Pandemi ilan edileli bir yıl oldu. Sanki yıllar geçmiş gibi. Aylarca evlere kapandık, sevdiklerimizle ancak cep telefonlarıyla iletişim kurabildik. Bırakın sarılmayı dokunamadık bile birbirimize. Tanıdıklarımızla yolda karşılaştığımızda hayatımıza yeni giren ‘sosyal mesafe’ kavramını hemen devreye soktuk. Herkes birbirine potansiyel virüs bulaştırıcı gibi davrandı. Evet, malum sürece her ne kadar uyum sağlamaya çalışsak da bu pek çoğumuz için çok kolay olmadı, ruhsal olarak epey yıprandık. Belirsizlik ve çaresiz hissetme halinin yarattığı panik atak, depresyon ve kaygı bozukluğuyla ilk kez tanışanlar olduğu gibi pek çoğumuz da geçmişte deneyimlediğimiz bu sorunla yeniden yüzleşmek zorunda kaldık. Bu ruh halinden çıkmak için türlü çeşitli yollar denesek de pek çoğumuzun imdadına terapistler yetişti. Peki, terapistler bu süreci nasıl geçirdi? Terapistlerin de terapiye ihtiyacı olur mu yoksa terzi kendi söküğünü dikebilir mi? sorusunu Psikolog, Yazar Şule Öncü ve Klinik Psikolog, Yazar Tuğçe Isıyel’e sorduk. Şule Öncü ayrıca pandemi döneminde terapinin ve terapistin değişen fiziksel koşullarını anlattı.
ŞULE ÖNCÜ: “TERAPİST DE KENDİ KARANLIĞINA BAKMA CESARETİ GÖSTERİR”
Terzi söküğünü dikebilir tabii. Terapist de kendi sorunlarını fark edip etkin çözümler üretebilir. Bununla birlikte terapist, bir sorunu ya da hastalığı olsun olmasın, kendi terapi sürecini ve süpervizyon almayı sürdürmelidir. İşimizi yalnız başımıza, sürekli terapist koltuğunda, danışan koltuğuna oturmadan, başka bir terapistten karşıt görüş, alternatif bakış açısı ve geri bildirim almadan yapmak, etik olmadığı gibi sağlıklı da değildir. Terapist bilgi sentezinin ve teknik donanımının ötesinde, kendi düşünsel ve duygusal kaynaklarını danışanın yararına olacak şekilde cesaretle açabilen kişidir. Bunu yapabilmesi için de kendi düşüncelerini berrak, duygularıyla baş edebilme kondisyonunu güçlü tutmak durumunda. Peki bu güç nasıl sürdürülebilir? Kendi gerçekliğine, kendi karanlığına bakma cesaretini sürekli diri tutarak. Kendi duygularını, düşüncelerini, atıflarını, anlamlarını, etkileşimlerini, iç ve dış dünyasını, bir terapistin eşliğinde gözden geçirip, yeniden düzenleyerek. Bu yüzden ben, hem kendi terapi sürecime, hem de süpervizyonlarıma mesleğe başladığımdan beri devam ediyorum. Pandemi süreci, danışan koltuğuna daha sık oturmaya ihtiyaç duyduğum bir dönem olmadı. Ancak, terapistimle olan etkileşimimi benim için yeni ve farklı bir katmanda, sanki daha yoğun bir atmosfer basıncında yaşanır hale getirdi. İzolasyon koşullarında önemli ötekine bağlanma, tutunma ve etkileşime girme şeklimiz de değişiyor ister istemez.
İNSANİ TEMASIN ÖNEMİ
Diğer primat akrabaları gibi insan canlısı da yüzyıllardır gruplar halinde yaşar. Dolayısıyla sosyal alan, insani temas, bireyin varlığının ötekiler tarafından görülüp onaylanması ve ötekilerin varlığına tanıklık etmek büyük önem taşır. Günlük etkileşimsel rutin; mahalle esnafına günaydın demek, iş arkadaşınızla kahve içmek, sevgilinizle yürüyüşe çıkmak, yakın arkadaşınızla buluşmak, restoranda yemek, tiyatroya gitmek, bir atölyeye katılmak, yeni insanlarla tanışmak, terapiye gitmek… Bütün bunlar, ötekinin yanı başındaki ve ortak alandaki varlığımızın karşılık bulması demektir. Bize güven verir, gerçeklik duygusunu güçlendirir, hayatta hissettirir, zorluklara karşı dirençli tutar. İzolasyon, bu sosyal paylaşımları kısıtladığı için, hemen hepimiz daha yalnız, dolayısıyla daha kaygılı, daha güvensiz, daha tedirgin, daha doyumsuz bir varoluşa itildik. Ve tabii en büyük kaygı kaynakları olarak ölüm korkusu ve belirsizlik de özellikle yatkın olan bireylerde anksiyete ve depresyonu besledi, hayata karşı cesareti ve umudu köreltti. Bu durumda bireylerin, çiftlerin ve ailelerin pandemi koşullarında terapiye daha çok ihtiyaç duymaları gayet anlaşılır.
“KENDİ TERAPİMİ DE ONLINE SÜRDÜRÜYORUM”
Pandemi koşulları terapinin fiziksel koşullarını da değiştirdi. Ben 2016’dan beri yurt dışındaki danışanlarımla online seanslar yapıyordum. Bugün, neredeyse iki danışandan biriyle online görüşüyorum. Aylardır kendi terapimi de online sürdürüyorum. Hatta sokağa çıkma yasağına denk gelen günlerde, evde yalnız kalamadığım için terapi seansıma otomobilden bağlandığım oluyor. Demem o ki online terapiye hem alışığım hem de bağlantının iki tarafını birden deneyimlemiş biriyim. Gözlemlerime göre online terapi, danışan açısından, bir terapi seansından alabilecekleriniz kapsamında, yüz yüze terapi kadar etkili. Seansa giderken yolda, seans öncesinde, sırasında ve sonrasındaki seans günü ritüellerini, kamusal alandaki ve seans odasındaki insani teması bir yana bırakırsak tabii. Ki onlar da çok özleniyor biliyorum. Online terapinin zorluğu, danışandan ziyade terapist için geçerli. Sürekli online görüşme yapmak, yüz yüze terapiden daha yorucu.
“TERAPİSTİN DE YÜKÜ ARTTI”
Terapist için mesleki açıdan neler değişti, derseniz; seanslardaki kaygı ve depresif duygu durum yoğunluğu arttığı için bizim de yükümüz arttı haliyle. Ayrıca, terapinin bir kısmı duygusal, bilişsel ve sezgisel boyutta ilerlerken bir kısmı da davranışsal boyutta, yani terapinin kazanımlarını pratiğe döktüğümüz dış dünyada ilerler. Dış dünyadaki etkileşimler karantinayla kısıtlanınca, bireyin olduğu gibi terapinin de kendini gerçekleştirme alanı daralmış oldu. Bireyin kendisiyle ve ötekilerle ilişkisini iyileştiriyorsunuz ama ötekilerle etkileşime gireceği sosyal alanlar kullanıma kapalı. Böyle bir zorluk var karşımızda. İnsan adaptasyon yeteneği güçlü bir canlı. Bir miktar inkârla akıl sağlığını koruma yoluna gider. Biz de içinde yaşadığımız bu olağanüstü koşulları zamanla kanıksadık, unutmaya çalıştık. Ne zaman biteceğini bilmediğimiz pandemi koşulları, sıkılsak, bunalsak, şikayetçi de olsak, şu anki normalimiz oldu.
“BİZİM DEĞİL, DÜNYANIN SORUNU”
Bu ‘normal’ hakkında sık sık karşılaştığım bir sorundan söz etmek isterim: Terapiye gelme nedeni, temelde, bireyin olmak istediği kişi olamaması, kendinden beklentilerini karşılayamamasıdır. Beklenti ile var olan arasındaki uyuşmazlık. Yaşadığımız koşullarda anksiyeteyi, özellikle de depresyonu tetikleyen, bazen de bugünün yeni normaline pandemi öncesi normalin beklentilerini dayatmak olabiliyor. Yani kesintiye uğramamış gibi devam etme isteği ve refleksi. Bu bakımdan danışanlarıma sık sık hatırlatmak zorunda kaldığım bir durumu burada da vurgulamak isterim; yaşanan felaket, dünya çapında birçok sektörde birçok insanın yaşamını askıya almasına neden oldu. Bu global ve sistemik bir sorun. Dünyanın ortak sorununu eğer kendi yetersizliğim, kendi beceriksizliğim, kendi değersizliğim olarak kabul edip üstüme alınırsam, zamanla benlik saygım azalır. Benlik saygısının kaybı, depresyonun başlıca göstergelerinden olduğu kadar nedenlerinden biridir. Pandemi koşullarına karşı duyulan, engellenmişlik duygusunun yarattığı öfke, hayal kırıklığı, çaresizlik duygusu haklı ve yerli yerinde duygulardır. Ama global ve sistemik sorunlar yüzünden hissedilen değersizlik duygusu bize yüklenmiş, üretilmiş bir duygu olarak haksız ve yersizdir. Okurlara bunun farkında olmayı, sık sık kendilerine ve yakınlarına hatırlatmalarını öneririm. Kendimizden beklentilerimizi dış koşulları unutmadan gözden geçirelim. İnsanın amacı tabii ki daha iyiye gitmektir ama öyle dönemler olur ki, şimdi olduğu gibi, daha kötüye gitmemek bile büyük kazanımdır. Pandemi ve küresel kriz bireyleri aşağı çekerken, bizler şu an için pek yol alamasak bile, en azından batmadan, yüzeyde kalmaya çalışabiliriz. Pandemi süreci enerjiyi idareli kullanıp, olup bitenlere sakince tanıklık etme ve kendimizi geliştirme zamanı. Ağaç kesemesek de baltamızı bilemek için uygun bir zaman.
TUĞÇE ISIYEL : “PSİKOLOG NİRVANAYA ULAŞMIŞ KİŞİ DEĞİLDİR”
“Ya Hiç Karşılaşmasaydık” kitabımda “Psikologlar da Ağlar” başlıklı bir yazı yazmıştım. Orada psikoterapistlerin de kendi psikoterapi süreçlerinden geçmesinin ne kadar önemli olduğuna değinmiştim. Psikoterapist olan kişi, bir şeyleri aşmış, nirvanaya ulaşmış kişi değildir, elbette bizler de çok çeşitli konularda zorluklar yaşayabiliyoruz. Pandemi de bunlardan biri. Eğer bizler kendi ruhsal özbakımımıza önem vermezsek, danışanımızın yaşadığı herhangi bir problem, o kişiyle çalışan terapistte çözülmemiş başka bir şeyleri de tetikleyebilir ve ikisi birlikte uçuruma doğru sürüklenebilirler. Ruhsal dünyası ve varoluşu üzerine çalışmayan uzmanlar, kendi “mutluluk” ideallerini danışanın üzerine boca ederek danışanlarından ancak narsisistik bir doyum sağlarlar fakat onlara şifa veremezler. Burada Jung’un şu sözünü de hatırlayalım; “Yarası olmayan şifacı/iyileştirici olamaz çünkü gerçek iyileştirici güç yaranın kendisinden gelir.” O halde mesele yara değil, o yarayı görme cesareti ve onu dönüştürebilme becerisi… Şunu da eklemeden geçmeyeyim psikoterapi yaşanan zorluklarla baş etme yöntemlerinden sadece birisi, tek yok değil ama çok etkili bir yol. Velhasıl bizler de elbette kendi psikoterapimize, psikanalizimize gidiyoruz, zorluklarla baş etmek için yeni yollar geliştirmeye çalışıyoruz. Çünkü kendimizle temas kuramazsak ötekiyle kurduğumuz temas epey güdük kalacaktır.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.