DUYGUSAL ENFLASYON: HİSSETMENİN VE ANLAMIN DEVALÜASYONU
Farkındalık

Duygusal enflasyon: Hissetmenin ve anlamın devalüasyonu

Her şeyin fazlası zarar derdi ya büyükler. Meğer duygunun da fazlası yormuyormuş sadece, değersizleştiriyormuş.

Eskiden duygularını içine atanlara “patlarsın bir gün” derdik. Şimdi ise sürekli hissetmeyenlere “robot musun?” deniyor. Ağlamazsan taş kalplisin, çok ağlarsan drama queensin. Yani ne hissedersen hisset, bir şekilde yanlışsın. Hele bir de hissedip hissetmediğini düşünüyorsan, geçmiş olsun: O duygu zaten algoritmalar tarafından paketlenmiş, TikTok’ta trend olmuş, Instagram’da story olmuş, sana kalmamış. Bir kahve içiyorsun, sade mi şekerli mi değil artık mesele, yeterince “farkındalıkla” içtin mi, story’ye yazdın mı? “Bu an bana ne öğretti?” cümlesi kurmadan içtinse geçmiş olsun. Yüzeyde kalmışsın.

Her duyguyu anında etiketliyoruz: Mutlu muyum yoksa sadece serotonin taklidi mi yapıyorum? Üzgün müyüm yoksa evren retroya mı girdi? Yani sadece yaşamak değil, her hisse de edit atmak gerekiyor. İçsel deneyim değil, dışsal sunum önemli. Kısacası, duygularla dolup taşmak bir meziyet değil artık, bir içerik stratejisi. Ve ne yazık ki bu “duygusal bolluk” çağında enflasyona yenilen şey, gerçek hislerimiz oluyor.

Bir Duygu Çağında Boğulmak

Bir dönem bastırmakla suçlandık. “Duygularını ifade etmiyorsun”, “içine atma” gibi cümlelerle büyüdük. Şimdi ise başka bir uçtayız: Her an, her his paylaşılmalı ve her duygu görünür olmalı. “Emotional transparency” (duygusal şeffaflık) adı altında, hislerimizi dijital vitrinlere koymazsak eksik, eksik kalırsak da yetersiz hissediyoruz. Bir duygu çağında boğuluyor gibiyiz.

Koreli düşünür Byung-Chul Han’ın deyimiyle, içinde bulunduğumuz dönem bir “psikopolitika” dönemi. Bedenler değil, duygular denetim altında. Hissediyoruz ama her zaman içimizden değil, trendlerden ötürü. Gerçek duygularla kurduğumuz bağ zayıflıyor; çünkü her şey şifa, farkındalık, yüksek frekans kelimeleriyle kaplanmış. Her yerde “iyi hissetmek” arzusu var ama hislerin kendisi çoğu zaman ortalıkta yok.

İçine Ata Ata Ne Hale Düştün Tuta Tuta Çatlayacaksın Be İnsan

Ama dur bakalım, artık içine atmak da yasak. Şimdi duygu tutmak değil, duygu sunmak revaçta. Ağlayacaksan ağla ama gözyaşın kameraya gelsin. Mutsuzsan yaz ama 3. tekil şahısta, mümkünse görsel eşliğinde. Ne hissettiğin değil, nasıl sunduğun önemli. Ne kadar kırıldığın değil, kaç beğeniyle onarıldığın konuşuluyor. “Bugün biraz duygusalım” demek bile tek başına yetmiyor, yanına filtre, fon müziği, birkaç tane de story eklersen ancak oluyor. Duygular, gündelik yaşamın içinden süzülerek deneyimlenmiyor artık bir içerik takvimine, bir dijital pazarlama stratejisine uygun biçimde sıralanıyor.

Bu yüzden “gerçekten ne hissediyorum?” sorusu yerini “bu hissi nasıl anlatırsam daha çok anlaşılırım?” sorusuna bıraktı. Duyguların içtenliğini ölçen şey, hissetme derinliğin değil, sunum becerin oldu. Ve işin garibi, bu kadar çok duygudan söz ederken bu kadar az şey hissetmeye başladık. Bir yandan “kendin ol” baskısı, diğer yandan “kendini iyi sun” zorunluluğu… İkisi arasında sıkışmış bir ruh hâli var ortalıkta. İçimizde patlayan şeyler artık bastırılmış duygular değil; manipüle edilmiş, metalaştırılmış, hızla tüketilmiş hisler.

Gerçek Hissetmenin Değerleri Düşüşte

Tıpkı ekonomik enflasyon gibi duygusal enflasyon yaşıyoruz. Para gibi duygu da fazla basılınca değer kaybediyor. Eskiden “mutluluk” bir iç huzurdu, şimdi bir paylaşım konusu. “Şükran” bir dua hâliydi, şimdi story formatı. “Öz-şefkat” ise artık içsel bir merhametten çok bir görsel konsept: köpüklü banyo, lavantalı mum, iki cümlelik Pinterest alıntısı.

Harvard’lı psikolog Dr. Susan David’in tabiriyle bu, bir tür duygusal kaçakçılık, yani içselleştirilmemiş duyguların sahneye konması. Bir tür hissetmeden hissettirme sanatı. Ve bu, ne yazık ki ruhsal bir boşluğu değil bir dijital vitrin ihtiyacını dolduruyor.  Ama hayat, sürekli yüksek frekansta ilerleyen bir mutluluk maratonu değil. Gerçek duygu, bazen sıkıcıdır, bazen yoğun, bazen ise anlaşılmaz. Neticede duygular, pazarlanacak değil, yaşanacak şeylerdir.

Her Şeye Duygu Yüklemekten Çat Diye Çatlayacağız

Bir kahve içiyoruz, “an’ın tadı” diyoruz. Bir kötü gün geçiriyoruz, “kendime alan açıyorum” diyoruz. Oysa bazen sadece kahve içmiş, kötü bir gün geçirmiş ya da üzülmüş olabiliriz.Bu sürekli anlam yükleme hâli, duygu üretmekle değil, duygu sahnelemekle meşgul olduğumuzu gösteriyor. Ve duygusal olarak tükeniyoruz. Amerikalı psikolog Arlie Hochschild’in “emotional labor” (duygusal emek) kavramı tam da bu noktada devreye giriyor: Hissetmediğimiz duyguları hissediyor gibi yapma zorunluluğu, tıpkı bir iş gibi enerji tüketiyor.

Sanki bir şeyi adlandırınca onu gerçekten yaşamak zorunda kalmıyoruz”

Bir de son yıllarda dilimize yerleşen bir başka şey var: Therapy speak. Yani klinik terimlerin gündelik konuşmalara sızması. Artık kimse “canım sıkıldı” demiyor; “duygusal sınırlarım ihlal edildi” diyor. Kimse “kırıldım” demiyor; “triggerlandım” diyor. Kimse “ayrıldık” demiyor; “toksik bir bağımlılık döngüsünü sonlandırdım” diyor.Psikolojik kavramları tanımak elbette güçlendirici olabilir. Ama mesele şu: Bu kelimeler bazen duyguya yaklaşmak yerine, ondan uzaklaştırıyor. Sanki bir şeyi adlandırınca onu gerçekten yaşamak zorunda kalmıyoruz.Yani bir nevi “ad verip rafa kaldırma” pratiği. Duyguyu görünür ama dokunulmaz hâle getirme biçimi. Böylece hem “farkındayım” diyebiliyoruz, hem de kırılgan olmadan geçiştiriyoruz.

Üstelik bu terapi dili, zamanla bir tür sosyal üstünlük göstergesine de dönüşebiliyor. Kim daha bilinçli konuşuyor, kim daha fazla psikolojik terim biliyor? Ama bazen sadece basit bir “canım yanıyor” tüm bu jargonlardan daha sahici olabiliyor. Bazen insanlar iletişim kurmak için değil, psikolojik olarak üstün görünmek için konuşuyor.

Normal enflasyonu kaldırmıyor bu ponçik kalbim bir de duygusalını yüklenemeyeceğim.


©mümkün dergi

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Yuka Ajans Yay. ve Org. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmesi ve/veya habere aktif link verilmesi halinde dahi kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Avatar photo
Üniversitede aldığı iletişim ve edebiyata dair kuramsal alt yapı ve tekniklerle fikirlerini çeşitli sitelerde yazarak herkesle paylaşmaya çalışıyor. Aldığı psikoloji ve koçluk eğitimleriyle iletişim tekniklerini referans alarak yol arkadaşlığı yaptığı sistemiyle yetişkinlerin ve öğrencilerin hayatına dokunuyor. Düzenlediği eğitimler ve atölyelerle de evrendeki iyi yaşam çemberinde yeni nesil rehber ve öğrenci olma görevine devam ediyor. Kurduğu içerik ve sosyal medya ajansında mentorluk vermeye devam ederken aynı zamanda Mümkün Dergi bünyesinde editörlük yapıyor.
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.