Sanal Yazı Evi buluşmalarından biri. Birlikte yazıyoruz, yazdıklarımızı okuyoruz, birbirimize ilham oluyor, yol arkadaşlığı yapıyoruz. Sevgili Handan Kılıç on beş dakika içinde yazdığı bir yazıyı paylaştığında her kelimesinin çok daha fazla insana ilham olmasını diliyor kalbim, siz okurlarla paylaşmak istiyorum. Elbette, her okuyan kendi penceresinden okuyacak, kendi kalbinin kulağı ile duyacak.
Ben dinlerken bir Dharma dersinde duyduğum yaşanmış bir olay canlandı zihnimde. O günden sonra hayata, hayatta sahip olduğumu zannettiğim her şeye bakış açım değişmişti. Kiracı olduğumun idraki yerleşmişti kalbime.
Bir manastırda bir keşiş başrahibe hediye edilmiş porselen bir fincanı düşürüyor ve fincan kırılıyor. Keşiş çok üzülüyor, başrahipten özür diliyor.
“Üzülme,” diyor başrahip, “Bütün bardaklar zaten kırık. Tutunulacak hiçbir şey yok.”
İşte, Handan okurken:
“Her şey geçiyor, zamana dayana yok,” dediğinde kalbimdeki tohum canlanıyor, geçicilik hakikati gözlerimin önünde canlanıyor.
Dilerim sizlerin kalbindeki hakikat tohumlarını da canlandırsın bu metin.

KUPA
Seramik kupayı kahveyle ağzına kadar doldururken sırrının çatladığını gördü. Ne ara damar damar yol olmuştu! “Az pişmiş toprak işte, ne kadar dayanabilir ki, illa porselen olmalı kupa,’’ derken gözüne tek kalan porselen kahve fincanı ilişti. “Her şey geçiyor, zamana dayanan yok,” diye mırıldandı. Kahve fincanında kırık bir limon dalı ıslanmıştı. Çamaşır asarken tellere kadar uzanan dallardan birinden düşmüş, kesin annesi görüp almıştı. Ortalık nasıl da güzel kokmuştu. Bu evde tek kalan kupalar, bardaklar vazo, tabaklar çiçek altı olurdu.
Aslında limon ağacı çıtkırıldım olmazdı ama işte buradaydı. Muhtemelen oyun oynarken çocuklar zarar vermiş, çarşafı silkip asarken gelen son darbe de yere düşmüştü. İsrafı sevmeyen annesi birçok kırık dalı böyle köklendirip balkonu, bahçeyi yeniden çiçeklendirirdi. Hep aynı çiçekten olması bu yüzdendi. Tekrar ve tekrar sardunya, sarmaşık, kılıç çiçeği. Toprak genişti illa herkese bağrını açar, dalken kök olmak zorunda kalanları da sarardı. Aslında su içinde köklenmek yeniden başlamak gibiydi. Tam çiçeğiyle meyveye duracakken en yeşil, en diri, en genç haliyle kırılabilirdi, her çiçek, her dal, her insan.
Bereket mevsimi yaklaşıyor diye heyecanlanırken mahsulü telef olabilirdi. Hayatın değişmezliği cilvelerinde gizliydi, her an bir bilinmezlik vardı yarında. Sırrı çatladığında her kupa, her insan parlaklığını yitirir pürüzlü karanlığıyla karşılaşabilirdi kendisinin. Korkmadan daha da parçalanmayı göze alırsa biraz daha kazırsa üzerindeki sırrı, gölgesi ile yüzleşir hammaddesi toprakla tanışırdı.
Topraktan gelmiş toprağa gidecek bedeninin bereketini keşfetmek için bile, gelen her şeyi yutmak, bağrında yumuşatmak hasılı kelam toprak olmak lazımdı. Yağmur yağıp güneş açmasa, mevsim sıcakları yolunu şaşırsa ve sonunda vaadini yerine getiremese de toprak her zaman kurda kuşa, karıncaya yuva olurken bağrından da yeşille beraber nice çiçeği fışkırtırdı. Ve bir gün toprak olacak bu beden yaşarken de tek kalmış bir kupa kadar olabilir, bağrında kırık dallara yer açabilirdi elbet.
Rayihasıyla baş döndüren kırık dalı aldı kupasıyla, kokladı ve canlandı.
Kahvesi bittiğinden limonlu bir çay doldurdu.
Bu sefer cam fincana ve oturdu masanın başına.
Her şeyi olduğu gibi yazmaya.
Metnin sizde canlandırdıklarını duymayı da çok isterim. Belki yazarsınız bana.
Sevgiler
©mümkün dergi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.