İçimdeki truva atı
Tahminler doğru, Truva’dayım. Binlerce yıllık onca katmanın arasında, güneşin henüz yükselmeye başladığı saatlerde antik kente doğru yürümeye başlıyorum. Aslında belki kendimi arıyorum. Benden
Tahminler doğru, Truva’dayım. Binlerce yıllık onca katmanın arasında, güneşin henüz yükselmeye başladığı saatlerde antik kente doğru yürümeye başlıyorum. Aslında belki kendimi arıyorum. Benden
Kendimi kayıplardayım. Paha biçilmez bir duyguymuş, yenice keşfediyorum. Kaybettim sandığım benler kimler? Seyrediyorum. Bir gün bir rüya gördüm. Yaşsız bir yaştayım, etrafımda çocukluğumu
Bir gölün kenarındayım. Etrafı çepeçevre sarılı adını bilmediğim ağaçlarla kaplı bir göl burası. Ağaçların uzunu var, kısası var, aynı kökten çıkanı, ayrı köklerden
Kuzeyin kuzeyinde bir halk kütüphanesindeyim. Oldukça erkenciyim çünkü bana bu öğretildi. İlk sırada koşan olmak, güne olabildiğince erken başlamak, en iyi, en çalışkan,
Kalbim küt küt. Yıllar yıllar önce bir genç kız, içindeki küçük kız çocuğunun elinden tutarak bir yolculuğa çıktı. Bu yolculuk hiç bilmediği, daha
Fark ediyorum da bunca zamandır kendim dışında her şey olmak için uğraşmışım. Sahip olduğumu zannettiğim birçok şeyin bana ait olmadığını fark ettiğimde yaşadığım
Saat 05:40, alarm çalmadan uyanıyorum. Şehirde her şey uykuda, ben hariç. Gözlerimi henüz açamadan başlayan akıl lunaparkımı izlemeye koyuluyorum, bu nasıl bir şey?
Sıcacık bir yaz esintisi eşliğinde, şubat ayının son günü ve 30 derecede güneş altında taksi bekliyorum. Öğrenilmiş çaresizliğimizi bize hediye eden üzerinde uzlaştığımız