekle beraber inandığım ve yürüdüğüm yoldaki ülküleri de siz sevgili okuyuculara tanınır yapmak arzusunda olduğumu belirtmek isterim. O çok büyülü, gizemli bağ yani yazarla okuyucu arasında kurulan köprü illaki ortak inançlara sahip olmayı gerektirmez. Yine de yazarın inandığı ve yaşam şekline dönüştürdüğü şeyleri ne denli tutarlı şekilde anlatıp yansıttığı okuyucuda derin bir saygı uyandırmaktadır. Böylece yazar, evrende saklı olan bilgiyi kendi akıl süzgecinden geçirip ortak bilinçle paylaşarak ilahi hizmetini gerçekleştirmenin derin huzuruyla sarılıp sarmalanmaktadır. Ya da en azından yazma süreci benim açımdan bu denli kutsal, bu denli yaşam amacımı ortaya koyma biçimidir. Bilinenleri paylaşmak…Aktarılanları aktarmak…Öz’üm hizmete çağırmıştır, duymuşumdur.

İşte bu yüzden biraz kişisel inançlarımı, ruhsal deneyimlerimi ve analitik zihnim sayesinde bilgi süzgecimden geçirip sentezleyebildiklerimi siz değerli okuyucularla paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Bir yazı atölyesinde duyduğum ve o an için de hala bugünkü kadar güçlü bir şekilde itiraz ettiğim bir sahne geldi şu an gözümün önüne. Yazı atölyesinin mentoru mühendislik kökenli olduğu için rasyonel zihnime iyi gelen şeyler anlatıyordu başlarda. Sonra bir anda yazının büyüsünü ve ilahi olanla aramdaki bağı yok sayarcasına yaptığı çıkışla beni tam anlamıyla hayal kırıklığına uğratıvermişti.

Demişti ki “Artık çağımızda şamanlar, ruhsal bağlantılar ve bunun gibi kutsal ilhamlanmalarla eser ortaya koyan insanlar kalmadığı için bizim yolumuz çok çalışmak, her Allah’ın günü pratik yapmak…”

Çalışmayı, çabalamayı seven bir insan olmama rağmen içimden o kadar güçlü bir isyan yükselmişti ki, o yazara ve eserlerine duyduğum tüm saygı bir anda önemsizleşmiş, atölyenin geri kalan kısmını dinleyememiştim. Çünkü o zaman da biliyordum, hala biliyorum, belki de ben böyle inanmayı seçiyorum demeliyim: Şamanlar hala varlar ve onların da çokça iletişimde olduğu o kutsal bağ her yaratılmışın içinde.

Ve hatta o bağ, Kuran-ı Kerim’in Kaf Suresi 16. ayetinde de yazdığı gibi bize şah damarımızdan da yakın! Ben hayatım boyunca buna inanmayı seçtim ve hep korunup kollandığımı hissederek içim derin bir huzurla doldu. Bunlar çok kişisel konular olduğu için, hiçbir yargıda bulunmak istemem, sadece kendi deneyimlerimi anlatabilirim. Öz’ümüz ile bağlantımız ne kadar iyi beslenmişse hayatı o denli tevekkel[2] yaşadığımızı düşünürüm hep. Korku ve kontrol enerjisi yoktur orada. Ego kontrol etmeyi çok sever, hatırlayalım. Newton ve eski çağın diğer değerli bilim insanlarının kısıtlı evreninden ziyade, sonsuz ve sürekli genişlemeye devam eden güvenli bir evren anlayışı hakimdir düşünen zihinler için. Körü körüne inanmak değildir bunun adı! (Çok şükür kuantum fiziği sorgulayan zihinleri bu alanda da araştırmalar yapmaya davet ediyor.)

ÖZ’ÜYLE BAĞLANTISI GÜÇLÜ OLAN HERKES BİLİR Kİ BU EVRENDE HER ŞEY MÜMKÜNDÜR.

Yaradan isterse bizim aklımızın alamayacağı birçok şey gerçekleşir. O her şeye muktedir olandır. İnsan da bu olanlara şahitlik eden… Ben de kırk yıllık ahir ömrümde kim bilir kaç defa olmaz denilen şeylere şahitlik ettim. Gizeme merak sardım ve peşine düştüm. Okudum, araştırdım, zihnimle öğrendiklerimi kalbimle deneyimlediklerimle birledim. Şamanlar da işte benim o değer verdiğim, aklımla kalbimi BİR eden en mistik öğelerden… Mümkün değil denileni mümkün edenlerden…

İlk olarak onları ele alırsam, yakın sayılabilecek bir zaman önce yaşadığım kişisel maceramı anlatmam gerekecek. Bitkisel şifalanma tekniklerinin sıkça kullanıldığı Güney Amerika, kendini arayan ruhlar, maceraperestler ve değişik kültürlere ilgisi olanlar için uzun süredir cazibe merkezi. İşte ben de tüm bu sebeplerden ve daha da önemlisi ruhum oraya çağırdığı için, en yakınımın, kız kardeşimin ısrarlarına dayanamadım. 2019 Eylül’ünde kalkıp binlerce kilometre uzaklıktaki Peru’nun Cusco şehrine bağlı Pisac kasabasına gittim.

İşte bundan sonrası bir büyük macera; doğanın başrolde olduğu, hayatta her şey mümkün dedirten gerçek bir masal…

Devam edecek…

[1] Bu arada literatüre yerleşmiş böyle terimler yok. Bunlar yazarın kendi kişisel gözlemlerine dayanarak yaptığı bir ayrımdır.

[2]Tevekkel:Her şeyi oluruna bırakan (TDK)

*Sözlükteki bu anlamın pasif bir algı oluşturmuş olduğunu düşünenlerdenim. Tevekkel olmanın ise aslında bu algının çok ötesinde, kabulde genişlemiş insanlarca gösterilebilen bir durum olduğunu vurgulamak istiyorum.

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

nihan-uycan-ozen_
Yazar, sosyal girişimci…”Her yeni adımla kendine biraz daha yaklaşmış, yapmak istediklerini keşfetme yolunda ilerleyen bir ruh. Toplumda sosyal fayda yaratımını @kopruproject ile destekliyor.