Farkındalık

Psikoloji ve spiritüellik paradoksu 

Saydıklarımdan kaçını yaşıyorsunuz?

Enerji düşüklüğü, motivasyon kaybı, uyku sorunları, anksiyete, yeme bozukluğu; özgüven, öz sevgi, öz saygı ve ilişki problemleri.

Yaşadığınız problemlerin çözümü için spiritüel ya da enerjisel çözümlere başvuruyor musunuz?

Yaşadığınız problemlerin çözümü için psikoloğa gittiniz mi ya da ilgili psikoloji kitaplarını okuyor musunuz?

Altı-yedi sene öncesine kadar “spiritüellik” kavramına dair hemen her şeye karşı çıkacak kadar dogmatik rasyonel ve determinist bir materyalistken şimdi içinde ruhsallığın olmadığı bir yaşamın kaliteli bir yaşam olamayacağını düşünecek kadar hayatına yansımalarını görmüş bir psikolog olarak sıklıkla birbirlerinin alanına giren (hatta kimi zaman birbirlerini yok sayan) bu iki önemli kavramı, ruhsallık ve psikolojiyi konuşmak istiyorum. Holistik çözüm algı ve yöntemleri dünyada henüz yeterli ciddiyeti görmediği için başıboş kalsa da özellikle ruhsal çalışmalarla ilgilenen bizler için konuşulması gereken bir konu.

MONOLOG VE RUH

İnsan ölene değin zihninde yalnızca kendisinin kulak verebildiği ve söylediklerinde hayli haklı görünen hayali bir monoloğu dinler. Bazen sessiz ve derinlerdedir bu ses, bazen fazlasıyla yaygaracı. Kâh yaşam ve insanlarla barış içinde; kâh hırslı, kaygılı ya da kin içinde. Kimi zaman sağlıklı, kimi zaman sağlıksız, kimi zamansa biraz sevgi ve ilgiye ihtiyacı olur sadece. Söylemlerinin temeli dayanaklı olsun ya da olmasın bu monolog tüm düşünce, duygu, ilişki ve seçimleriyle dinleyeninin hayatını belirler. Geminin dümenini yürüten görünür kaptandır insanın psikolojisi ve onu son nefesine kadar terk etmeyen benliğinin en önemli hazinesi. 

Bir de sonsuzluğa uzanan bir yanı vardır insanın; eterik ve bedenine görünmeyen bağlarla bağlı, dünya misyonunu tamamladıktan sonra bile var olmaya devam eden. Bilgisiyle bildiklerimizi hiç eden, zamanı ve mekânı büküp geçen ve ebedi tekâmülüne sonsuza dek devam eden. Mevcut teknolojimizle tasviri ve tarifi mümkün olmayan kâinatlar-üstü hakikatlerden biridir ruh. Derinlikleri yaratan, maddeye mana katan, evrenin her yerinde var olan zamansız ışıktır. Descartes’ın deyimiyle, yaşamsal bir güçtür ruh ve makinayı yürüten motordur.

Birbirlerinden beslenen ve grift gibi birbirleri içine geçen iki önemli öğemiz olsa da ruh ve psikoloji, mevcut dualistik düzenimizden nasibini alarak bıçak sırtı gibi ayrılmış vaziyette. Ne yazık ki, biri kendisini ilaç endüstrisinin destekleyici sağ kolu gibi konumlandırılmış bulurken diğeri Doğu öğretilerinin gerçekdışı inançlarıyla “bilimin karşısında duran pseudoscience (sözde bilim)” olarak dışlanmış buluyor. İnsanların uyanışı ve yeni gelişmelerin ışık tutuşu asıl konumlarını netleştirmeye başlasa da henüz bütünüyle sağlıklı ve birlikte kullanım alanları gelişmiş değil. Bu da suistimallere, önyargılara ve kaybedilen güvenilirliğe yol açıyor. Bundan da en büyük zararı yine yardım almak isteyen insanlar görüyor; ruhuna ulaşmaya çalışırken görmesi gereken gerçekliğini yitiren ve psikolojisine fark etmeden daha büyük zarar veren. 

SPİRİTÜEL BYPASS

Ruhsallık her boyutuyla insanı içine çeken, kendini ve evreni tanıma yolculuğuna eşlik eden bireysel olduğu kadar evrensel de bir kavram. Ancak, bir durumda verebileceği ciddi bir zarar var; kişinin iyileştirilmesi gereken kompleks ve derin problemlerini ruhsallıkla çözmeye çalışması. “Kötü duygularından, düşüncelerinden arınmalısın.”, “Olumlu düşünmeli ve tüm duygularını pozitife çevirmelisin.”, “Negatifi zihninden silmeli ve hayatından yok etmelisin.” 

Hayır; insan yaşantısı ve tekamülü gereği iyiyle de kötüyle de karşılaşıyor ve kötü olarak yorumladığı her olay karşısında negatif duygular hissediyor oluşu ona yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığını gösteriyor. Bunları görmezden gelmek, duygulara geçip gitmesi gereken önemsiz anlarmış gibi davranmak, baskılamak ve pozitif düşünerek problemlerin üstesinden gelebileceğine inanmak sorunu çözmek yerine halı altına süpürmek demek ve psikolojideki savunma mekanizmalarından “bastırma” ve “reddetme”den fazlası değil. 

Bu yüzleşmekten kaçış ve yok sayma sebebiyle kişi işler kötü giderken bile her şey iyi gidiyormuş gibi davranabiliyor; normalleştirdiği her zaman pozitif olmak olduğu için gerçekçi olması gereken yerde aşırı optimist davranabiliyor ve bu da hayatta kötülüklerin var olabileceğine dair gerçeklik algısını yitirmesine ve yanlış beklentilere girerek hayal kırıklığı ve zarara uğramasına sebep olabiliyor. Ayrıca, zamanında çözüme kavuşturulmadığı için problemlerin ilerde daha zor aşılacak biçimde ortaya çıkmasına da zemin hazırlıyor ve bunlarla ya da negatif duygularıyla yeniden karşılaştığında endişesi artabiliyor; kontrol problemleri yaşayabiliyor. Kişinin bir süre sonra düşük ya da nötr hissetmeye tahammülü olmuyor ve zamanla çevresindekilerinin olumsuz duygu ve problemlerine karşı da aynı yaklaşımı gösteriyor. 

Tüm bunların sonunda karşılaşabileceği çok daha yoğun bir hayal kırıklığıyla beraber bireysel ya da sosyal olarak onu olumsuz yönde etkileyebilecek seçimler yapma olasılığı da artıyor; örneğin yanlış bir lidere gözü kapalı itaat edebiliyor, sorumluluktan kaçabiliyor; spiritüel narsisizm, duygusal kafa karışıklığı ve uygunsuz davranışlara aşırı tahammül göstermeye başlayabiliyor. Kaldı ki bastırılan duygu ve sorunların zamanla bedende psikosomatik (psikoloji kaynaklı fiziksel) rahatsızlıklara sebep olduğu da biliniyor. Dolayısıyla vadedilen mucizevi kısa yollar ya da ruhsal deneyimlerin yaşadığımız kısa süreli iyi ve huzur verici halleri ne yazık ki bütünüyle bir psikolojik sorunu iyileştiremiyor ve öyleymiş gibi farz edildiğinde bizi ihtiyacımız olandan uzaklaştırabiliyor. Tıpkı sırf ilaç ya da antidepresan kullanmanın çözümde yeterli olmadığı hatta kök problem veya davranışlar çözülmediğinde zarar verme potansiyelleri olduğu gibi ya da şiddetli bir bedensel rahatsızlık durumunda sadece oraya enerji vererek beklemeyip doktora gitmemiz gibi. Değişen tek şey, psikoloji kaynaklı sorunların çoğu zaman fizyolojik rahatsızlıklar kadar itekleyici ve görünür olmaması ve reddetmeye daha meyilli oluşumuz.

Çözülmesi gereken derin sorunlar karşısında ruhsallık ve psikoloji, biri yoksa diğerinin seçilebildiği birbirinin alternatifi olma ilişkisine sahip değil. Kökten bir iyileşme hedefleniyorsa soruna ait farkındalık da gerekir; çünkü kimse reddettiği bir problemi çözemez. Kişinin tüm gardlarını indirip özünü görebilmesi ve iç karanlığına, bastırdıklarına korkusuzca ışık tutabilmesi, sorunlarla kendi iç dünyası arasındaki bağlantıları kurarak sebep-sonuç ilişkilerini anlaması gerekir; dönüşüm bu sayede gerçekleşir. 

PSİKOLOJİK İNSAN

Salt psikoloji tarafına yöneldiğimizde neler olduğuna ve neleri kaçırdığımıza girmeden önce altını çizmek istediğim önemli bir konu var: pozitif bir zihne sahip olmanın önemi. Bu, söylediklerimle çelişiyor gibi görünse de aslında pozitif zihin negatifi yok sayıp baskılayan değil, “Edindiğim bu deneyimden neler öğrendim?”, “Bu olay bende neleri değiştirdi?” ve “Bana ne kattı?” diye bakan zihindir. Olayların derinliğini algılayan, negatife boğulmadan deneyimlemesi gereken duyguları deneyimledikten sonra farkındalıklı yeni bakış açıları geliştiren bu pozitiflik, görüşü zenginleştirdiği için psikolojide de ulaşılmak istenen bir hedef. Olayların ardından sorulan sorular beyni kuvvetlendirip dengelerken olanı olduğu gibi kabul ettiğimiz içten bir şükür huzuruna da varmamızı sağlar. 

Çekim yasasına karşı verilen olumsuz tepkileri anlamlı bulmakla beraber birkaç sene sonra bilimin ışık tutup, çarpıtmalardan arındırarak doğrulayacağı bir konu olduğuna da inanıyorum; bu sebeple ayakları yere sağlam basan ve eylemleriyle de bunu destekleyen bilinçli pozitiflik, istenilen sonuçların olasılıklarını da arttıran bir mekanizma çünkü, enerji doğru yere kanalize oluyor.

Psikolojiyi tamamen yok saymak ve ancak analiz ya da terapiyle çözülebilecek sorunları ruhsallıkla çözmeye çalışmak tehlikeli ancak ruhsallığı yok sayıp bütünüyle psikoloji tarafına yöneldiğimizdeyse çok fazla zihin seviyesinde kalabiliyoruz. Belirli travmaları, yaşam deneyimlerimizi ve bize etkilerini keşfettiğimizde bu içe dönüşün açtığı yeni kapılar ve berraklaşan görüşle iyileşme hali hoş gelse ruhsallıkla desteklenmediği durumda bir süre sonra her şeyi çözmeye çalıştığımız, dolayısıyla sürekli problem ve eksikliklerimizi aradığımız bir döngüye giriyoruz. Bu; tek yönlü ve mental seviyede saplanıp kalmış kısıtlı bir yaşam deneyimi ve farkındalık olasılığı sunuyor. Psikoloji ve bilime yön verebilecek birçok alan konu dışı bırakılıyor; bu kutuplaşmanın sonunda potansiyel gelişmeler ve kolektif bilinç de kısıtlanıyor. İnsanların deneyim ve becerilerinin mevcut farkındalığımızın üstüne çıkabilme ihtimali, bunları araştıran kişilerin ruhsallığı (çeşitli sebeplerden ötürü) dışlaması sonucu zarara uğruyor. Bu da ruhsallık olmadan teknolojisini geliştiren gezegenimizde dengesiz bir ortam yaratıyor; insan yaşamından doğa bilincine, bireysel yaşamlarımızdan ülkelere ve bugünümüzden geleceğimize önemli sorunlara sebep oluyor.

Psikoloji sınırlarında sayılsa da insanlar ruhsal çalışmalara genellikle stresle başa çıkmak, yaşadıklarına destek bulmak ve hayata anlam katmak için yöneliyor. Yapılış amaçlarının tümünde başarılı oldukları gibi; konsantrasyon, beyin ve beden sağlığı, kişisel gelişim ve bireysel farkındalık gibi alanlarda da hayli faydalılar. Ek olarak, spiritüel uygulamalar çağlardan beri sosyal olarak birleştirici; örneğin kimseyle paylaşmadığımız, anlaşılmayacağımızı zannettiğimiz konularda yalnız olmadığımızı bir dolunay çemberinde keşfedebiliyoruz ya da dünyanın öbür ucunda da olsa aynı anda yapılan meditasyonlar hem bireysel hem de küresel olarak daha etkili. Spiritüellik, diğer insanlarla olduğu kadar doğa ve evrenle de bir ve bütün olduğumuzu hissettiriyor (bunu bize medya ya da günlük yaşamlarımızdaki konuşmalar pek hatırlatmıyor). Zamansızlığı ve ruhun sonsuzluğunu bedenin içindeyken deneyimlememizi sağlıyor; merhamet duygularımızı pekiştiriyor hatta hafif depresyonda bile iyileştirici oluyor. Ellerimizle kendimiz ya da bir sevdiğimizin ağrısını giderebileceğimizi, mucizevi denilenin yalnızca görünenin ardındaki olduğunu gösteriyor. Tarihimizi, kadim öğretileri ve atalarımızı anlamamızı sağlıyor; taşıdıkları derin anlam ve bilgelikle bilimin henüz ulaşmadığı yerlerde sessizce keşfedilmeyi bekliyor.

ENERJİ ALANIM BENİM KONTROLÜMDE

Zihin, beden ve ruh bütünlüğümüz birbiriyle sürekli bağlantıda olan sistemler, bu sebeple birine iyi gelen yöntemin diğerine de faydalı olması gayet doğal. Örneğin; zorla gülümsediğimizde kendimizi iyi hissediyoruz, nefes egzersizi yaptığımızda anksiyetemizi gideriyor ya da meditatif hale geçebiliyoruz, yoga ve qigong gibi egzersizlerle Kundalini enerjimizi harekete geçirip ruhsal aydınlanmanın kapılarını aralayabiliyoruz, enerji alanımızı koruyarak psikolojik güç elde edebiliyor, kolay etkilenebileceğimiz ortamlarda daha dik ve özgüvenli kalabiliyoruz; bu varyasyonlar uzar gider çünkü, farkına varmasak da aslında yaptığımız ya da hissettiğimiz hemen her şeyin diğer sistemde bir karşılığı, yansıması var. Bu bütünlüğümüzü birbirinden apayrı kavramlarmış gibi davranmak bize faydadan çok zarar getiriyor.

Spiritüelliğin olmadığı psikoloji yaşamın yüksek değerlerinden uzak, kısır ve ruhsuz; psikolojinin olmadığı spiritüellikse gerçek yaşamdan kopuk, tabanı eksik ve içi boş kalıyor. Her iki yolda da tek yönlü yürümek, doğamıza karşı gelerek asıl ve bütün bir anlayışı eksik kılıyor. 

©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

ozge-ureyen
Lisans ve yüksek lisans eğitimlerini psikoloji alanında, kurumsal kariyerini danışmanlık ve Getir şirketlerinde tamamladı. Psikolog ve yazar kimliklerini ruhsallıkla birleştirerek yazılarını kaleme alıyor.