Kendimiz hakkındaki olumsuz düşünceler zihnimizde olduğu ve biz bu düşüncelere inandığımız sürece gerçeğimizi ve yaşam deneyimimizi ve tüm ilişkilerimizi ve diğer insanları sevmemizi etkilerler. Kendimiz ile barışık olup sevmeyi deneyimlemeden de başka bir insanı sevmek ve onun bizi sevdiğini deneyimlemek mümkün olamaz.
Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemimin büyük bir kısmını kendimi sevmeden yaşadım. İşin acı tarafı ise kendimi sevmediğimin farkında bile değildim. Sevilmemeyi hak ettiğimi düşünüyor ve bunun doğal bir şey olduğunu sanıyordum. Çocukluk yıllarımda annemin beni sevmediğine olan inancım ile başlayan drama hikayem uzun yıllar tüm ilişkilerime imzasını attı ve insanlar ile olan ilişkilerimi her oranda etkiledi. Sevilmediğime, sevgiye laik olmadığıma, hatta hakkım bile olmadığına olan inancım bazen beni insanlardan uzak tuttu bazen ise beni onlardan sevgi ve onay bekleyen bir dilenciye dönüştürdü. Gerçekten beni sevenlere kör olan gözlerim ile baktığım dünyada sevileceğime bile inanamıyordum. Genelde insanlara güvenemiyor hatta şüphe duyup, ilişkilerimi sabote bile edebiliyordum.
Çalışmayan ve tatminsiz ilişkilerimin kaynağını ve mutsuzluğumun altında yatan sebebi keşfettim. Bunun aslında kendim ile olan ilişkimden kaynaklandığını ve kendimi sevmediğim gerçeğinden oluştuğunu anladım. Çocuklukta inanmaya başladığım bu kendimi sevmememe neden olan düşünce kalıplarından özgürleştim. Sonuç olarak şu gerçeğimi farkına vardım: Kendimi tam olarak sevmediğim ve kabul etmediğim zaman, asla harika bir ilişkim veya mutlu bir hayatım olamazdı. Eşim bana “Seni çok seviyorum” diye fısıldadığında ona inanmayacaktım. Arkadaşlarım bana iltifat ettiklerinde ya da yakınlık gösterdiklerinde onlara inanmayacak ve söylediklerinin doğru olmadığını ispatlayacak bir kanıt arayacaktım. Şüphelerim ile kucak kucağa bir yaşam senaryosu yazacak ve farkına bile olmadan kendi yazdığım filmde kendim oynayacaktım. Drama yazdığımın farkında bile olmayacak ve bunu bir yazgı sanacaktım.
Peki neden sevmiyordum kendimi? Ne olmuştu da ben bu karara varmıştım? Kendim hakkında vardığım yargı ve yazdığım hikâye ne idi?
Aslında nerede ne oldu diye aramaktan ve geçmişi deşmekten öte hangi genel ve evrensel düşüncelerin bizi kendimizi sevmekten uzaklaştırdığına odaklanmak istiyorum. İnsanın kendisini sevmemesinin temelinde kendini yargılayan hikayeleri vardır. Ben yetersizim, kötüyüm, başarısızım, diğerleri kadar iyi değilim, adam olamadım, çirkinim, şişmanım, fakirim, suçluyum, hata yaptım, beceriksizim gibi ve buna benzer olumsuz düşüncelerle inançlar bizi kendimizi sevmekten uzaklaştırır.
Kendimiz hakkındaki olumsuz düşünceler zihnimizde olduğu ve biz bu düşüncelere inandığımız sürece gerçeğimizi ve yaşam deneyimimizi ve tüm ilişkilerimizi ve diğer insanları sevmemizi etkilerler. Kendimiz ile barışık olup sevmeyi deneyimlemeden de başka bir insanı sevmek ve onun bizi sevdiğini deneyimlemek mümkün olamaz.
Sonuçta, sevilmeye layık olmadığımızı düşünüyorsak neden başka biri bizi sevsin?
Kendinizi sevmek hayatınızda yapabileceğiniz her şeyden daha önemlidir ve kendinize verebileceğiniz en büyük hediyedir. Hangi düşüncelere inanıyor, kendimizi nasıl yargılıyor ve neden sevmiyoruz?
Kendimizi sevmemize engel olan düşünceleri yakalayıp onları sorgulayabiliriz. Örneğin insanların çoğunun inandığı bir evrensel inanç olan “yetersizlik” düşüncesini ele alalım. Byron Katie’nin The Work metodu olan dört soru ve tersine çevirmelerini kullanarak kendimizi sorgulayabilir ve gerçekten yetersiz olup olmadığımızı bulabiliriz. Her konuda yeterli olmamız veya kusursuz olmamız gerektiği beklentisini bırakıp, kendimizi olduğumuz gibi kabul edip, olduğumuz halimiz ile de sevebiliriz. Ancak kendimizi sevdiğimizde başka insanları da sevebilir ve onlar ile otantik ilişki kurabiliriz. Aksi takdirde tüm enerjimiz ve odak noktamız kendimize veremediğimiz sevgiyi dışarıdan almaya çabasına gidecektir. Kendimize veremediğimiz sevgi kıtlığının sonucu olan mutsuzluğumuzun sebebinin “dışarıda” olduğunu düşünürüz. Sonrasında bunu bizim için çözecek birini veya bir şeyi aramaya başlarız. Dışarıya dönük bu sevgi arayışı bizi gerçek sevginin kaynağı olan özümüzden yani kendimizden uzaklaştıracaktır.
İnsan kendinde olmayan bir şeyi başkasına veremez. Bir insan eğer kendini sevmiyor ve bu sevgiyi kendine veremiyorsa onun kapıları sevgiye kapalı olduğu için sevgi deposu da boş olacaktır. Dolayısı ile boş sevgi deposundan başkasına da bir sevgi verilemez.
Seminerlerim sırasında yaptığımız The Work düşünce sorgulamalarında düşüncelerimizi tersine çevirerek gerçeği buluruz. “Beni sevmiyor” düşüncesine inanan bir insan aslında kendisini sevmediği gerçeğine uyanabilir. Daha ötesi ona sevilmediğini düşündüren o insanı aslında kendisinin sevmediğini fark edebilir. Yani kendimiz ile olan hikayemizi diğerine yansıtma yapmışızdır.
Kendini sevmek, gerçekte kim olduğunu saklamadığın anlamına gelir. Kendinizi olduğunuz gibi her haliniz, tüm düşünce ve duygularınız, bedeniniz, maddi manevi her haliniz ile olduğunuz ve olmadığınız gibi kabul edebilmektir gerçek sevgi. Kendinize bu kabul halini verebildiğinizde başkalarına da verecek ve onları da oldukları gibi kabul edip, onlara şefkat ve sevgi hissedebileceksiniz. Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilsiniz, çünkü kendi değeriniz hakkında önemli olan tek fikrin kendinize ait olduğunu biliyorsunuz.
Kendini seven insan incinmekten korkmaz çünkü onu incitebilecek tek kişinin başkaları değil sadece kendi olduğunu bilir. Aşkı uzaklaştırmaz, sabote etmez, aşktan kaçmaz veya bilinçaltında ilişkisini hayal kırıklığına uğratmak için sebepler yaratmaz.
Kendini seven insan kendisiyle, diğer insanlarla, tüm canlılarla, dünyayla barışıktır ve enerjisini sevgi aramaya değil, kendisi olmaya ve sevgiyi paylaşmaya verir. Çünkü o gerçek sevgidir.
Sevgi ile.
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.