“Sanki onu çok öncelerden biliyor gibiydim. Çok sıcaktı, yeni tanıştığı birine bu kadar yakınlık duyması çok garip geliyor insana. Hem sanki eski bir tanıdığa yeniden rastlamak gibiydi hem de sanki derinlerden dinmiş bir fırtına yeniden kabarıyor gibiydi. Kızım dedim, ya şu an buradan kalk git ya da başına geleceklere hazır ol.”
Kapı açıldı ve eli kolu çantalarla dolu kırklı yaşlarının ortalarındaki kadın, “Çıkar şu adamı benim kafamdan” diyerek bir hışımla içeriye daldı. Gözleri hüzünlüydü ve aşk acılarının izleri sanki derinlerde gizlenmişti.
Önce “Hoş geldin” dedim, içeriye buyur ettim ve kendimi tanıttım. O söylediklerime dikkat eder görünmüyordu. Zihninin üstünde gezen yoğun düşünce bulutlarını sezdim. “Bakalım bu sefer ne öyküler çıkacak?” diyen merak pırıltıları benim de zihnimi doldurdu.
Aslında ayrılalı iki sene olmuştu ama bir türlü eski sevgilisini aklından çıkaramıyordu. Yaşına göre güzel ve bakımlı olmasına rağmen özellikle karşısına çıkan “İyi karakterli, düzgün adamları” reddediyordu. Nedense o baş belası, uğruna bankadan krediler çektiği ve ayrılmalarının üzerinden iki sene geçmesine rağmen borçlarını ödemeye devam ettiği, işsiz güçsüz, tembel, çalışmaktan pek hoşlanmayan, o zamana kadar bir baltaya sap olamamış, üstelik de durumunu açıkça söyleyen, saklamayan “o uğursuzu” unutması mümkün olmuyordu.
“Sanki görünmez halatlarla bağlandım bu adama. Kurtulmaya çalıştıkça bu aşkın içinden, giderek daha da girdabına gömülüyorum. Ne onunla olabiliyorum ne onsuz olabiliyorum. Sanki kendi kendimi cezalandırıyorum. Maddi-manevi bir bedel ödüyorum ama ne olduğunu bilemiyorum. Ve bu ödeme hiç kapanmıyor” dedi kahvesini yudumlarken.
“Onu ilk tanıdığında nesine çekilmiştin?” diye konuşmayı sürdürdüm.
“İlk kez bir arkadaş toplantısında tanıştık. Gözleri çok tanıdıktı. Tanışır tanışmaz bir mıknatıs ile çekilir gibi ona itildim. Sanki onu çok öncelerden biliyor gibiydim. Çok sıcaktı, yeni tanıştığı birine bu kadar yakınlık duyması çok garip geliyor insana. Hem sanki eski bir tanıdığa yeniden rastlamak gibiydi hem de sanki derinlerden dinmiş bir fırtına yeniden kabarıyor gibiydi. Kızım dedim, ya şu an buradan kalk git ya da başına geleceklere hazır ol. Ama bu ilk seziş çok kısa sürdü, sanki bir an içinde sarhoş oldum. Gözüme bir perde mi indi nedir? Kendimi ona çekilmekten alıkoyamadım. Sonrası malum, sık sık buluşmalar. İçimdeki bir parça yirmili yaşlara geri dönmüştü sanki. O yaşlarımda bile bu heyecanı duymamıştım.
“BAŞLANGIÇTA ÇOK EĞLENCELİYDİ, GİZLİ AŞIKLAR GİBİYDİK”
Çok gizemli oluyordu buluşmalar. Sanki her şeyi o yönlendiriyor gibiydi. Ancak o ararsa onunla konuşabiliyordum. Çat kapı gelebiliyor, gece yarısı bir an telefonum çalabiliyordu. Buluşmalar nedense hep gece oluyordu.
Başlangıçta çok eğlenceli bile gelmişti. Gizli aşıklar gibi takılıyorduk. O gizemin çekimine kapılmıştım. Sanki eski bir film içinde oynuyor gibiydim yeniden. Bir yandan da bu gizlilik çok tanıdıktı ve bir süre sonra yüreğimin üzerine bir kaya gibi oturuvermeye başladı. Onun aşkının içine çekildikçe, onun hayatını bilememek içimi kemirir oldu. Kıskançlıklarım dev dalgalara dönüşmüştü içeride. Ona yansıtmamaya çalışıyordum.
Başlangıçta çok eğlenceli bile gelmişti. Gizli aşıklar gibi takılıyorduk. O gizemin çekimine kapılmıştım. Sanki eski bir film içinde oynuyor gibiydim yeniden. Bir yandan da bu gizlilik çok tanıdıktı ve bir süre sonra yüreğimin üzerine bir kaya gibi oturuvermeye başladı. Onun aşkının içine çekildikçe, onun hayatını bilememek içimi kemirir oldu. Kıskançlıklarım dev dalgalara dönüşmüştü içeride. Ona yansıtmamaya çalışıyordum.
Bir süre sonra patladım, sıkı bir kavgaydı. Nedense bana iyi geldi. Dalgalarla kendim boğuşmak durumunda değildim. Onu da o dalgaların içine çekmek belki içsel bir zevk de verdi.
Sonunda bana maddi sıkıntılarını itiraf etti. Beni kendi dertleri ile meşgul etmek istemiyordu. Ona bir kez daha âşık oldum. Ayrımız gayrımız mı vardı? Hem aşk birbirine fedakarlıkta bulunmak değil miydi? Onun için kendimi feda etmeye o kadar hazırdım ki… İşte bitmeyen borç alışlar, bankadan kredi çekmeler, dışarıya çıkmalarda yemekleri ödemeler tarafımdan böyle başladı. Sanki o zaman gizem de azalır gibi olmuştu.
Ben gizemin parası olmayışından kaynaklandığına inanmıştım. Ben her ödediğimde onun yanında görünür olmuştum. Tatiller, sinemalar, yemekler… Ben verdiğim sürece benim yanımdaydı. Başta bunu pek umursamamıştım. Ta ki faturalar birikmeye başlayıncaya kadar.
“AŞKIN BÜYÜSÜ DEVAM ETSİN İSTEDİM”
Sanki içimde uyuyan dev bir öfke uyanmıştı. O devin yarattığı öfke fırtınalarına ben de çok şaşırıyor ama kendime hâkim olamıyordum. Yine kontrol edememenin çaresizliği başlamıştı. Bu ilişki başından beri çaresizlik ve kontrol dinamiği üzerinde beni sallayıp duruyordu. Oysa şimdi görüyorum ki, o başından beri bana açıktı. Bazı durumları saklamamıştı. Sadece ben görmek istemedim. O aşkın büyüsü devam etsin, yirmili yaşların heyecanını satın alayım istedim sanki. Ama olmuyormuş. Bu bedel, bu ödeme hiç tamamlanmıyormuş. Sonunda öfke krizlerimi bahane etti, “Bu aşk ikimize de yaramıyor” dedi ve bir gün çekip gitti. Aşkımın çaresizliği, yangını ile baş başa kaldım. O yangını söndüremiyorum. Azalır gibi oluyor, yeniden parlıyor. Sanki ben bitmeyen bir yangının içindeyim. Lütfen çıkarın beni bundan” haykırışıyla sözlerini tamamladı.
“Peki anne, babanız hayattalar mı? Nasıl karakterler anneniz ve babanız?” diye devam ettim.
Zihninden “Ne alaka şimdi bu sorular?” diye bir düşünce bulutunun geçtiğini hissettim. Konuşmanın yönünün değişmesinden hoşlanmamıştı. Bu yangını anlatmayı ve onu üfleyerek canlandırmayı daha çok istiyordu. Derin bir nefes aldı. Sorumu kibarca yanıtlamaya devam etti.
Annesi klasik bir ev hanımıydı. Kendince fedakardı. İyi bir aileden geliyordu. Aslında babasına göre oldukça varlıklıydı. Pek yaşam zorluğu olmamıştı. İyi okullarda okumuştu ama çocukları olunca, ilgisini onlara vermek istemişti. Baba nispeten yoksul bir aileden geliyordu. Zor bir hayatı olmuştu. Annesini genç yaşta kaybetmiş, babasının iflasları sebebiyle genç yaşta çalışmaya başlamıştı.
“SANKİ ANNEMİN KADERİNİ YAŞIYORUM”
“Evlenmeden önce babamın gönlü aslında başka bir kadındaymış, sonra annemle tanıştırmışlar. Aslında annemin ailesi babamı istememiş, karşı çıkmışlar. Annem babama deli gibi âşık olmuş. Babam nazlı olan tarafmış. Nedense anneme bu çok çekici gelmiş. Diğer kadından da haberdarmış aslında. Annem bana hamile kalmış. Evlenmek zorunda kalmışlar. Her ne kadar istemeseler de annemin ailesi benim dünyaya gelmemle birlikte maddi olarak annemi ve babamı desteklemeye başlamış. Ta ki beşli yaşlarımda babam evi terk edip, eski âşık olduğu kadına gidinceye kadar. Annem sonrasında çok zor toparlandı. Babamın borçlarını da gitmesine rağmen belki geri gelir umuduyla ödemeye devam etti. Sanki bir nevi annemin kaderini yaşıyorum. Size anlatıncaya kadar fark etmemiştim. Annem babamı maddi gücüyle evliliğinde tutmaya çalışmıştı, sanırım aynı şeyi ben de sevgilime yapmaya çalıştım.”
Bu hayatta çocukken öğrendiği dinamikler işin bir katmanıydı. Sonuçta hayatımızdaki ilk kadın annemizdir, ilk erkek de babamızdır. Onlarla kurduğumuz sağlıklı ya da sağlıksız bağlanmalar, daha sonra kurduğumuz ilişki dinamiklerini de belirler. Annesi sevdiği adamı ilişkide paranın gücüyle tutmaya çalışmıştı, oysa eski, bitmeyen bir sevda paradan daha güçlü olmuştu. Danışanımın daha sonra keşfedeceğimiz çocukluğunda aldığı kararlar ise, “Erkekleri elinde tutman için para ödemen lazım, sevgiyi ancak parayla satın alabilirsin” olarak şekillenmişti. Bir parçası acaba halen giden babasını mı bu şekilde geri getirmeye çalışıyordu? Acaba daha çok verirse, daha çok bedel öderse babası geri gelir miydi?
“ORTAYA ÇIKAN İLK HAYATINDA ERKEKTİ”
Yaptığımız regresyon çalışmasının ilerleyen bölümlerinde bu kararları ve bedel ödeyen iç çocuğu keşfettikten sonra, zaman tünelinin içinde, gerilere giderek bu verme döngüsünün oluştuğu karmik hayata doğru ilerledik.
İlk ortaya çıkan hayat, danışanın erkek olduğu bir hayattı. Varlıklı bir ailenin şımarıkça yetişen oğluydu. Çapkındı. Gününü gün ediyordu. Yaşadığı kasabanın ileri gelenlerindendi ailesi. Onunla evlenmek için hazırlanan soylu kızlar aslında pek ilgisini çekmiyordu. “Neyse daha zamanım var, çok gencim” diyerek düşünmemeye çalışıyordu.
Halbuki zihni, çiftlikte yanlarında çalışan kâhyanın kızının hayalleri ile doluydu. Çocuklukları birlikte geçmişti. Birlikte yaramazlıkları yapar, kız o yaramazlıkları hep üstlenir ve dayağı hep o yerdi. Fedakarlığı kâhyanın kızı o kadar doğalıkla yapardı ki, diğeri bunu hep hakkı olarak görürdü.
Yaşlar ilerledikçe ve yirmililere doğru yaklaştıkça oyunların şekli değişti ve aralarında farklı bir çekim başladı. Gizli gizli buluşuyorlar, buluşma mekanlarını herkesten sır gibi saklıyorlardı. Gün içinde birbirlerini umursamazmış gibi davranıyorlar, gecenin karanlığında birbirlerinin sıcak kollarında teselli buluyorlardı.
Her güzel şey gibi, bu sıcaklık da fazla uzun sürmedi. Oğlanın babası bir gün genç adama kasabanın soylularından birinin kızıyla nişanlanacağını açıkladı, artık bu hovardalığına son vererek işlerin başına geçmesini deklare etti. Evde nişan hazırlıkları hızla devam ederken, iki genç gizli mekanlarında buluşmaya devam ediyor ve ne yapacaklarını kararlaştırmaya çalışıyorlardı. Kâhyanın kızı güçlüydü, cesurdu. “Gidelim buralardan” diyordu, “Gidelim ve kendi hayatımızı kuralım.” O zamana kadar pek çalışmamış ve de sorumluluk almamış genç adama bu çok korkutucu gelmişti.
Gizli buluşmalara gitmemeye başladı. Kendince bahaneler üretiyor ve ailesine bunu yapamayacağını içinden tekrarlıyordu. Üzerine düşeni yapıp o soylu kızla evlenmesi ve böylece ailesinin refahını sürdürmesi gerektiğini, bunun boynunun borcu olduğunu bir gün kâhyanın kızına söyledi. Kız o gün ona aslında içinde onu coşturan, sevinçle bir haber vermeye gelmişti. Hamileydi. Belki bu haber genç adamı kararından döndürür diye düşündü. Genç adamın gözlerinde ilk başta beliren mutluluk pırıltıları, çok çabuk bir gölgeyle kaplandı ve kız anladı. Boğazı düğümlendi, gözyaşlarını sakladı ve içine akıttı. Uzaklara gitmesi dışında bir seçeneği kalmamıştı. Gidecek ve aşkının meyvesini güvende bir yerde korumaya alacaktı. Bu niyetini içine gömdü. Son bir defa sevdiğine bakarak, içinde buruklukla “Seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim” dedi, “Asla!”
SON DUYGUSU, SON DÜŞÜNCESİ PİŞMANLIKTI
Genç adam soylu kızla evlenmiş ama sevdiğinin ortadan kaybolması ile zayıflamaya başlamış ve yataklara düşmüştü. Giderek eriyor, daha da güçsüzleşiyor ve bahanelerde hastalığının arkasına saklanıyordu. Soylu kız da derin bir hayal kırıklığı içerisindeydi. Sanki bir hapishaneye kapanmıştı. Kâhyanın genç kızı, sessizce uzaktaki akrabalarının yanına gitmiş, bebeğini dünyaya getirmiş. Sevmediği halde bir oduncu ile evlenerek en azından çocuğuna bakacak bir hayat kurmuştu.
Danışan, o genç ve soylu adam olarak, geçmiş hayatında son nefesini verdiği ana gittiğinde son duygusu ve son düşüncesi “pişmanlık”tı. Ölüm sonrasında kendisini derin bir “suçluluk” girdabı içinde bulmuştu. Cesaret gösterememişti, korkmuştu. Sevdiği kadından ve çocuğundan daha çok para ve maddiyat için vazgeçmişti.
O hayattan bu hayata taşıdığı dinamiklere baktık:
“Sevgi için bedel ödemek gerekir. Onu sevmekten asla vazgeçmedim. Sonsuza dek onu seveceğime yemin ettim. Oradaki çaresizliği ve güçsüzlüğü buraya taşımışım. O hayatta ben sevdiğim kadını ve çocuğumu terk ettim ve sahip çıkmadığım için sanki aynı deneyimi bu hayatımda ben de babamın beni terk etmesiyle tersten deneyimlemişim. O kadar pişmanım ki bunun bedelini ödemeye gönüllü olmuşum. Sanki bu hayattaki sevgilim orada sevdiğim kâhyanın kızı gibi. Ve ben sevgim uğruna ona sürekli borcumu para vererek ödemeye çalışmışım. Öfkem kendime. Geçmiş yaşamımdaki güçsüzlük ve cesaretsizlik bu hayatıma taşındığı için, kontrol edemediğim derin bir öfke olarak yüzeye çıkmış. O hayatta yaşadıklarımızı gizlememiz bu hayata da gizlilik olarak taşınmış.
Bu hayatımda sevdiğim adamdan yaşıma rağmen hep bir hamile kalma isteğim vardı. Şimdi görüyorum ki, bu istek orada sahip olamadığım ve terk ettiğim bebeğe yeniden sahip olmak içinmiş. Halbuki bu hayatımda da hep sevgilim istememiş, ben de bunu bir kadın olarak reddedilmek olarak almıştım. Halbuki o bu hayatta benden ayrılırken de “Seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim” diyerek gitmişti. Şimdi bu “asla” ve “sonsuza dek” ifadelerinin ikimizi nasıl da bağladığını görüyorum.
Fark ettiğim bir şey de şu oldu. Ben aslında öldükten sonra sevdiğim kadını ve çocuğumu aramaya gidiyorum. Onlar yaşarken onların etrafındayım. Oduncu adamdan sevdiğim kadını uzak tutmak için elimden geleni yapıyorum. Sanki sevdiğim kadın benim varlığımı hissetmiş. Bir gün evde bir yangın çıkıyor. Ve o yangında sevdiğim kadın can veriyor. Benim yüzümden oldu, ben onları terk etmeseydim bunları yaşamak zorunda kalmayacaktı diye kendimi çok suçluyorum. Ve sanki ben de halen o yangının içindeyim. İçinden hiç çıkamadığım yangın, sanki o yangın. Çok ilginç. Bunu şimdi fark ediyorum.”
Böylece bir metafor olarak danışanın ilk başta dile getirdiği ifadelerin aslında geçmiş yaşamda yaşanan bir durumun bu hayata iz düşümünü getirmesi olduğunu anlamış olduk.
O hayat üzerinde yaptığımız diyaloglar, enerji alışverişleri, hatta o evliliğinin içinde hapsolmuş soylu kadını özgürleştirmemiz, anne-baba ile yapılan diyaloglar, çocuğu ile karşılaşması, şifacı ataların hasta bedenini iyileştirmeleri, onları bir araya getirip atalar diyarında gömmeleri ve birçok detayla birlikte o hayattan bitmemiş işleri tamamlamamızla beraber yeniden çerçevelendirme sürecini bitirmiş olduk.
BEDEN BİLİR, BEDEN HATIRLAR
Bir süredir bu yaşamında devam eden ciğerlerindeki öksürüğün de aslında o yangın sırasında sevdiği kadının dumanla boğularak ölmesinden kaynaklandığını ve o anıların ciğerlerinde tutulduğunu fark etmesi de benim için yeniden bir teyit oldu: “Beden bilir, beden hatırlar.”
Bir süredir bu yaşamında devam eden ciğerlerindeki öksürüğün de aslında o yangın sırasında sevdiği kadının dumanla boğularak ölmesinden kaynaklandığını ve o anıların ciğerlerinde tutulduğunu fark etmesi de benim için yeniden bir teyit oldu: “Beden bilir, beden hatırlar.”
Şimdiki hayatında neden bu babayı seçtiğini, neden annesinin de kendisine bu hayatta evlenmeden önce hamile kaldığını, bunu hayat planının bir parçası olarak rehberleri ile yaptığı muazzam plan ile nasıl tamamladığını fark ettiğinde, danışanım da ben de ilahi sistemin düzenindeki ahenge ve şaşmazlığa bir kez daha hayran kaldık.
Çocuklukta alınan ve geçmiş hayattan taşınan kararlar birlikte işlediklerinde insanın dinamiklerini oldukça kuvvetlendiriyorlar.
Evet geçmişte olanları değiştiremeyiz ama onun duygusunu, onun yarattığı inanç kalıplarını, enerjisini değiştirebiliriz.
TÜM BU ANLATILANLAR GERÇEK Mİ?
Şimdi bu danışan tüm bu gördüklerini bir filmde mi izlemişti, Jung’un dediği kolektif bir alandan mı çekmişti, gerçekten bir geçmiş yaşam mıydı, yoksa uydurmuş muydu? Şunu söyleyebilirim ki, o anı içindeyken onun için gerçekti. Ve burada önemli olan bilinçdışının ona verdiği mesajdı: “Artık bedel ödeme bitti, para yüzünden terk edilmeler bitti, sevgiyi satın almalar bitti, cezalandırmalar ve kendi kendini sabote etmeler geride kaldı.” Ve “Aşk için acı çekmek zorunda değilsin, imkânsız aşklara çekilmek zorunda değilsin, aşk için kendini pişmanlıkla cezalandırmak zorunda değilsin.”
Gözlerindeki hüznün yerini, rahatlama almış ve sanki yirmili yaşlardan artık gerçek yaşına geri dönmüş gibi bir olgunlukla ofisimden ayrıldı kadın. Ben de yorgunluk kahvemi yudumlarken, varlığın senaryolarına ve bu senaryoların detaylarına ve hiçbir yaşantıyla çelişmemesine ve eşzamanlılıklarına hayranlıkla gülümsedim. Aşk, sen varlığın ruhsal deneyimlerinde nelere kadirsin ve ne önemli bir öğrenme aracısın!
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.